İsmail TEZER |
|
Dâvete icâbet etti o |
Şaban Ağabey... Şaban Hoca... O hem ağabeyimiz, hem de hocamızdı. Hayatı bizim için hep ibret olduğu gibi, şimdi de ölümü bir ibret oldu... Tıpkı her faninin bakiye geçişinde verdiği mesaj gibi, Şaban Döğen de bırakıp gitti 'son mesaj' ını. *** Onunla son görüşmemiz, iki hafta kadar önceki bir telefon görüşmesi idi. Ahizenin öbür tarafındaki adam, her zamanki gibi hizmet aşkı ile dolu idi. Sesi, her zamanki gibi dinç ve zinde olduğunu hissettiriyordu muhatabına... Kendisine ulaştırılması gereken bir düğün dâvetiyesinden haberdar etmek için aramıştım onu. “Tamam, gazeteye geleceğim İnşallah” demişti. Ama gelememişti işte... Kalp krizi şüphesiyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’ne kaldırılmıştı. Orada bulunduğu yaklaşık bir haftadır, oğlu Nurullah Döğen’le gazeteden irtibata geçiyor, bilgi alıyor, duâlar ediyorduk. İçimizden de hep, şifa bulacak, yine müessese binasına gelecek, o yüzünden hiç eksik etmediği mütebessim çehresiyle bizi selâmlayacak, ara verdiği gazete yazılarına ve radyo programlarına devam edecek diye geçiyordu. Hep ümitvârdık tabi... Ama ölüm bu kadar da yakındı işte. “Gelmesi muhahhak olan herşey yakındır.” (Hadis-i şerif) *** Şaban Döğen’le ilgili anlatılacak çok şey var. Ama dar vakitte zihnimize hücum eden hatıralarının hepsine aktarmak mümkün değil elbette. Bizim Radyo’daki “Hayatın Tadı” programını, uzunca bir süre birlikte götürmüştük. Ben soruyorum, o da cevaplıyordu tatlı diliyle... Bir keresinde, kabir hayatıyla ilgili konuştuğumuz bir programda “Hocam,” demiştim “Hadis-i şeriften anladığımıza göre; kabir, içine girdiği ehl-i imanı dahi sıkarmış. Bu hadisi nasıl anlamalıyız? Kabir hayatının bu sıkıntılı hâlleriyle ilgili olarak ehl-i imana bir müjde yok mu?” Her zamanki tatlı ve müjdeci üslubuyla “Sevgili İsmail, hani hasretle beklediğimiz birine kavuşunca nasıl onu kucaklar ve sıkarız, işte kabrin de ehl-i imanı sıkması böyle olur” demişti. *** Kabir, işte şimdi onu kucaklamaya durdu. Hem de hasretle... Sadece kabir mi? Kabir âleminin cennet bahçeleri içinde başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, bütün enbiya, evliyâ ve hususan Üstadımız Bediüzzaman ve onun nur yüzlü talebeleri de onu karşılamaya durdular İnşallah. Hüsn-i istikbal ediyorlar, tebşir ediyorlar... Aziz bir dâvâ adamıydı o. Üstadımızın pek çok mektubunun başında bulunan “Aziz, sıddık, gayretli, vefakâr, cefakâr...” sıfatları ona ne kadar da yakışıyordu. Hayatı boyunca o, iman ve Kur’ân dâvâsında, bitmeyen enerjisiyle dur durak bilmedi. Sevenleri, yakınları onun bu hallerini çok iyi biliyorlar... Dâvet edilen her hizmet mahalline, çok önemli bir bahanesi olmadığı sürece gitti. Şimdi bir başka dâvete icabet etti. Onun bu hâli, sanki şu satırların bir tercüme-i hali idi: “Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil’de ‘Ahmed’, Tevrat’ta ‘Ahyed,’ Kur’ân’da ‘Muhammed’ ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed’lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.” (Bediüzzaman) *** Tam bir hizmet adamıydı o. Ömrünü tek bir cümleyle özetlemek gerekse, “Rıza-i İlâhî yolunda iman hizmeti” demek yeterli olurdu herhalde... Herşeyi O’nun içindi. O'nun rızası içindi... O'nun yolunda da vefat etti. Şimdi inanıyoruz ki o, kabirdeki suâl meleklerine, hayatında sürekli meşgul olduğu Risâle-i Nur hakikatleriyle cevap veriyor. Rabbim hepimize onun gibi örnek bir hayat sürmek ve O’nun yolunda emaneti teslim etmek nasip etsin. *** İnanıyor ve Rabbimizden ümit ediyoruz ki, Cennet bahçelerinde tekrar görüşeceğiz, dünya maceralarımızı yâd edeceğiz. Ruhu şad, mekânın Cennet olsun Şaban Hocam! 05.11.2009 E-Posta: [email protected] |