14 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Acıdan bu sözlerim

İnsan bir acı yaşayınca, yaşadığı bu acının en büyük acı olduğunu zannediyor.

Sonra bir başkası geliyor, sonra bir başkası, sonra bir başkası. Ardı arkası kesilmiyor. Anlıyor ki, yaşadığı hiçbir acı bir önceki acıya benzemiyor. Bundan daha büyük bir acı yaşayamam zannettiği anlarda bile, bir bakıyor ki, kalbine yeni bir tanesi iniyor. Daha eskisinin acısı geçmemişken, kendisini yeni bir acının gözyaşlarında buluyor.

Çok seviyoruz, çok inanıyoruz, çok güveniyoruz, ama kırılınca, çok kırılıyoruz, çok yıkılıyoruz, çok üzülüyoruz. Belki daha az sevsek, daha az inansak, daha az güvensek, daha az yıkılıp daha az üzülürüz. Ama insan sevdiğini daha az nasıl sevebilir ki? Sevmeye sınır nasıl konabilir ki? İnsan sevdiyse çok sevmez mi? Çok inanmaz mı? Çok güvenmez mi? Çok severiz işte biz böyle ve çok kırılırız. Biliyorum ki, daha az sevemezdik, daha az kırılmadığımız gibi.

Bütün acılarımızı toplayıp bir heybeye doldursaydık ve ağzını sıkıca iple bağlasaydık patlardı.

Bütün sevinçlerimizi toplayıp bir heybeye doldursaydık ve ağzını sıkıca iple bağlasaydık uçardı.

Bütün üzüntülerimizi toplayıp bir heybeye doldursaydık ve ağzını sıkıca iple bağlasaydık akardı.

Bütün hüzünlerimizi toplayıp bir heybeye doldursaydık ve ağzını sıkıca iple bağlasaydık çökerdi.

Bütün yaralarımızı toplayıp bir heybeye doldursaydık ve ağzını sıkıca iple bağlasaydık kanardı.

Heybende taşırsın hep duygularını ve nereye gidersen götürürsün yanında. Kalabalıklardan geçersin, kimi zaman yalnızlığa düşersin, ama sırtında hep o heybe. Acılarımız da sevinçlerimiz gibi ebedî değildir oysa. Gelip geçici hepsi. Bir süre sonra etkisini kaybediyordu. Üzüntülerimiz, gözyaşlarımızla akıp gidiyordu. Hüzünlerdi bizi çökerten, yerli yersiz hatırladıkça boynumuzu bükük bırakan.

Ve yaralarımızdı, kaşıdıkça kanayan. Bizi bu kadar yaralayan, çaresiz bırakan yaralarımızdı. En kötüsü de merhemi yoktu. Yaraydı, merhemsizdi. Kanattıkça kanıyordu. En iyisi dokunmamaktı. Dokunmak yaralayıcıydı.

Bir de güzel sözler alırsın yanına, doldurursun heybene, yere bırakmaya kıyamazsın. Kelimelerin beli bükülecek sanırsın. Bir de şiirler alırsın yüreğine en dokunanından. Her adımında söylersin, söyledikçe hızlandırırsın adımlarını ne yetiştiğini bilmeden. Bir şiir daha alırsın, elinde tutarsın, bir duâ gibi söylersin, bir şarkı gibi eşlik edersin. Acının en dayanılmaz halindeyken bir şiir konar gelir, avucuna oturur ve sadece bir şiir gözyaşlarını dinlendirir. Keşke kelimeler bu kadar yaralamasaydı. Gerisi hep şiirdir zaten.

“Seni de vururlar bir gün ey acı

uçuşup durduğun kanatlarından

sazın sözün türkülerin tükenir

ellerin koynunda kalakalırsın”

(Ferman Karaçam)

Şiirden gerisi de hep umuttur. Sadece umut. Acıya dayanmaktır umut, dayanabilmektir. Dayandıkça yürürsün heybenle, yürüdükçe kanarsın. Yaranı sararsın yolda topladığın yapraklarla, merhem edersin bulduklarınla, doğrulursun, bitti zannedersin. Ta ki yeni bir acı gelip yüreğine oturana dek. Ve tekrar başlarsın sarmaya, dayanmaya, umuda, şiire, güzel olan her şeye. Ta ki, son durağa dek…

SÜVEYDA GÜNER

14.11.2009


Şaban Döğen’in yoğun bakımda verdiği ders

Dâvâ dostlarımızdan, hizmet erbabından ve en önemlisi Risâle-i Nur hizmetine gönlünü, aklını, bilgisini ve yer yer ailesine ayırması gereken vaktini hiç tereddüt etmeden ayıran; “Kardeşim, eve gitmesek de olur” sözleri ile sohbetleri tercih eden bir yapı.

Her Çarşamba akşamı Hüseyin kardeşin evinde dersler yapması, benim de o derse bir şekilde çağrılmam ile başlayan dostlukla beraber, yaptığımız iman derslerini unutmak zor. Aslında Şaban Döğen Ağabeyi gazeteden tanıdığımız kadarı ile tanımış idik. Sonraları Çarşamba akşamları devam eden sohbetlerle hukukumuz arttı ve daha iyi tanış olduk. Mütevazi oluşu, her derdinize söyleyecek bir şeyinin bulunması onun zenginliğinin ifadesi idi. Risâle-i Nur’dan ve fıkıh derslerinden ben şahsen çok şeyler aldığımı düşünüyorum.

Bu minvâlde giden arkadaşlığımız dostluğa dönüştü. Artık yaz-kış Hüseyin Beyin evinde çevreden gelen esnaflardan oluşan güzide toplulukta sohbetler devam etti. Onların üzüntüsünü de burada belirtmeden geçemeyeceğim. Çok üzüldüler, şok içindeler. Hüseyin Bey şöyle diyor: “Her zaman gelip ders yaptığı koltuğa baktıkça gözlerimden yaşlar süzülüyor.”

Öyle samimî ve kenetlenen bir ders sohbetimiz vardı.

Özellikle Rahman’a yürüdüğünü duyduğumda buna inanamadım, ama her nefis ölümü tadacaktı. “Kâlû innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” dedim ve duâ ettim.

Hemen çalıştığım hastaneden ayrılarak Cerrahpaşa’ya ulaştık. Yakınları ile kucaklaştık, ama ateş düştüğü yeri yakıyordu. Fakat onlar da metaneti elden bırakmadı.

Aslında Pazar günü bir ders almıştım Şaban Ağabeyden. Belki son dersi idi, ama yine de metaneti, kadere olan razılığı beni çok duygulandırdı.

Cerrahpaşa’da yoğun bakımda yattığını duyduğumda hemen ziyaretine gitmiştim. Hatta Hüseyin Bey ile beraber gidecektik, fakat orada buluşalım diyerek ayrı ayrı gittik. Onu son görüşüm oldu. Çarşamba sohbetlerine katılan arkadaşlarından bilmeden ama en son görenlerden olmuştum. Koroner yoğun bakımda o gün nöbetçi olan arkadaşımdan beni içeri almasını söyledim. İçeri kimseyi almadığını, ama hekim olmam hasebi ile (çok fazla kalmamak şartı ile) girebileceğimi söyledi. İçeri girdiğimde o tebessüm içinde bana “Aytekin kardeş, hoş geldin” dedi.

“Ağabey, nasılsın? Ne oldu böyle?” diye konuşurken bana oracıkta bir ders verdi. Yatağında, tüm belden aşağısı tutmadığı halde hiç moralini bozmadan “Kardeş” dedi, “Bir an gözüm karardı, yere yığıldım, hiçbir hareket yapamadım. Şuurum biraz bozulur gibi oldu ve irkildim. Dedim kendi kendime, ‘ölüm bu olsa gerek’ ve şehadet getirmeye başladım. Daha sonra düzelir gibi olunca aklım başıma geldi. Ve kardeş şunu anladım, ölüm her an her zaman, her yerde gelebilir. Bizim her zaman hazırlıklı olmamız ve gülerek karşılamamız gerek” diyerek bana bu kısa ziyarette dahi dersini verdi.

Gülüştük, hoş sohbet ettik ve birbirimize haklarımızı helâl edip sarıldık. Daha sonra yanından ayrıldım ve o arada yanıma gelen Hüseyin Ağabeyi içeri sokmak istedik. Ama nöbetçi doktor bey izin vermeyince çok da ısrar etmedik, neticede burası koroner yoğun bakım ünitesi idi.

Daha sonra vefat ettiğini duyduğumda çok üzüldüm ve ona duâ ettim. Ölmüşlerimize her duâ edişimde onu da bu duâ halkası içine alıyorum.

Evet belki biliyoruz, ama asıl olan her an ölümün geleceği. Şaban Ağabeyi rahmetle anarken, verdiği dersi bütün okuyucularla paylaşmak istedim. Allah rahmet eylesin. Âmin.

OP. DR. AYTEKİN COŞKUN -

[email protected]

14.11.2009


Şaban Döğen Hoca’nın hatırasına

“Hatırında mı, doğduğun zamanlar, Sen ağlardın, gülerdi âlem, Öyle bir zaman geçir ki olsun, Mevtin sana hande, âleme matem.”

İlk defa bir arkadaş, “Şaban Hoca hastaneye yatmış, duydun mu?” diye sorunca, hiç bizim Şaban Döğen Hoca olacağına ihtimal veremediğim için “Hangisi?” diye sormuştum. Meğer bizim değerli yazarımız, hocamız imiş. Şaşırdım ve üzüldüm. Daha sonra Cerrahpaşa Kardiyoloji yoğun bakımda 5-6 gün kaldıktan sonra, aort damarı yırtılması sonucu vefat ettiğini teessürle öğrendim.

Merhum ile 40 sene kadar evvel, talebeliğinde tanışmıştık. Ben o zaman, Sarıkamış’ta yedek subay olarak askerî hastanede levâzım asteğmen olarak bulunuyordum. O da hem Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okuyor, hem de kendi tabiriyle vazife almış, Sarıkamış’ta vaizlik yapıyordu. Cuma günleri, mübarek gecelerde gelip vaaz veriyordu. Aynı zamanda, hapishanede müdürden izin almış, mahkûmlara vaaz ve nasihat için gidip geliyordu. Bir iki defa da birlikte gittik. Canilere, katillere konuşmalar yapmış, ben de ders okumuştum. Fakat ben adamların yüzüne bile bakmaktan çekiniyordum.

Daha o zamanlar hocanın sosyal tarafı kuvvetli idi. Bir arkadaşın nişanı atıldığında bayağı aktif rol oynamış, arabuluculuğuyla, nasihatları ile barışı sağlamıştı.

Bizim peder rahmetli ve validem Erzurum’a geldiklerinde küçücük evinde onları da misafir etmiş ve bir akşam ağırlamıştı.

Şaban Hocanın iki ciltlik “Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi“ eseri çok beğenilmiş ve epey yankı yapmıştı. Sonradan “Deprem Çiçekleri”, “Sevgili Peygamberim” serisi gibi kırka yakın kitap çıkarmış ve bunlar için “Gençlik Yayınları”nı kurmuş, gençliğin imanını kurtarmak için çalışmalar yapmıştı. Allah gani gani rahmet eylesin. Bu kitaplar çok faydalı idi. Bir din dersi öğretmeni “Sevgili Peygamberim“ dizisi kitaplarını çocuklara tavsiye ettiğini ve çok faydalı olduğunu belirtmişti. Muazzez Üstadımızı ve Risâle-i Nur Külliyatını tanıtan eserleri defalarca baskı yapmıştı.

Birkaç sene evvel bir trafik kazasında kızını ve torununu kaybetmiş, yine hiç metanetini kaybetmemiş, sabırlı bir mü’min olduğunu görmüştük.

Merhumun Yeni Asya gazetesi köşesindeki yazıları da, hemen ilk okuduğumuz yazılardı. Kısa, öz ve mesaj dolu olurdu.

Aynı zamanda, radyo konuşmaları da çok faydalı olurdu, mutlaka dinler ve istifade ederdik.

Velûd bir yazardı, bıraktığı kırka yakın kitap onun bedeline konuşacak ve hizmete vesile olacak. Mekânı Cennet olsun, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar dilerim.

FERUDUN YÜCE

[email protected]

14.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.