Vehbi HORASANLI |
|
Bahriyede 4. intihar ve delillerin karartılması |
Ajanslara düşen haberlere göre; Ergenekon soruşturması kapsamında Poyrazköy’de ele geçirilen mühimmatla ilgili gözaltına alınıp tutuklanan, itiraz üzerine serbest bırakıldıktan sonra hakkında yakalama emri çıkartılan Deniz Yarbay Ali Tatar, yakalama emrine ilişkin tebligatı aldıktan sonra evinde intihar etti. Alınan bilgiye göre, 7 Aralıkta Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Tatar, avukatlarının itirazı üzerine 3 gün önce serbest bırakıldı. Savcılığın talebi üzerine hakkında yeniden yakalama emri çıkarılan Tatar’a, hakkında verilmiş mahkeme kararı, Üsküdar Beylerbeyi’ndeki Astsubay Hazırlama Okulu tesislerindeki lojmanında önceki gün tebliğ edildi. Tebligatın ardından Tatar, evinde silâhıyla başına bir el ateş ederek intihar etti. Tatar için dün Karacaahmet Cemevi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törenin ardından Tatar’ın naaşı, toprağa verilmek üzere Ankara’ya götürüldü. Bu olay son birkaç ayda meydana gelen 4. intihar olayı ve ilginçtir hepsi de Deniz Kuvvetleri mensubu subaylar. Şimdi G. Kurmay Başkanı’nın neden Trabzon’da ve bir savaş gemisinde beyanat verdiği daha iyi anlaşılıyor. Mesajı dolaylı yoldan vermesine karşılık her şeyi gayet açık bir şekilde ifade ediyor. Tarih tekerrür ediyor. Bundan yaklaşık 85 yıl önce benzer olaylarla karşılaşmıştık. Şiddetli bir muhalefet lideri ve aynı zamanda bir Bahriye subayı olan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman çetesi tarafından öldürülmüştü. Bu cinayetin azmettiricisi olarak suçlanan bazı insanlar çarçabuk hareket ederek Topal Osman’ı öldürmek istemiş, bu sayede delilleri karatma imkânına kavuşmuşlardı. Topal Osman adamları vasıtası ile, korumuş olduğu kişilerin kendi ölüm fermanını imzaladıklarını haber alınca derhal saldırıya geçmiş, fakat amacına ulaşamamıştı. Sonunda başı gövdesinden ayrılmak suretiyle öldürüldü. Yani sağ kalma ihtimali olmaması için bu çareye başvuruldu. Sonunda hem bir muhalif liderden, hem de birçok cinayete karışmış ve sonradan başa belâ olacak bir kişiden kurtulmuşlardı. Şimdi de benzer senaryolarla karşı karşıyayız. 85 yıl önceki Türkiye ile şimdiki ülkemiz arasında çok fazla bir fark olduğu söylenebilir mi? Zira hâlâ darbe peşinde koşan ve buna teşebbüs eden cuntacılar serbestçe dolaşabiliyorlar. Bu insanların, haklarında suçlamalara neden olacak delilleri ortadan kaldırmak için çaba sarf etmeleri gayet doğaldır. Ne de olsa örnek aldıkları insanların yöntemlerini kullanıyorlar. “Amaca ulaşmak için her yol mubahtır” diyen Marksist ve faşistler gözünü kırpmadan adam da öldürebilirler. Bunun örneği çoktur. Lâkin onların bu dehşetli planlarını gördüğü halde engel olmayanlar, hatta “Ucu bana da bulaşabilir” endişesi ile delillerin karartılmasına neden olanlar bence daha büyük bir suç işliyorlar. Bir deniz albayının, hakkındaki vahim iddialara rağmen korunması, utanç verici bir durumdur. Elbette buna engel olamayan yürütmenin başı, yani icracı makamı işgal eden Başbakan da büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Mazeretler üreterek bu büyük suçlardan kendisini kurtaramaz. Bahriyemiz ne yazık ki büyük bir dindar insan kıyımına maruz kaldı. İşin acı tarafı bu zulmü işleyenler arasında yıllarca dini siyasete âlet eden insanlar var. Ordudan ve özellikle Deniz Kuvvetlerinden binlerce subay atıldı. Bir tanesi de bendenizdir. Elime tutuşturdukları kâğıtta, yani askeriyeden atıldığımı gösteren belgede, başbakan olarak Erbakan’ın da imzası var. İbret olsun diye saklıyorum. Şimdiki Başbakan Erdoğan da tarihten hiçbir ders çıkarmamış gibi aynı yanlışı yapmaya devam ediyor. Bir kanun maddesi ile bu zulmü durdurmak imkânı varken hiçbir işe yaramayan ve sadece “Ben âciz birisiyim” anlamına gelen “şerh koyma” ayıbına imza atıyor. Önceki siyasetçiler “ne yapayım bana engel olanlar var” diyerek suçlarına kılıf uydurabiliyorlardı. Lâkin şimdiki iktidarın hiçbir mazereti yoktur. ABD, Avrupa arkasında, medya çok farklı bir yapıya gelmiş durumda, Cumhurbaşkanı engen çıkarmıyor, Mecliste tek başına iktidar, muhalefet liderleri beceriksiz. Kısaca tarihimizde görülmedik bir şekilde her türlü olumlu imkân var. Fakat o da ne! Başbakan çaresiz bir vaziyette zulme ortak olduğu yetmiyormuş gibi üstelik asker ağzı ile konuşuyor. Savunma bakanı, generalleri savunma bakanı olmuş. Fesübhanallah… Bu yapılanlar elbette unutulmayacak. Elbette bir gün bunların hesabı sorulacak. Bu dünyada olmasa bile haşirde çetin bir sorgulama var. Yapılan haksızlıkları gördükçe içimde bir sızlama hissediyorum. Fakat beni daha fazla üzen, siyasetçilerin umursamaz tavırları ve pişkince hareket etmeleri. Kahredici bu durumdan kurtulmanın sadece bir yolu var, o da hesap gününe olan imanım. Eğer ahirete inancım olmasa vicdanım çok daha fazla sızlayacaktı. Rabbime bana imanlı bir şekilde yaşamak lütfunu verdiği için sonsuz şükrediyorum… 22.12.2009 E-Posta: [email protected] |