S. Bahattin YAŞAR |
|
İmandan kaynaklanan güven, vakar; benlikten kaynaklanan ise gururdur (2) |
Büyükler, kendini önemseyenlerdir Kendini beğenmek insanı küçültür. Beğenmek, sahip olunanları sabitlemek anlamına gelir ve tabiî ki bu da gelişmemek, geliştirmemektir. Beğenmek, bencillik etmektir. Beğendiğimiz şeyin gelişimini düşünmeyiz. Çünkü beğenmek, yeterli görmektir. Yeniliklere, gelişmelere kapanmaktır. Önemsemek ile beğenmek yanlış anlaşılmamalıdır. Önemsemek ile gururlanmanın bir alâkası yoktur. Önemsemek, taşıdığı maddî ve manevî değeri görmek ve anlamaktır. Bir şeyin gözümüzde bir değeri yoksa, gönlümüzde de bir değeri olmaz. Veren, hep önemli, hikmetli, değerli şeyleri vermiştir. İnsanın onları önemsemesi, Veren’i hatırladığından olmalıdır. Veren büyükse, verdiği küçükler bile anlam kazanır. Kendine güven ile gurur da karıştırılıyor. Güvenin gurur olmadığını önce dini öğretilerimiz bize öğretir. Gerçek Güç kaynağı kendisi olmadığına inanan insan, gücün kaynağına ulaşır. Yani güç vehmettiği kendinden geçerek, gerçek Güce ulaşır. Bunu da insana en güzel anlatan olgu, insandaki ‘aciz’lik ve ‘fakir’lik kaynağıdır. İnsanın acizliği ve fakirliği arttıkça, asıl yaratıcı Güce sığınması artacaktır. Sınırsız ihtiyaçlarla ve sonsuz düşmanlarla etrafı sarılmış insanın; bu ihtiyaçlarına karşı her şeyi görüp gözeten ve her şeye gücü yeten bir Yaratıcıya dayanması, en sağlam güç olacaktır. O zaman, Yaratıcı’ya iman edenlerin, hakikatte en güçlü ve en önemli insan olmaları icabediyor. ‘Hakikî imanı elde eden kâinata meydan okuyabilir’ gücü buradan kaynaklanıyor. Bütün güçlerin kendisinde olana iman etmek, en büyük güç kazanmak değil de nedir?
Büyükler, kendini önemseyenlerdir Hiçbir büyük, kendini bırakmış, dâvâsını bırakmış değildir. Kendini, dâvâsını; kendine ve dâvâsına temas eden her şeyi önemsememiş bir büyük yoktur. Önemsemek, önemli bir şeyler taşıyor olduğunun farkında olmaktır. Verilenlerin kadrini, kıymetini bilmektir. Emare olan nefsini zemmetmek ile, verilenlerin kadrini, kıymetini bilmek ve onları önemsemek aynı şeyler değildir. Sahip olunan maddî ve manevî zenginlikleri önemseyerek taşımak, Veren’i önemsemenin sonucudur. Bu hal, gerçek kendine güvenin ta kendisidir. Hakikî Güce dayanmak, gerçek dayandığına güvenmektir. O, kendisine hakikî güvenenin, güvenini boşa çıkarmayandır. Onun için hemen ifade etmek gerekir ki, imandan kaynaklanan güven, vakar; benlikten kaynaklanan ise, gururdur. İman, insana gücü, güven unsuru olan şeyleri Verenin de gerçek Güçlü olduğunu öğretir. İnsan aciz ve fakir olduğu için, kendisine verilenler ancak birer emanettirler. İnsan, haddini aşmadan kendisine emanet edilenleri taşısa ve onları kullanım ölçülerinde geliştirse, en büyük kazancı elde edecektir. Ama o maddî ve manevî kazançları elde edince, o kazançların kendisinden olmadığını unutmamalıdır. İnsanın kendini, değersizlikle değerlendirmesi içerisinde ele alması kadar yakışıksız bir tutum olamaz. Maddî ve manevî çok ciddî bir zenginliğin emanetçisi olan insan, bunu görüp, değerlendirip, kendisindeki yüklü programları kullanamıyorsa, bu, olsa olsa o insanın tembelliğidir. İnsan bu haliyle, kullanmadığı kabiliyetinden de sorumludur. Çünkü insandaki bu kudretten cihazat ve kaderden yüklü program, Yaratıcının gizli hazinelerini keşfetmeye dönüktür. Bilmek ve bilinmek istemeklik bunu gerekli kılıyor. Yani bu muhteşem emanet cihaz ve program, sadece taşınmak amaçlı değil, kullanmak ve geliştirmek amaçlıdır.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Kendinizi tanımlarken, nasıl bir cümle kuruyorsunuz bilmiyorum. Ama hemen yakınımdaki iki kişiye bu soruyu soruyorum. Karşıma, ‘kocaman bir hiç’ cümlesi ile, ‘bilmiyorum’ cümleleri çıkıyor. Soruların muhatabını çoğaltıyorum. Aman Yarabbi! O ne kendine acımasız cümleler, o ne kaba ifadeler ve o ne anlam okumasından yoksun tanımlamalar! Şaşılacak bir şey bu. Bunun çok acil değişmesi gerekiyor. Böyle bir anlam okur-yazarlığından uzak bakış açısı her şeyi karartıyor ve üzerindeki nakışları okunmaz hale getiriyor. Nefsin mahiyetinin çirkin oluşu, insanın kendisini çirkin tanımlanmasını sonuç vermemelidir. İnsanda Güzel’den çok anlamlı donanım bulunmaktadır. Yeter ki insan, bu güzellikleri, kendinden bilmesin. Onun için kendimize karşı, güzel olan şeyler için güzel tanımlamalar içerisinde olmalıyız. Çünkü o bizden değil, O’ndandır. İnsanın nefsinden olanlar ancak çirkinliklerdir. Böyle bakınca, kendimizle ilgili güzel olan her şeye karşı da güzel tanımlamalar içerisinde olmalıyız. Çünkü onlar da O’ndandır. Böylece, neticeleri güzel ve anlamlı olan çirkinlikler bile anlam kazanıyor. “Ben bir hiçim,…, işimde-gücümde hayır yok,… bakma benim sözüme, laga luga, boş, anlamsız…, sen beni hesaba katma,…, beni geçin...,” gibi cümleler, sahip olunan onca zenginliği, onca maddî manevi değerleri yokluğa mahkûm etmek demektir. Ahsen-i takvîm olarak yaratılan insan, yükselişiyle ala-i illiyyine; düşüşüyle, esfel-i safiline dönük bir yürüyüşün içinde buluyor kendini. İnsanın düşüşüyle kendisine verdiği zararı, cümle âlem toplansa kimse ona veremez. Buna hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Nefsini ve nefisten olanları çirkin, hakir görmek; her şeyi çirkin ve hakir görmeyi gerektirmiyor. Çünkü küfür ve dalâlet dışındaki her şey için, Allah’a hamd etmek insana yakışandır. Bu noktada da had aşılmamalıdır. İnsan da, insanın sahip oldukları da, başına gelenler de hepsi birer özel ilginin sonuçlarıdır. İman bunu gerektiriyor. 02.11.2009 E-Posta: [email protected] |