Şükrü BULUT |
|
Türkçemiz de AB’ye hazır değilmiş… |
Hangi meselede hazırız ki, diyeceksiniz… Hayır, hayır… Teknolojinin günlük hayatı sefihane etkilemesi, milletin zarurî olmayan ihtiyaçlarını temindeki kolaylıklar, global bankacılık ve eğlence sektörlerinin ülkenin dört bir yanına ulaşmasında Türkiye’mizin Fransa'dan ve hatta Almanya'dan ileride olduğunu söyleyebiliriz. Bu müjdeli haberimize devletimizin yetkilileri sevinebilirler. Asıl mevzumuza girmeden önce, halkımızın kafasındaki “açık pazar olma” düşüncesiyle AB kriterleri henüz netleşmiş değil. Kendi menfaatlerini esas alan bazı tüccarların AB normlarını seslendirmeleri, yozlaşmayı yaygın hale getirmek için Kopenhag kriterlerini öne sürmeleri, AB normları hakkında milletimizin kafasını karıştırıyor. Avrupa'nın ve bilhassa Almanya'nın “Amerika'nın bulaşıcı hastalığı” olarak nitelendirdiği tüketim ve sefahetin AB'ye mal edilmesi bu husustaki cehaleti de veriyor. Türkçemize gelince… 12 Eylül öncesi Türkiye'sinde sağ kesimin müdafaasını yaptığı Türkçemiz, Özal'ın başlattığı “Amerikanlaşma süreci” ile maalesef büyük yara aldı. İhtilâlin Amerika'dan getirdiği çocukların vitrine edilmesiyle Amerikan kültürüne ve İngilizceye bir hayranlık başladı. Daha doğrusu, “Türkiye’de iktidarın yolu Amerika'dan geçiyormuş” düşüncesi milletin arasına sinsi şekilde yayılınca; imkânı olanlar çocuklarını Amerika'ya gönderdiler, gücü yetmeyenler ise “İngilizce eğitime” yöneldiler. Ortaokulda başlayan Batı dilleri eğitimi önce ilkokulların dördüncü ve beşinci sınıflarına indi ve daha sonra çocuklarımızın okul öncesinden başlayarak eğitimin bütün kademelerini kuşattı. Esasında bu bir felâketti. Anadilde zayıf, kompleksli ve dünyevîleşme yoluna giren Türkiye'miz için bir felâketti. 12 Eylül’ün safına çektiği siyasal İslâmcılarla milliyetçilerin bu husustaki gardları düşünce, sömürge psikolojisi vatanın yedi bölgesini de sarmış oldu. İngilizce veya bir başka milletin dili Avrupa'da yükselen değer değildir. Bir Fransız veya Almana sokakta İngilizce soru sorduğunuzda Fransızca veya Almanca cevap alırsınız ekseriyetle. Kendi ailesine mensup İngilizceyi bizimkilerden on defa daha iyi bildikleri halde… Ya bizde? Sekülerizm, dünyaya tapma, millî değerlerden uzaklaşma ve sefahet… Ne derseniz deyiniz, netice değişmiyor. Hint dünyası silâh zoruyla işgal edilmişti. İngilizceyi Hindu, Urdu ve Sanskritçe'den çok iyi biliyordu. Fakat neticede sömürge idiler. Hindistan, Pakistan ve Bangladeş… Kuzey Afrika ülkleri Fransızca'yı “kitabî Arapçadan” daha güzel konuşuyorlardı. Akibeti hepimiz birlikte görüyoruz. Güneşin üzerinden batmadığı kraliyet, Türkleri Hintliler ve Araplar gibi sömürgelerine katmak istemişti. Kader Osmanlıdan veya Türkiye'den yana fetvasını verince, millet olarak sömürge olmaktan kurtulduk. Ama Türkiye'yi İslâm dünyasından uzaklaştırmak ve Müslümanları da dinsizleştirmek isteyenler Türklüğü bol bol kullandılar. Büyük gayretlerle dil ve tarih kurumlarını ihdas ettiler. O zamanlardaki “dilde ırkçılık” hastalığının yerini “anadilde tereddî” felâketi alınca, büyük bütçelere sahip kurumlardan çıt çıkmıyor. Bir Asya dili olan Türkçemizi Asyalı kelimelerden arındırma çabaları, gençliğimizdeki solcuların çalışmasıydı. Günümüzde böyle bir çalışmaya gerek kalmadı. Artık ilkokul çocuklarına kültür derslerini İngilizce veriyor, onları Amerikan ve İngiliz şarkılarıyla eğlendiriyoruz. Üniversitedeki akademisyen Türk dil bilgisini çoktan unuttu. Bilgisayar programlarıyla İngilizceden yaptığı tercümeleri Türkçeleştirmeye çalışıyor. AB ülkeleri içindeki “nev-î şahıslarına münhasır millî çizgilere” zaman zaman dikkatinizi çekmek istiyoruz. Herhangi bir Avrupa ülkesine üç-beş yıllığına misafir olarak da gidenlerden “iyi bir dil” isteniyor. Oturma müsaadeleri veya diğer sosyal haklar, dili bilip bilmediğine göre değerlendiriliyor. Oturmuş, kuvvetli ve milletçe benimsenmiş bir “dil politakası” olan Avrupa'ya Türkçemizin şu haliyle nasıl gideceğiz? İhtilâllerin zihniyeti bütün politikalarda olduğu gibi dil ve kültür politikasında da devam ediyor. Yani, icraatlar Türkiye'nin ve Türkçenin aleyhine devam ediyor. Vitrinlerdeki “millî görüşçülük,” ulusalcılık ve Türk ırkçılığı, hem Türkiye´nin ve hem de Türkçenin geleceğini karartıyor. Omurgasız, inisiyatifsiz, ufuksuz ve istikbale yönelik planları olmayan dil ve kültür politikalarıyla Türkiye AB'ye girerse, işler iyice sarpa sarar. Bulaşıcı bir hastalık gibi küreselleşme ile gelen kültürel problemlere, teknolojinin hakim cereyanlarca kullanılmasıyla ortaya çıkan “millî şahsiyet” zaaflarına ve yine komünikasyon tekniğinin kontrolsüz istimaliyle çocuklarımızda kaybolmaya başlayan duygular, istidatlar ve zevklere karşı hükümetin bir programı varsa, açıklasın. Biz de sevinç içinde özür dileyelim… 02.11.2009 E-Posta: [email protected] |