Şükrü BULUT |
|
Irkçılık tarih boyunca dinlerle mücadele etmiştir |
Irkçılığın semavî dinlere karşı kullanımı, ister istemez zihinleri yine bu hastalığa çeviriyor. İdraklerin bazen cehaletle, bazen medeniyetin oyuncaklarıyla ve bazen tarafgirlikle husufa tutulduğu bir zamanda; ilim, akıl ve mantığın kaale alınmadığı ve medenî bir toplumda hiç olmaması lâzım gelen ırkçılığın –sun´î de olsa– zaman zaman yükselen değer olarak ortaya çıkması, herkes gibi bizi de şaşırtıyor. Köşemizin ve mâlûmatımızın üzerinde detaylarıyla durmaya müsaade etmediği bu hastalığın tarihçesi hakkında ulemanın çok güzel tesbitleri var. Benî Âdem´in bu hastalığı ecdadı sayılan Kabil´den tevarüs ettiğini söyleyenler olduğu gibi, bizzat şeytana bağlayanların da sayısı az değil. “Üstünlük” duygusu, “seçilmişlik” düşüncesi veya “kişisel enaniyetin” kabile ve ırk enaniyetine dönüşümü ile ortaya çıkan unsuriyetin bütün peygamberler ve dinlerce reddedildiğini de biliyoruz. İşin garip bir ciheti, hemen hemen tüm enbiyanın “hak dinleri” tebliğleri esnasında ırkçılarla mücadeleye mecbur kaldıklarını, dinler tarihi ortaya koyuyor. Bu vadide, her ne hikmetse herkesin aklına Benî İsrâil gelse de; her milletin tarihinde az veya çok ırkçılar vardır. “Seçilmiş millet” düşüncesinin İsrâiloğullarında daha çok ortaya çıkmasının mutlaka birçok sebep ve hikmeti vardır. Kur´ân´da en çok zikredilen kıssalar arasında zikredilen Musa (a.s.)´ın hikâyesi veya Benî İsrâil´in buradaki tarihçesi bir bütünlük halinde hadis-i şeriflerin rehberliğinde ele alınsa, çokça medar-ı bahsedilen bu husus, en doğru şekliyle ortaya çıkar. Katle, tehcir ve tenkile maruz kalan Benî İsrâil´in sair milletlerde unsuriyet fikrini uyandırdığı da, araştırmacılarca çokça ifade edilen bir husustur. Bilhassa Endülüs´ün yardımıyla aydınlanan Avrupa´da bu husus çok dikkati çeker. Skolastik çağın mengenesinden kurtulan Avrupa´ya o günkü Hristiyanlık yön vermeyince, aklı esas alan ve zaman içinde Allah´ı ve semavî dinleri inkâra yönelen felsefenin ırkçılık fikrine adeta saksılık ve hatta bostanlık ettiğini hepimiz biliyoruz. Bir taraftan Avrupa halklarını uyandırırken diğer taraftan onları birbirine düşüren “ırkçılık felsefesini” tekâmül ettirenlerin milliyetleri, bir cihetle çok önemlidir. İslâmı Anadolu´dan atmak düşüncesiyle Osmanlı sonrasında ortaya atılan Kemalizm düşüncesinin altyapısının tamamen ırkçılık olduğunu bilenler, bu felsefenin ideologlarının kaynaklarını merak etmişler. Bilhassa Fransızca ve Almancadan tercüme edilen eserlerin çoğunun “şimal cereyanını” doğuran feylesoflara ait olduğunu görmüşler. Büyük ihtilâlle birlikte ipleri ele geçiren dinsiz feylesofların “ırkçılık ve dinsizlik”le mezcolmuş eserlerinin, o günden sonra Avrupa halklarına bir daha rahat yüzü vermediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlının “Frengistan” dediği Avrupa´nın merkezinden İslâm coğrafyasına ihraç edilen bu dehşetli fikirlerle başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere birçok İslâm beldesi bağımsızlığını kaybetmiş ve ecnebîlerin sömürgeleri haline gelmiştir. Hem Avrupa´yı ve hem de Asya´yı canından bezdiren bu fikrin tüm diktatörlerce az veya çok kullanıldığını her iki kıtada da müşahede ediyoruz. Bolşevik ihtilâline rağmen ırkçılık fikri; Arnavutlarda, Kafkaslar’da, Orta Asya Türkistan’ında ve Tataristan´da Müslümanlar arasında mütemadiyen canlı tutulmuştur. İkinci Dünya Savaşında devamlı bir şekilde suçlanan iki milletin dışındaki müttefiklerde de ırkçılığın daha yüksek boyutlarda olduğunu, dikkatli araştırma ortaya koyacaktır. Şayet “antisemitizm” kanunu Avrupa´da uygulanmasaydı, Alman ırkçılığının hakikî yüzü de ortaya çıkarılacaktı. Zamanın fevkalâde sür’atlendiği ve hadiselerin takip edilemeyecek hızla geliştiği dünyamızda, daha başka tarihî hakikatlerle birlikte, bu husus da vuzuha kavuşacaktır. Irkçılıkla hastalanmış insanlarda, birçok insanî duygu işlemez olur. Hak ve adalet duygusu kaybolmaya başladığı gibi; vicdan, vefa, merhamet, paylaşma ve insan sevgisi gibi insanî özellikler de zamanla kaybolur. Irkçılık fikrî yılan gibi sosyal bünyede yürümeye başladığı zaman, evvelâ hâmilerini zehirler. Kendilerini katil, tehcir ve tenkilden kurtaranların ölümlerini hazırlamada, piramitlerde çalışmış Mısırlı işçilerden daha gayretlice çalışırlar. Endülüs´ün yıkılışında ırkçılık fikri önemli rol oynadığı gibi, birçok Avrupa devletinin yıkılışı da bu illettendir. En önemli ve ibretli örnek ise; fedakâr ve keremkâr devletin İber´de katliamdan kurtardıklarının o devlete yaptığı olmalıdır. Osmanlı´nın fiîlen bitmesi, mazlum padişahın tahtından indirilerek Selanik´teki Carls Alattini köşküne hapsedilmesi ve Hristiyanların bu şehirdeki Osmanlı tebaası dönmeleri tehcire zorlamalarıyla birlikte mazlum padişahın İstanbul´a nakledilmesi hadisesi, bilinmeyen tarihimizin en yakıcı gözyaşlarıdır. 22.12.2009 E-Posta: [email protected] |