Yasemin YAŞAR |
|
Gürültülü yalan, sessiz hakikat |
Sıdk ile ihlâs arasında çok önemli bağlantılar vardır. Özellikle sıdk, Risâle-i Nur satırlarında, “İslâmiyetin üssü’l-esâsı ve ulvî seciyelerinin rabıtası ve hissiyât-ı ulviyesinin mizacı” olarak tanımlanmıştır (Hutbe-i Şamiye). Sıdk dendiğinde, doğru söz, hakikate uygun beyan akla gelir. Fakat sıdk kavramı doğru söylemekten biraz daha derin bir kavram olup, doğru sözün yanında doğru davranışı da ihtivâ eder. Yani sıdk, içi ve dışı bir, gizli, açık her hâlini aynı çizgide götüren, hayatını doğrulara göre planlayan gibi anlamlar içerir. Sıdkın bir ileri derecesi sadakattir. Sadakat de, söz ve tavırlardaki doğrulukla beraber, duygu, düşünce, niyette dahi doğru olmak, ulvî hislerin etkisiyle hareket etmek, şartları ne olursa olsun, inandığı hakikatten sapmamak gibi anlamlar içerir. Sadakat kavramı içerisinde ihlâs vardır. Yani artık doğruluk tabiatının bir parçası hâline gelmiş, insanlarla olan muâmelâtlarında hep dürüst davranan, bütün söz ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan vefalı ve samimî bir insan olmak demektir. Özü sözü bir tabiri, sadık insanlar için kullanılır. Ayrıca peygamberlerin vasıflarından da biridir. Güzel ahlâkın kapısı, ulvi seciyelerin rabıtası sıdkla mümkündür. Bir insanın güzel ahlâkla vasıflanması sıdk temelinde gerçekleşir. Resûlullah’ın (asm) peygamberlik tebliğindeki en belirgin vasfı sıdktır. Kâfirler bile O'nun (asm) doğru olduğundan şüphe duymamışlardır. Zaten âlimler, peygamberlik vasıflarını sıralarken, öncelikli vasıfları sıdk, ondan sonra emanet ve sonra da tebliğ olarak saymışlardır. Bir insanın sözlerindeki, nasihatlarındaki, tebliğindeki tesiratı arttıran şey, ilk olarak doğru sözlü olması, sonra güvenilir ve itimat edilir olmasıdır. Bediüzzaman, ‘İslâmiyetin esası sıdktır. İmanın hassası sıdktır. Bütün kemâlâta îsâl edici (ulaştırıcı) sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin (yüksek ahlâkın) hayatı sıdktır. Terakkiyatın (ilerlemenin) mihveri (ekseni) sıdktır” demiştir. Bediüzzaman’ın sıdk tarifi, esasında sadakati, o da esasında ihlâsı barındırmaktadır. Cüneyd-i Bağdâdî’ye (k.s.) sorarlar, “İhlâs ile sıdk arasında fark var mıdır?” “- Evet, ikisi arasındaki fark şöyledir: Sıdk işin temelidir ve ilk olarak o bulunur. İhlâs ise, sonradan meydana gelir ve sıdka tabidir. İhlâs amele girdikten sonra meydana gelir. Kula lâzım olacak asıl şey ihlâstır.” Sıdkın mânevî hastalıkları tedavi edici bir özelliği de vardır. Kizb (yalan) mânevî hastalanmaların sebebi iken, sıdk tedavi edicidir. Sıdkı hayatının her safhasında yaşamayanlar, sürekli gelgitler yaşayanlar bulundukları toplumun içerisine tereddüt salar, şüphe atarlar. Böylelikle emniyet edilme özellikleri tehlikeye düşer. Böyle insanlar hak sözler de söylese kulak verilmez. Bugün nasihatta bulunan, iman, Kur’ân hizmeti yapanların sözlerinin tesirsiz kalmasının bir sebebi de bu olsa gerektir. İşin temeli, ahlâkın esası olan sıdkı hayatın her karesinde yaşamaktır. Çok küçük görülen meselelerde dahi doğruluğun peşini bırakmamak, dili yalana hiç alıştırmamak gerekir. Zira yalan, küfrün esasıdır. İnsanı adım adım günahlara; günahlar şüphelere; şüpheler vesveselere ve mânevî hastalanmalara, oradan da küfre kadar götürebilir. Basit ve önemsiz görülen meselelerde dahi son derece doğru olmak gerekir. ‘Küçücük bir yalandan ne çıkar?’ gibi bir düşünce, felâketin aslında büyük bir başlangıcıdır. İnsan kalbinden doğruluk uzaklaşıp yalan kuvvet buldukça, kalpte nifak yerleşmeye başlar. Öte yandan yalanın kendisi bir kılıf olduğu gibi, bazen insan yalana da bir kılıf giydirir. Zımnî yalan dediğimiz bu yalanlar, abartma, mazeret üretme, tariz gibi kılıflara bürünürler. Meselâ, insanları şevke ve gayrete getirmek maksadıyla yapılan bir hizmeti, bir iken iki söylemek gibi abartmalar, tam tersi bir etki yaparak, insanları bırakın şevke getirmeyi, şüphelerini arttıran bir sonuç verecektir. Bir şeyi mübalâğa etmek, aslında örtülü olarak o şeyi zemmetmek (kötülemek) mânâsına gelir. Hâsılı, insan hem şahsî hayatı, hem sosyal hayatı mahveden yalana hiç başvurmadan bir hayat yaşaması gerekir. Özellikle de, iman, Kur’ân hizmetinde bulunanların bu konuda çok daha hassas olmaları gerekecektir. Çünkü dâvâ insanları, peygamberlerin yolunda giden ve peygamberî ahlâkla ahlâklanandır. Aksi halde, iman hizmetlerinde muvaffakiyetsizlik tokadını yiyecek ve ihlâs hakikatini bozdukları için de zaten az olan ameller bütün bütün elden çıkacaktır. “Evet, yol ikidir; ya doğru söylenecek, ya sükût edilecek” (Hutbe-i Şamiye). Üçüncü bir yol açık değildir. Şu gürültülü, eylemli, vurdulu kırdılı geçirilen dönem, yalanın kol gezdiği, sıdkın gizlendiği bir dönem olsa gerek. Zira yalan ve gösterişler gürültülü, hakikat ve samimiyet sessizdir. 20.12.2009 E-Posta: [email protected] |