Nejat EREN |
|
Okunan kitaplar, Okuyan insanlar |
Okumak” ile başlayan ve devam eden bu fâni hayat, gerçek mânâda okumamanın, okuyamamanın, hakikati öğrenememenin ve görememenin dehşeti ve cehaleti ile harap olup gidecek. İlâhî emir böyle bildirdiğine göre takdir de öyle olacaktır. Ümmi peygamberin ümmeti olanlar, nübüvvet silsilesinin son halkası olan Hz. Muhammed’in (asm) getirdiği “Nur” ile kâinatı ve insanlığı ışıtıp ısıtan hakikatleri okuyarak, yazarak elde edip tarihe geçirdiler. Tarihi öyle yazdılar. Tahribatçılar da tarih boyunca bunun aksini iddia edip, karanlığa çalışmaya devam ettiler ve ediyorlar. Konuyu az da olsa açıp, biraz kavramak için; kısaca tarihçesine bir bakıp sonra asıl konumuza dönelim. Ülkemizde Cumhuriyet tarihiyle başlayan, bin yıllık ecdadın tarih ve kültürüne tamamen sırtını dönen ve her alanda olduğu gibi dil alanında da kasten kısırlaştırılan, “ırkçılık ve devletçilik” kokan sözümona bir ilim ve tahsil anlayışı var ve hâlen etkisini devam ettiriyor. Bunu anlamak için “harf inkılâbıyla” başlayan ve 1970’lere kadar devam eden, Türkçe alfabe diye de millete empoze edilen “Lâtin Alfabesi”nin “okuma (!) kitapları”na bakılabilir. “Yat yat uyu!”, “Ali topu at. Suna topu tut!” şeklindeki, eğitim anlayışı, ilim tahsili ve ahlâkî ruhtan yoksun resmî ideolojinin papağanvârî tekrarlarıyla dolu bu saçmalıklarını yarım asırdan fazla okuyan nesillerin hâli ortada. Osmanlı’ya düşmanlığın, kendi öz tarih ve kültürüne sırt dönmenin tescilli markası bir uygulama! Ne gariptir ki; alfabe işe olumsuzlukla başlıyordu! Kitabın kapağında da, içinde de “Okuma!” olumsuz fiili vardı. Neden; ‘Ders Kitabı, İlim Kitabı, Eğitim Kitabı, Hayat Kitabı… vb’ daha etkili ve güzel ifadeler kullanılmadı acaba? Dikkate değer değil mi? Evet bütün bunları millet olarak sorgulayamadık! Milletimizin birliği, beraberliği, kardeşliği ve huzuru için bütün bunlara katlandık. Ama bundan sonra bu böyle devam etmeyecek artık. Herkes tarihin karanlık sayfalarını kurcalayacak ve oynanan oyunları, gençliğe kurulan tuzakları, millete yapılan zulüm ve beyan edilen yalanları soracak, sorgulayacak! Çünkü biliyoruz ki, bunlar öyle hafife alınacak, gözden kaçan konular değil. Her şey belli bir plân ve program dâhilinde yapıldı. Hâlen de bu sinsi plân devam ettirilmeye çalışılıyor. Buna çok çarpıcı bir örnek: Tek parti devrinin millî eğitim bakanının resmî beyanatlarında, otuz sene sonra ‘Allah’ kelimesini asla diline almayan bir nesil meydana getirme plânı vardı. Resmî söylemlerde ‘Allaha ısmarladık’ yerine ‘görüşmek üzere’ ifadesi ikame edilmiş, konulmuştu. Türkçülük ve Kemalizm adına insanların “kafatasını ölçme” işleri başlatılmıştı. İşte şu anda millet olarak çektiğimiz bunca sıkıntının temelinde bu yanlış ve çarpık uygulamalar yatıyor. Okumayan bir milletin ve neslin böyle modern bir çağda, dünyanın bir köy haline geldiği bir asırda ayakta durup, hayatiyetini sağlıklı olarak devam ettirmesi mümkün olur mu? Elbette olmaz, olamaz! Peki ne yapmak gerek? Allah, insanoğluna akıl, fikir, mantık, muhakeme, hafıza, irade gibi kendi hayatını devam ettirmesi için birçok nimetler vermiş. Bunları yerli yerinde kullanarak hayatiyetini devam ettirecek. Hem Yaratanına iyi bir kul, hem peygamberine iyi bir ümmet, hem milletine, insanlığa, kendisine karşı iyi bir fert olacaktır. Bu cennet vatan ülkemiz Türkiye’de milyonlarca insan bu derin çarpıklıkları birlikte yaşadı ve bir kısmı artık yavaş yavaş ortadan kalksa da daha birçoğunu maalesef hâlâ beraber yaşamaya devam ediyoruz. Ama bir hakkı teslim etmek gerektir ki, karanlığa mum değil “ışık” yakan bir irade çıktı bu ülkede: Bediüzzaman Said Nursî. Hayatın bir parçası olan bir külliyat var, elden ele, gönülden gönüle, ilden ile dolaşan: Kur’ân’ın manevî tefsiri “Risâle-i Nur Külliyatı!” Ve bir camia var bu ülkede dünyaya dal budak salmış: “Nur Cemaati!” Hakka teslim olanlar “okumayı, ilim tahsil etmeyi, öğrenmeyi” hayatlarının bir parçası ve düsturu haline getirdiler. Hayatın gayesi ve vazgeçilmezleri arasına koydular. Çok daha önemlisi, “okuma”nın mahiyetini kavrayıp “hayata” geçirdiler. “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var!” hakikatini kavrayıp, sarıldılar ve onun gereğini yapmak için okuyorlar. İşte bu camianın içinde bir meslek, meşrep ve misyon sahibi cemaat var: “Yeni Asya Nur Camiası!” Bu nurlu camia kırk bir yıl önce “Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktır” parolasıyla yola çıktı. O gün bu gündür, bu nur yüzlü insanlar; hanımı, beyi, genci, ihtiyarı, çalışanı, emeklisi, esnafı, memuru, bürokratı, san'atkârı kitap okuyor. İlim okuyor. Kâinatı okuyor! Hakkı okuyorlar. Kitap okumak onların hayatlarının vazgeçilmez bir parçası. Onların tatili, izni, emekliliği yoktur. Onların hafızalarının en müstesna köşesinde hep “hizmet” vardır. Kalpleri, gönülleri, ruhları İlâhîliğin, kudsiyetin, maneviyatın en derin his ve heyecanlarıyla doludur. Onların ellerinde, dillerinde en başta “Allah Kelâmı Kur’ân” vardır daim okunan. Risâle-i Nurlar vardır daima tefekkür ve fikir için. Cevşenleri vardır daima zikir için. “Yeni Asya”ları vardır hakikatin gür sesi, Nurların naşir-i efkârı, hakikatlerin lâhikası. “Can Kardeş”leri vardır, taze ve körpe gönüllerin tesellidârı, geleceğin ümitvârı. “Bizim Aile”leri vardır, hanelerin gül çiçeği, gönül kanaviçesi. “Köprü”leri vardır, akademik platformdaki sesi, nefesi, ilim erbabıyla hakikat nüvesinde buluşma, müzakere, muhakeme, araştırma, tanışma, tanıtma vasıtası. “Genç Yaklaşım”ları vardır dinamizmin, enerjinin kaynağı, istikbal çiçekleri gençler için. “Sentez Haber”leri vardır, internet dünyasıyla hakikatleri dünyayla paylaşmak ve gerçeklerle yüzleşmek için. Onların, bu Nur Sevdalılarının bulunduğu her yer evleri, iş yerleri, vasıtaları, “ayaklı kütüphane” mesabesindedir. Okurlar, okuttururlar, dinlerler, dinlettirirler. Tefekkür eder, ettirirler. İşte ben bir aydan beri yukarıda bahsettiğim her gruptan bu gönül sevdalılarının içerisindeydim. İzmir’in hizmet ve tarih dolu Tire ilçesindeki fedakâr Nur kahramanlarının dâveti üzerine başlattığımız “hizmet yürüyüşü”, yine İzmir’in Bayındır ilçesindeki fedakâr ve gayretli ehl-i hizmetin ve gençlerin “Risâle Okumak” programına katılmakla devam etti. Burdur’da çok hoş hizmet merkezimizdeki genç ve gayretli üniversiteli kardeşlerimizle olan kısa beraberliğin ardından, bu mevsimde beyaza bürünmüş yeşilin tarihle buluştuğu Osmanlı ocağı güzel Bursa’mızdaki şahane hizmet merkezimizde Manisalı üniversiteli gençlerle geçirdiğimiz dolu dolu bir hafta onlar kadar beni de derinden etkiledi. İstanbul “Şekerci Hanı”ndaki çok hoş ve insanın içini ısıtan şahane mekânda yapılan ders, sohbet, toplantılarda alınan kararlardan sonra hizmet aşkıyla yanan Adapazarı’ndaki mütesanid cemaatin okumaya karşı olan derin vukufiyet ve heyecanını yaşadık. Zonguldak’ta geçen bir haftamızın sadece bir gününü münhasıran evlât ve torunlarımıza ayırabildik. Her akşam başka bir yerde “İlim okuma meclisleri”nde ruhlarımız teneffüs ediyordu. Son olarak geçen haftaki yazımızda uzunca bahsettiğimiz üzere serhat şehri Kars ilimizde hepimizi derinden etkileyen bir güzel programla, “Oku!” emrinin gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Hâsıl-ı kelâm; Allah’ın en başta bu ülke insanına bahşettiği harika bir “Külliyat” var elimizde. Ve de okuyan, okutan, kitapla dost bir cemaat var bu ülkede ve dünyada elhamdülillâh. Dünya döndükçe okumayı devam ettirmek dilek ve temennisiyle.
19.02.2010 E-Posta: [email protected] |