Ahmet DURSUN |
|
Hatamla Sev Beni |
“Ben toprağın sinesinde insan denilen bir canım/Hem düşünür hem severim, budur taştan farklı yanım./ Her maddenin zerresini bedenimde taşıyorsam/ Ben ne bir taş, ne bir ağaç; insanlığımla insanım.” Orhan Gencebay’a ait bu mısralar, birkaç gün önce, yaklaşık altmış sahne sanatçısıyla İstanbul’da bir kahvaltıda buluşan Başbakan tarafından okundu. Başbakan’ın uzun yıllar devletin televizyonlarında yasaklı olan sanatçılarla bir araya gelmesi, onlardan demokratikleşme konusunda destek istemesi elbette ki önemlidir. Başbakan bu toplantıda, sanatçıların bir açıdan da başkalarının söyleyemediğini söyleyen kişiler olduğunu belirterek Türkiye’nin standartlarını yükseltmek istediklerini, demokratikleşme konusunda değişime omuz vermelerini rica etti. Bir sanatçı, eserlerini rahatlıkla icra edebileceği hür bir ortamdan başka ne ister ki… Bu konuda sanatçılar üstlerine düşeni zaman zaman yapmaktadırlar. Toplumsal sevginin ve barışın yerleşmesi, kardeşliğin yaygınlaşması, farklılıkların zenginlik olarak görülmesi, kavganın hor görülmesi konusunda bu güne kadar sanatçılar çok şeyler söylediler. Başbakanın ise işi zor. Hangi taşı kaldırsa altından antidemokratik yapılanmalar çıkıyor. En son HSYK krizi örneğinde olduğu gibi, Türkiye’nin genetik kodlarına yerleşmiş statükoculuğu, otoriterciliği “ha şimdi” deyip ortadan kaldırmak o kadar kolay değil. Statüko direndikçe direniyor. Bunların aşılması için toplumun her kesiminin içselleştirebileceği yaygın bir demokratikleşme algısına ihtiyaç var. Toplum bu konuda aslında hazır da, problemin kaynağını ülkeyi yönetenlerin de dahil olduğu, toplumun “ekabir” kısmı oluşturuyor. Zira millet, bir partiyi cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarlarından biri yaparak üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş oluyor. Gerisi, el emeği, göz nuru ile teslim edilen oyların hakkını savunmak, o oyların hakkını vermek zorunda olanları işi. Son sekiz yılla ilgili benim tezim şudur ki: 28 Şubat’ın antidemokratik icraatlarından, tüm darbelere rahmet okutacak faaliyetlerinden, bin yıllık değerlerimizi açıkça ortadan kaldırma çabalarından bunalan millet; 2002 seçimlerinde, bu tür faaliyetlerin siyaseten payandalığını yapan Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli koalisyonunun karşısına bir fasulye sırığı dikilse, ona yapışacaktı. Öyle de oldu. Bu süreçte AKP nasıl kuruldu, oylar AKP’ye nasıl kanalize edildi, ayrı bir araştırma konusudur ya… Benim cevabını beklediğim sorular başkadır. İktidarının ilk yıllarında AB rüzgarını arkasına alarak ciddî atılımlar yapan AKP, 2004’ten sonra neden hız kesmiştir? Cumhurbaşkanlığı krizi sonrasında yine çok ciddi bir oy oranı ile iktidarını tazeleyen, demokratikleşmenin önündeki engelleri, anayasadan başlayarak birer birer ortadan kaldıracağı sözünü zafer akşamı veren Başbakan sözünü ne ölçüde tutabilmiştir? Başörtüsü konusunda kritik hatalar nasıl yapılabilmiştir? Katsayı meselesi ne olacak, YÖK’le ilgili problemler daha ne kadar askıda kalacaktır? Anayasal değişiklikler neden hep başka bahara bırakılmaktadır? Yüksek yargı, sürekli—ifade edildiği şekilde—keyfi, hukuka aykırı kararlar alabilmektedir de, hükümet bunları aşmak için ne yapmaktadır, emrinde olan onca hukuk danışmanlarıyla birlikte en kritik meselelerde nasıl bile bile lades denmektedir? Ya son HSYK örneğine ne demeli? Milleti kör, alemi sersem zanneden bir hükümet tavrı… Müsteşar malûm kararın alındığı HSYK toplantısına katılmasa hukuken böyle bir karar alınamayacak. Bunu Adalet Bakanlığı da biliyor, toplantıya katılan müsteşar da. Sonra feryad u figan…Müsteşar kandırılmışmış… Çocuk gibi kandırılabilen müsteşarlarımız varsa bizim ebeden daimen burnumuz şeyden kurtulmaz. Yandık ki ne yandık… Tekrar kapatma bahsinin açıldığı, erken seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının alevlenmeye başladığı, Genelkurmay Başkanı’nın el altından sopa gösterdiği bir ortamda bunun arkasından neler çıkar, aslında tahmin etmek çok da zor değil. “Mağdurum Emmioğlu” filmi tekrar vizyona girer. Peki sekiz yılın yapılamayanları, hataları ne olacak? Türkiye’nin gerçek gündemi; işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizliği, ahlâkî dejenerasyon, kültürel yozlaşma, eğitimde yaşanan aksaklıklar ve çarpıklıklar… Bunlar ne olacak? Görülen o ki, yeni bir seçim beklenmektedir. Başbakanımız, seçim kampanyalarında çalınacak şarkıyı şimdiden belirlemiştir herhalde: “Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni.”
23.02.2010 E-Posta: [email protected] |