M. Latif SALİHOĞLU |
|
Cuntayı ihbar cezası (2) |
Demokrat Partinin 1957 seçimlerinde de zafer kazanarak tek başına iktidara gelmesinden, en az muhalefetteki CHP'liler kadar ordunun içindeki Halkçı ve ırkçı subaylar da rahatsız olmuşlardı. Demokratik mücadele yöntemleriyle başarı kazanamayacakları ve kolay kolay iktidar yüzü göremeyecekleri kanaatine varan bu muhalif kesim, bu kez metod değiştirmeye, dolayısıyla gayr–ı meşru ve ant–i demokratik yollara tevessül etmeye başladı. İşte, 1957 yılı sonlarında ucu görünen ve altı ay boyunca "sözde sorgulama"sı yapılan "Dokuz Subay Cuntası" hadisesi, hasıl olan şiddetli rahatsızlığın ve perde altında yürütülen kànun dışı faaliyetin bâriz bir tezâhürü idi. Ne var ki, o dönemin en üst seviyesindeki siyasî ve askerî yetkililer, uç veren bu vahâmetin farkına tam olarak varamadılar. Bunun öncelikli sebebi ise, darbe heveslisi bazı üst rütbeli subayların (Org. Cemal Tural gibi) soruşturma ve sorgulama adı altında meseleyi örtbas etme çabasıdır. Şimdi, esrarengiz şekilde yürütülen ve gereken hukukî işlem yapılmadığı için 27 Mayıs (1960) Darbesini netice veren bu hadisenin detaylarına geçelim. Konuyu enine boyuna araştıranlardan biri de Can Dündar'dır. Dündar, 20 Temmuz 2008 tarihli Milliyet'teki köşesinde, "Dokuz Subay Cuntası"nın başlangıç safhasına dair şunları yazdı: "(1957 seçimlerinden sonra) Ordu içinde ihtilâlci cuntalar türemişti. Bunlar darbe için fırsat kolluyordu. Müdahale plânı yapanlardan biri de Kore’den yeni dönmüş olan Faruk Güventürk’tü. İhtilâl plânları yapanlar, daha 1954’te Güventürk’ün kapısını çalıp klasikleşmiş bir darbeci sorusu olan 'Gidişatı nasıl görüyorsunuz?'la nabız yoklamışlardı. 'Beğenmiyorum' cevabı, derhal bir örgüt selâmına dönüşmüştü: “Öyleyse birlikte bir teşkilât kuralım.” Bu kadar basitti işte... Hemen üye yazımına başladılar. “Dürüst, yetenekli, güvenilir arkadaşlar” cemiyete kaydedildi. Yazılı hiçbir metin tutulmayacak, hücre teşkilâtı şeklinde çalışılacak, hücreler birbirine eklenerek zincirleme büyüyecekti. Yeni örgüt, o dönem Ankara’da kök salan Albay Talat Aydemir ekibiyle buluşunca iyice genişledi. Yarbay Güventürk, girdikleri işin gerçek adını koydu: “Bu, bir ihtilâl teşkilâtıdır. Sonunda ya iktidara, ya darağacına gideriz.” Bunun üzerine ihtilâl yemini ettiler.
Lider arayışı
Yarbay Güventürk'ün öncülüğünde yürütülen gizli faaliyet, nihayet gelip "Lider kim olacak?" noktasına dayanmıştı. Cuntacıların aklından geçen ilk isim, hiç şüphesiz İsmet Paşaydı. Bu yöndeki niyetlerini paşaya izhar ettiler. İnönü, kendisine dolaylı yoldan yapılan teklifi kabul etmedi. Ancak, bu demokrasi dışı faaliyetin önüne geçme teşebbüsünde de bulunmadı. (Darbe yapan cuntacılar, 1961'de Menderes'i idam ettirdikten sonra, İsmet Paşayı da 4 yıllığına başbakanlık koltuğuna bir güzel oturttular.) Güventürk'ün ikinci sıradaki tercihi Millî Savunma Bakanı Şemi Ergin'di. Bu da kabul gördü. Zira, cuntacılar onu da kendilerine yakın görüyordu. Ama, acaba yapılacak olan teklifi kabul edecek miydi? Bu maksatla randevu alındı. Yardımcılarını da yanına alan Güventürk, makam arabasıyla giderek Bakan Ergin'in kapısını çaldı. Bundan sonrasını ise, bizzat Güventürk'ün kendisi Can Dündar'a şöyle anlatmış: “Silâhım belimdeydi. Kapıda cip bekliyordu. Eğer ‘Tuttum, muttum’ deyip tevkife yeltenirse, Bakan’a suikast yapacağım, oradan aşağıya ineceğim. Ciple Bolu ormanlarına gideceğim.” Güventürk’ün bir güvencesi vardı: Bakanın emir subayı Adnan Çelikoğlu da “teşkilâttan”dı. Bir şey olursa o da kapıda duracak ve yardımcı olacaktı. Makama girdiğinde lâfı biraz dolandırıp “Gidişatı nasıl görüyorsunuz?” mevzuuna geldi: “Efendim, siz askere çok yakınsınız. Biz de sizi çok severiz. Önünüzde bir tarih nehri akıyor. Bu tarih nehrinin şerefini, şanını üzerinize alabilirsiniz. Gelin bize lider olun. Biz, bu iktidarı devirmek istiyoruz.” “Beni bulaştırmayın, siz buyurun! Olacak iş değildi; ama Ergin şaşırmış görünmedi. Munis bir edayla şunları söyledi: “Söylediklerinizde haklısınız. Fakat ben bir kasaba avukatıyım. Benim karakterim buna müsait değildir. O bakımdan siz isterseniz yapın. Beni karıştırmayın.” Parodi burada da bitmedi. Bakan Ergin, bu görüşmeden çıkıp Bakanlar Kurulu toplântısına girdi. Toplântıda Menderes, kendisine yeni ihbar edilen bir ihtilâl hazırlığını açıkladı. Samet Kuşçu adlı bir binbaşı, cuntacı 9 subayın adını vermişti: 3 albay, 4 binbaşı, 1 yüzbaşı ve Faruk Güventürk... Ergin, bu son ismi duyunca, “Ben biraz önce kendisiyle görüştüm. Bana cuntanın liderliğini teklif etti” demedi tabiî... Bir ara istifaya yeltendi. Bunu, teşkilât üyesi emir subayı engelledi. “Yapma, etme” diye razı ettiler. Vazgeçti. Teşkilâtı da ele vermedi. *** Neticede, hükûmet yetkilileri Samet Kuşçu'dan cuntacıları konuşturup plânlarını polis nezaretinde ortaya çıkarmasını istedi. Acemice yapılan çalışmalar neticesinde, ismi verilen 9 cuntacı subay hakkında usûlen de olsa soruşturma başlatıldı. Bu arada, deşifre olan subaylara, yukarıdan da emir geldi. Bundan böyle irtibatlıymış görünmemeleri istendi. Ancak, yine de dâvâ açıldı ve cuntacılar 26 Mayıs 1958'de Polatlı Topçu Okulu’nda askerî hakimin karşısına çıkarıldı. Mahkemede, hakimi de tehdit etmekten çekinmeyen Güventürk'ün "1 numaralı kişi" olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen, altı ay devam eden duruşmalar neticesinde, Güventürk ve yol arkadaşlarını değil de, onları ihbar ederek plânlarının akim kalmasına sebebiyet veren Binbaşı Samet Kuşçu cezalandırıldı. Kuşçu, “Orduyu isyana teşvik”ten iki yıl hapse mahkûm edildi. Güventürk ve cuntacı arkadaşları ise, terfi kazanmaya devam etti. Üstelik, 27 Mayıs Darbesinin de en gözde adamları arasında yer aldı. 1992'de ölen Güventürk, 1969'da Korgenerallikten emekli oldu. Bu cuntacı generalin Risâle–i Nur aleyhinde yazmış olduğu iki kitapçık, bir zamanlar Yargıtay Ceza Genel Kurulunca da ne yazık ki esas kabul edilmişti. 02.11.2009 E-Posta: [email protected] |