Yasemin YAŞAR |
|
Önyargılara da bir önyargı |
Önyargılar insanın bir tür zihin faaliyetidir. Daha çok insanın kuvve-i vehîmesinin harekete geçtiği bir zihin faaliyeti olan önyargılar, ilk gözlemde, ilk tecrübede oluşan ilk intibalardır. İnsanın savunma mekanizmasının en dış zarfını oluşturan ve kuvve-i gadabiye merkezli çalışan ve kendiliğinden bir tepki olarak çıkan düşüncelerdir. Özellikle ikili ilişkilerde veya inançla ilgili meselelerde vehim kuvveti, hayal ile beraber çalışırsa, akla aykırı ve gerçeğe uymayan görüş ve düşüncelere kapılabilir. Bunun için büyükler önyargıların çıkış noktası olan vehim kuvvetine, bedenin şeytanı demektedirler. Çünkü bedenin bütün kuvveleri aklın emrine bağlı çalışırken, vehim kuvveti bu emre bağlı çalışmaz. Önyargıların tamamen zararlı olduğu söylenemez. Dozunda kullanıldığında faydalı olabilen bir zihin faaliyetidir. Fakat önyargının yargı haline gelmemesi gerekir. İnsanı gözlem, tecrübe, deneyden, kısacası hakikat arayışından mahrum bırakan bir önyargı, elbette zararlı olacaktır. Bu mekanizmanın sağlıklılığı, ancak önyargıya vardığımız kişi veya olguyu bizzat görmek, birebir temas etmek sûretiyle, önyargılarımızı teste tabi tutmakla olacaktır. Çünkü önyargıların sû-i zanna dönüşmek tehlikesi vardır. İnsan yaşadığı gün boyunca akşama kadar, gerek insanlar, gerekse hadiselerle ilgili aklından sayısız düşünceler geçirir. Bunların elbette hepsi kötü düşünceler değildir. Kötü düşüncelerin hepsi de sû-i zan değildir. Çünkü kalbe gelen her düşünce sû-i zan olmaz. Zan, kalbin bir tarafa kayması ile oluşur. Oluşan bu ilk düşünce, önyargıdır. Önyargılar ile zanlar arasında çok ince bir perde vardır. Önyargılar, zihin basamaklarının tasdik kısmına gelmeden oluşan bir faaliyettir. Önyargı insan tabiatının bir parçasıdır. Belli bir dereceye kadar faydalı bir fonksiyon görebilir. Önyargılar olmasa idi, insanın temkinli olması, gelebilecek tehlikelere karşı hazırlıklı olması mümkün olmayabilir, adem-i itimat sınırlarını aşıp zararlara açık hâle gelmesine sebep olabilirdi. Böyle faydalı bir fonksiyonu olan bu zihin faaliyeti, ne oluyor da zarar verme ihtimâli yüksek, mânevî hastalanmalara sebep, içtimaî hayata zarar veren kötü bir sıfat haline geliyor? Bunun cevabı, önyargılarımızın nereye kadar olması gerektiği, yani sınırlarını belirleyemeyişimizdir. İnsan, her karşılaştığıyla ilgili ilk intiba edinir ve bir önyargıda bulunur ve bu normaldir. Fakat bu normalliği bozan, anormal hâle getiren ise, daha sonraki tecrübelere, gözlemlere rağmen, ilk yargıdaki ısrardır. Gerçeği kabul etmemek ve görmemek bu zihin faaliyetini zararlı hale getirir. Bu artık önyargı olmaktan çıkıp, sağlıksız bir yargı haline gelmiş, hatta hastalanmış bir düşüncedir. Önyargılar zihinde oluşmaya başladığı andan itibaren hata yapma ihtimali artmaktadır. Hatta zulüm ve haramlara bile girmek söz konusudur. Çünkü zihne giren bir düşünce öyle yerli yerinde durmaz. Önce tahayyül, tasavvur, taakkul, iz’an, iltizam ve itikat haline gelinceye kadar bir dizi zihin basamaklarından geçer ve insan artık sû-i zan yapar, sû-i zan gıybete ve belki de iftiraya bile götürebilir. Bu zihinsel kirlenme, kalbi kirlenmeye yol açar ve insanda mânevî hastalıklar oluşur. Önyargılarımızın birçoğunu başkaları, hem de hiç tanımadığımız insanların oluşturması da işin bir başka vehametidir. Bugün medya organları, bu türden yanlış bilgilendirmelere, bilgi kirlenmelerine, önyargılara sebep olmaktadır. Bu yüzden özellikle başkaları tarafından oluşturulan önyargılara da bir önyargı gereklidir. Zihne giren bilgileri test etmek, doğruluğunu sınamak ve bu süre içinde sû-i zan ve gıybete girmeden beklemek en doğrusu olacaktır. İşin bir kötü tarafı da, test etme imkânı bulduğumuz halde, buna yanaşmamak, önyargıda ısrar etmektir. Bu bir alışkanlık hâline gelirse, bu düşünce tarzı insanı paranoyak yapar. Bediüzzaman, Hikmetü’l-İstiâze Risâlesinde, bu paranoyak ruh hâlinin tahlilini yapar. Daha çok imanî konulardaki şek meselesini anlatır: “Bir delilden neş’et etmeyen ihtimal-i zâtî, bir imkân-ı zatî olmaz ki, şüphe verip ehemmiyeti olsun.” İşte bu düstura göre insanlar, iman meselelerinin haricinde de delili olmayan imkân-ı zatileri, ihtimalleri asıl kabul edip, hüküm vermek gibi bir hastalığa düşebilir ki, bu hastalık şüphecilik dediğimiz, paranoyadır. O halde, önyargılarımızı zaman içinde sağlıklı yargılara dönüştürmenin yolu, hep hakikat arayışı içinde olmakla mümkündür. Elde edilen verileri de, akıl terazisinden ve vicdan süzgecinden geçirerek, insaf düsturlarıyla tartarak bir kanaate ulaştırmak gerekir. Muhakeme ve vicdanın devre dışı bırakıldığı yargılar, sahte ve aceleye getirilmiş yargılardır. Vicdan ve akıl ötelenerek varılan sonuçlar aslında bir yalandır. 15.11.2009 E-Posta: [email protected] |