Rifat OKYAY |
|
Sırtımızı dönmemek! |
İster kâinatın sahifelerinde, ister dünyanın sahifelerinde, istersek insan vücudunun ve maddenin en küçük parçası atomların yüzlerinde, içlerinde ve mahiyetlerinde gezinelim bizleri karşılayan, hoşgeldin diyerek yönlendiren tek bir hakikatla karşılaşacağızdır: Tevhid ve vahdaniyet hakikatı ve cilveleri... “Şöyle bir seyahata çıktım, şurayı şurayı gezdim, filan yeri gördüm, şunları beğendim, şunlar çok hoşuma gitti” cümleleri hayatın yüzünden, yüzeysel olarak yapılan bir seyahatla elde elde edilen bilgi ve görüşlerdir... Bir olan Rabbimizin Hallakiyet ve Rububiyet hakikatının tecellileri noktasından atomdan ta kâinatın tamamı kadar büyük sayfalarında tecelli eden Tevhid ve Tevhid delillerini müşahade etmek, onların hayatın içindeki yaratılış ve tatbikleri noktalarından cilvelerini görmek, bakmak ve tefekkürde bulunmak... Esas itibariyle anlamlı ve faydalı tefekkür-ü imaniye ve Kur’âniye dürbünüyle bakabilmek gerçek bir seyahat ve yolculuk olacaktır. Nerede ve nasıl olursa olsun ruhumuzdaki, kalbimizdeki ve aklımızdaki nuru, iman ve Kur’ân nurunu daima parıldar tutmalıyız ki nefis ve şeytanımızın ve günahlarımızın bu nurlar karşısında gerilediklerini, teslim-i silâh ettiklerini görelim, hissedelim ve şahid olalım... Bütün ömrümüzce kâinat sayfalarında iman ve İslâm adına gezinsek tefekkür-ü imaniye ile ali mertebelere yükselsek; eğer fırsat verirsek, nefis ve şeytan sanki hiçbir mesafe kat etmemişiz gibi bizi tard edecek ve aşağıların aşağısına yuvarlamaya çalışacaktır... Sabır, sebat ve devam ihlâsımızla, ubudiyetimizle daima el ele, kol kola ve omuz omuza olmalıyız... Bizler, susmayı noksanlıklarımız karşısında unutmalıyız. Yalanlar, inkârlar, dalâletler, günahlar ve sapıklıklar karşısında susmamak, daima Hakkı ve hakikatı haykırmak ve söylemek, konuşmak ve yazmak bizim hem şiarımız hem de en büyük işimiz olmalıdır... Kafatasları kimsenin kimseye böbürlenme alâmeti olamaz... Padişahların kafatasları, garibanlarınkinden farklı olmadığı gibi, üstün bir özelliğe de sahip değildir. Fikirleri, düşünceleri, akılları ile Rablerine rabtolmuş nice kimseler var ki, başkalarına, özellikle kulluk ve Allah’a inkiyad noktalarında fersah fersah fark atarlar ve onlardan hem ileride, hem de çok özel huzur ve saadet içindedirler... Hastalığını kendin bilmek gibi, şifa ve derman yoktur... Allah’ın inayetinde, Kur’ân’ın ve Hazreti Muhammed Mustafa’nın (asm) rehberliğinde dini olan hastalığımıza her türlü deva bulunurken, dünyanın ve dünyalının kapısında medet aranması elbette ki abes olacaktır. Her saniye bize lâzım olan gıdaların yerine zehir ve zakkum misali şeylerin, fiillerin peşinde koşmamalıyız... Neyi, niçin sevmeyi aramak için, boş işlerle uğraşırken sahip ve mutasarrıf-ı hakikimiz Cenâb-ı Erhamürrahimini unutmamamız lâzımdır... Her şeye bölünerek dağılan ve küçülerek azalan bir sevgi ile esas sevgilimize, Cemal ve Celâl sahibi Rabbimize gerçek mânâda yakınlaşmak ve ulaşmak mümkün olmayacaktır... O’na kul olmak ve verdiği nimetlere sırtımımızı dönmemek, yine O’nun verdiği azâ ve aletlerle O’nun yolunda olmakla mümkündür. Bu mümkünü gayr-ı mümkün yapmaya çalışan her maniye, her menfiliğe inşaallah yine O’nun yardımıyla dur diyebilmeliyiz... Şu koca kâinat içerisindeki yolculuğumuzda, bu nurlu fikir ve düşüncelerimizi gerçekleştirmek için Allah (cc) hepimizin yardımcısı olsun.
19.02.2010 E-Posta: [email protected] |