Cevher İLHAN |
|
“İlke ve inkılâplar”la “açılım”! (2) |
Bugün hâlâ “din dersleri” kitaplarına dercedilen “Atatürk ve Din” okuma parçalarında “Atatürkçülük öğretisi” adı altında “dinin çağa ters düşen yorumlar ve din dışı eklemelerden kurtarılması”na girişilmekte. Dinle alâkası olmayan dünyevî ve felsefî teorilerle dinî meseleler yorumlanmakta, sözde “dinin düzeltmesi”ne kalkışılmakta. Meselâ, devletin dinle ilgili yegâne yetkili anayasal kurumu olan Diyanet’in başörtüsünün “Kitap (Kur’ân) ve Sünnet (Peygamberimizin hadisleri) ile sabit olan Allah’ın emri olduğunu bildiren iki açık fetvasına rağmen, “tesettürün-örtünmenin şeklinin Kur’ân-ı Kerim’de açık bir biçimde belirlenmediği” yorumu yapılmakta. “Atatürkçülük öğretisi” adı altında dinle alâkası olmayan teorilerle dinî meseleler yorumlanmakta, sözde “dinin düzeltmesi”ne kalkışılmakta. Bu durumda, “demokratik eğitim hakkı” nasıl temin edilecek? Türkiye’nin AB’ye taahüd ettiği ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) Ek 1. Protokolü 2. maddesindeki “hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, anne ve babaların çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” esası, “ilke ve inkılâplar” kuşatmasındaki “eğitim sistemi”yle nasıl yerine getirilecek? Yine Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan ve insan haklarının başında gelen, Anayasanın 24. maddesinde “devletin denetim ve gözetimi altına alınan” ve “kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcilerinin talebine bağlı” kılınan demokratik temel eğitim hakkı çerçevesindeki din eğitimi ve öğretimi nasıl hakkıyla verilecek?
“İLKE VE İNKILÂPLAR”LA DEMOKRATİKLEŞME OLUR MU? Gerçek şu ki, “resmî ideoloji” haline getirilen “Atatürkçülüğün” ve “ilke ve inkılâpları”nın dibâcesinden sonuna kadar hemen hemen her maddesine sokuşturulduğu “darbe anayasası”yla doğru dürüst bir demokratikleşmenin yapılamayacağı ortada. “Başlangıç” kısmında “hiçbir mülâhazanın Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği” yazılıp, “eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda, devletin denetim ve gözetimi altında yapılacağını” emreden ve demokratik eğitim hakkını daha baştan baltalayan maddelerle demokrasi, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetlerinde gelişme olur mu? Hâlâ “bütün erkek memurların ve müstahdemlerin şapka takması”nı, “bey, paşa, efendi lâkaplarının kullanılmaması”nı hükme bağlayan “devrim kanunları”nın 174. maddesinde “İnkılâp kanunlarının korunması” başlığı altında “Cumhuriyetin laiklik niteliğini koruma amacı”yla anayasal koruma ve kollama altına alınan ve üstelik bunun “Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı” kaydını getiren hükümlerle nasıl demokratikleşme sağlanacak? Gerçekten kadük “devrim yasalarını” ve 26 yıldır değiştirilemeyen “geçici 15. madde” ile darbeleri dayatanları “her türlü karar ve tasarruflarından dolayı cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiasıyla yargılanamalarını” yasaklayıp darbeleri ve darbecileri koruyan ve kollayan “ihtilâl Anayasası”yla demokratik açılım” olur mu? “Atatürkçülüğün eğitimde telkini”yle, “ilke ve inkılâplar”ın anayasa ve yasalarda tahkimiyle Türkiye demokratikleşseydi, darbe dönemlerinde olurdu.
ANTİDEMOKRATİKLİĞİN “KÜRTÇESİ”YLE “DEMOKRATİK AÇILIM”! Yedi yıllık süreçte, AKP siyasî iktidarının “ilke ve inkılâplar” karşısındaki kırılması devam etti. 12 Eylül ihtilâlinin ve 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinin “Atatürkçülük” ve “ilke ve inkılâpları” perdesinde dayattığı bütün antidemokratik ayrıklar, yasalar, yönetmelikler duruyor. Başta Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerdeki Kur’ân’a getirilen “yaş yasağı” olmak üzere hak ve hürriyetlere getirilen yasaklar devam ediyor. İktidar partisine mensup belediye başkanlarının eşlerinin “Atatürk ilke ve inkılâpları gereği” başlarını açmaları istendi; yine bu “gerek”le seçilen başörtülü meclis üyelerinin toplantılara alınmadılar. Bir belediye başkanının başörtülü adaylığına ve seçilmesine bizzat AKP tarafından itiraz edildi. Dinî bir vecibe ve Allah’ın Kur’ân’daki açık emri olan tesettür ve başörtüsünün tıpkı “yasakçılar” gibi “laikliğe aykırı, siyasî sembol ve gerginlik sebebi” olduğunun “hükûmet savunması”nda AİHM’e bildirildi. Deprem musîbetine âyet ve hadislerin tefisiri ve mânâsıyla “İlâhî ikaz” denmesinin “suç” sayılıp cezalandırılması, yine AKP hükûmetinin AİHM’e gönderdiği “savunma”da “gerekli” ve “yasal” bulundu. “İrticaî internet sitelerinin izlenmesi”ne dair 28 Şubat süreci siyasî aktörü koalisyondan kalan “tâlimat” ve yönetmelikler bir yana. AKP hükûmetinin 2005’te onay verdiği, “bölücülük ve aşırı sol akımlar”ın yanı sıra tam bir 28 Şubat süreci konseptiyle “irtica”yı da “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar”dan sayan ve “irtica ile mücadele”yi devlete hedef gösteren, “Anayasadaki inkılâp kanunlarının ödün vermeden uygulanması”nı isteyen “Millî Güvenlik Siyaset Belgesi” hâlâ yürürlükte. Başbakan Yardımcısı Arınç, hâlâ “İslâm güzeldir ama ‘İslâmcı’ olmak doğru değil; Atatürk güzeldir ama ‘Atatürkçüyüm’ diyerek onu istismar etmek çok çirkin ve yanlış” tevillerinde bulunmakta. Anayasa ve yasalarda devleti resmî ideolojinin cenderesine sokan antidemokratik tortuları temizleme düşüncesinden bile kaçınmakta… Şu çarpıklığa bakın ki, Marksist terör örgütü başı Öcalan, her fırsatta laisizmi vurgulayıp “Atatükçülüğü” övüp çözüm için “Kürt versiyonu”nu önermekte. AKP iktidarı ise hâlâ “Atatürkçülük”, “ilke ve inkılâplar” kalıpları içinde “Kürt sorunu”nu çözme zehâbında… Sahi “antidemokratikliğin Türkçesi” ya da “Kürtçesi” ile demokratikleşme olur mu? 14.11.2009 E-Posta: [email protected] |