M. Latif SALİHOĞLU |
|
İnna lillâh... |
Bugün bir başka konuyu tam yazmaya başlamak üzereydim ki, sayfa komşum, dâvâ arkadaşım, otuz yıllık meslektaşım, aziz ve muhterem ağabeyim Şaban Döğen'in vefat haberi geldi. Haliyle sarsıldım ve bir müddet teessür içinde öylece kalakaldım. Birden lisanımdan "İnna lillâhi veinna ileyhi râciun" ifadesi dökülürken, aynı anda kendi vefatımı tahayyül ettim. Fikren istikbâle giderek kendi vaziyetimi düşünmeye koyuldum. Başka hiç çaresi yok, bir gün de bizim vefat haberimiz duyulacak. Vefatımız, muhtemelen yine bir meslektaşımız veya sayfa komşusu olduğumuz bir başka arkadaşımız tarafından sizlere buradaki ifadelere benzer sözlerle iletilecek. Bir mukadderattır ve kaçınılmaz bir âkıbettir bu. Ne demiş "Yaş Otuz Beş"'in şairi:
Neylersin, ölüm herkesin başında, Uyudun, uyanamadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misâli o musalla taşında.
Ulvî hüzün içindeyiz
Şahs–ı mânevî dairesi içinde âhir ömrüne kadar bir ferd–i mânevî olarak kalmaya mazhar olan Şaban Hocanın hasenat defteri, inanıyoruz ki kıyamete kadar açık duracak. Bu, herkese nasip olmayan bir mazhariyettir. Vefat haberiyle bizler müteessir olurken, bir yandan da onun ebedî âleme böyle tam istikamet üzere gitmesine cidden gıpta ile bakıyoruz. Acaba, bizler de istikameti son nefesimize kadar muhafaza edebilecek miyiz? İnşaallah diyerek, her daim duâ edelim.
Hatıralar geçidi
Şaban Döğen Hocamızla, çok uzun yıllara dayanan bir hukukumuz var. Onun takdire şayan ve sahasında bir çığır açan "Müslüman İlim Öncüleri" isimli çalışmasıyla ilgili olarak, 1984'te kendisiyle ilk röportajı yapmak bize nasip olmuştu. Tam sayfa halinde neşredilen o röportaj, aynı zamanda meslek hayatımın da en hacimli ilk çalışmasıydı. Keza, o tarihten tam on yıl sonra (1994) çıkan "Türk–Kürt Kardeşliği" ve 2003'te çıkan "Gün Gün Tarih" isimli kitaplarımız da, yine onun yardımı, destek ve teşvikleri sayesinde neşredildi. İstanbul'da ve Türkiye'nin muhtelif merkezlerinde birlikte defalarca seyahat yaptığımız ve sohbet/seminer programları sunduğumuz Şaban Hocamızla ilgili olarak daha pek çok hatıramız var. Zaman içinde bunların umumî veçhe kazanan kısmını sizlerle paylaşmayı ümit ederek, şimdilik nihayet vermek istiyorum. Aziz ve muhterem hocama Cenâb–ı Hak'tan rahmet ve mağfiret dilerken, ailesine, evlâtlarına ve yakınlarına taziyetlerimi sunuyorum. Hepimiz O'ndan geldik, yine O'na döneceğiz. Hepimizin başı sağ olsun.
Tarihin yorumu 5 Kasım 1914
Kıbrıs, bir günde işgal edildi
Meşhûr "93 Harbi"nden (1977–78 Osmanlı–Rus Savaşı) beri Kıbrıs'ta kiracı konumunda bulunan İngiltere, 5 Kasım 1914 günü itibariyle adayı resmen işgal ettiğini duyurdu. Böylelikle, Osmanlı Kıbrısı'nın 36 yıllık kiracısı, bir anda işgalci olup çıktı. Zaten sömürgeci ve işgalci yönüyle tarihe nâm salan İngiltere, Kıbrıs'ın işgali konusunda da tam bir fırsatçı rolünü oynadı. Zira, 1878'de tâ Yeşilköy'e kadar gelen Rusya'nın ilerleyişini durdurma teklifinde bulunan İngiltere, bu yardımın karşılığında ise kiracı sıfatıyla Kıbrıs'ın yönetimini istemişti. O tarihte, Rusya'yı hem kışkırtan hem de karşısındaymış gibi görünen İngiltere, 36 yıl sonra bu kez Rusya ile birlikte Osmanlı'ya saldırmak için fırsat bekliyordu. Beklediği fırsat, nihayet ayağına kadar gelmişti. İngiltere, Karadeniz ve Kafkaslar'da Rusya ile âniden savaşa tutuşan Osmanlı'ya Akdeniz'den saldırdı. 5 Kasım günü Kıbrıs'ı işgal etti. Bununla da yetinmeyen İngiltere, Mısır, Filistin, Sina, Hicaz, Suriye ve nihayet Çanakkale'de de yeni cepheler açarak, Osmanlı'yı imha etme, hatta tarihten silme plânını devreye soktu.
Kiracı, sömürgeci oldu
İngiltere (Birleşik Krallık adına), Kıbrıs'ı zor durumdaki Osmanlı devletinden 93 bin sterline kiralamıştı. Adayı, tayin ettiği bir komiser mârifetiyle yönetiyordu. Komiserlik, zamanla Kıbrıs'taki Rum ve Müslüman–Türk toplulukları arasında tam bir ayrımcılık siyaseti gütmeye başladı. Rumları kayırdı, Türkleri ise dışladı. Tıpkı, çok kısa bir süre sonra işgal ettiği Filistin topraklarında olduğu gibi. Orada da Yahudileri kayırıp Müslümanları dışladı ve zaman içinde o topraklarda işgalci bir İsrail devletinin kurulmasına imkân sağladı. Birinci Dünya Savaşının Osmanlı'ya sıçramasını fırsat bilen İngiltere, ilk etapta Kıbrıs'ı işgal etti ve burayı Birleşik Krallığın onayıyla resmen sömürgeleştirdi. Bu safhadan sonra, Kıbrıs'ı atadığı valiler eliyle yönetmeye başladı. Kıbrıs, 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasında da geri alınamadı. Dahası, adanın resmen de Birleşik Krallığa ilhakı kabul edildi. Öyle ki, Türkiye 1925'te Kıbrıs'a konsolos atamak durumunda kaldı. Ne var ki, Kıbrıs sorunu yıllarca devam edip gitti. Sıkıntı halen de bitmiş değil. Türkiye'nin ada üzerinde "garantörlük hakkı"nı elde etmesi, 1950'li yılların sonlarındaki Menderes hükümeti döneminde gerçekleşti. Başbakan Menderes'in bu iş için gittiği Londra'da uçak kazası (1959) geçirmesi ve bir yıl sonra da kanlı bir darbe sonucu iktidardan düşürülmesi gibi elim hadiselerin, Kıbrıs'la dolaylı da olsa bir bağlantısının olduğu fikrini hatıra getiriyor. 05.11.2009 E-Posta: [email protected] |