M. Latif SALİHOĞLU |
|
Belgeler konuşuyor |
Adlî tıp raporuna göre de, bir cunta hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilen "İrtica eylem plânı" sahte bir kâğıt parçası değil, sahih ve essah bir belge olduğu ortaya çıktı. Bu da gösteriyor ki, bundan böyle artık zanlar, tahminler, şahsî ve indî kanaatlere değil, gerçek ve inandırıcı belgelere kulak verilecek. Doğruluğu tesbit edilen belgeye göre, ordu içinde yapılanma sürecine giren bir cunta, harekete geçmek için de dehşet veren, tüyler ürperten bazı eylem plânları hazırlamış. Kim bilir, bu kaçıncı cunta ve hazırlanan kaçıncı eylem planıdır bu? Allah, bu milleti darbecilerden ve ordumuzu da cuntacıların şerrinden, hile ve desiselerinden muhafaza eylesin. Son elli–altmış yılda ordu içindeki gayr–i hukukî ve gayr–î vicdanî yapılanmaların ilki kanlı 27 Mayıs Darbesini (1960) netice verdi. Bu darbe ile, kıyâmete kadar unutulmayacak günâhlar, zulümkârlıklar işlendi. Mazlûm Demokratlara yapılanları az bile gören bazı subaylar, üç–dört yıl sonra bu kez Albay Talat Aydemir'in etrafında kümelenerek bazı teşebbüslerde bulundu. Ordu, kendi içinde bir temizlik yaparak bunları idam, ihraç ve ağır hapis ile cezalandırdı. Ne var ki, ordu içinde cuntacılık damarı depreşmeye devam etti. "9 Mart Cuntası"nı diskalifiye eden "12 Mart Cuntası", meşrû hükûmete muhtıra verdi ve istifa edilmemesi halinde darbe yapacağını resmen ve alenen ilân etti. Cuntacılık sıtması 1980'de bir kez daha tekerrür etti. 12 Eylülcüler, yine seçimle işbaşına gelen hükümeti devirdi ve bir dizi siyasî yasaklarla demokrasinin gelişimine çok ağır bir darbe vurdu. Zaman içinde ortaya çıkan bilgi ve belgelere göre, yine ordu içinde daha başka cuntacı yapılanmalar da olmuştur. Hatta, çok ciddî bir çalışma ve o derece de tehlikeli boyutta bazı ihanet planları hazırlanmış, bunların devreye sokulmasına ramak kalmıştır. Yani, bu cuntalar birkaç kez olmak üzere "Orduyu kışlanın kapısına kadar getirmeyi başarmış", ancak nihaî maksadına nail olamadan geri adım atmak mecburiyetinde kalmıştır. Şimdi medya marifetiyle ortaya çıkan bu son "İrtica eylem plânı" belgesi açıkça gösteriyor ki, cuntacıların ruhuna işleyen şu "darbe sıtması" yeniden nüksetmeye başlamış, ancak hedefe varmada başarılı olamamıştır. Dileyelim ve duâ edelim ki, işlenen bu hukuk dışı planın ve plancıların üzerine ciddiyet gidilsin, kànunlar çerçevesinde bu işin hesabı sorulsun da, cuntacılık hastalığı bir daha dirilmemek üzere tarihin mezarlığına gömülüp gitsin.
Tarihin yorumu 27 Ekim 1913
Sofya'dan Eceabat'a (Zaferden sonra)
Resmî olsun, gayr–ı resmî olsun, M. Kemal'in kronolojik hayatına dair hemen bütün kaynaklarda, onun Sofya Ateşemiliterliğine 27 Ekim 1913'te atandığı ve buradaki askerî ateşe görevinin Ocak 1915 tarihinde sona erdiği belirtiliyor. 20 Ocak'ta Tekirdağ'daki (o zamanlar Tekfurdağı deniliyordu) 19. Fırka Komutanlığına tayin edilen M. Kemal'in fırkasıyla birlikte Gelibolu'nun Eceabat bölgesindeki ihtiyata sevk edilme tarihi ise, tamı tamına 23 Mart 1915'tir. Bu da, Çakakkale Zaferi'nin kazanıldığı 18 Mart'tan 5 (beş) gün sonrasına tekabül ediyor. Yani, iki kere iki dört eder kat'iyyetinde ifade edelim ki, M. Kemal'in Gelibolu Yarımadasına gelişi dahi, Çanakkale Deniz Zaferi'nin kazanılmasından sonradır. Üstelik, 18 Mart'ta yenilgiye uğrayarak Ege Denizi açıklarına çekilen düşman donanması ile Osmanlı kuvvetleri arasında 25 Nisan gününe kadar da bu bölgede hemen hiçbir vukuat yaşanmıyor. Dolayısıyla, Çanakkale Savaşlarının ikinci etabı olan Gelibolu Muharebeleri 25 Nisan 1915'te başlamış ve yıl sonuna kadar devam etmiştir. Son tahliye işlemlerinin olduğu tarih ise, 9 Ocak 1916'dır. Yaşanan tarihî gerçekler bu merkezde olmasına rağmen, ne yazık ki, bazı gerçekler saptırılarak veya ters–yüz edilerek bu millete yutturulmaya çalışılıyor. Yaklaşık seksen yıldır düzenenlenen Çanakkale Zaferi kutlamalarında, özellikle M. Kemal'in ismi en ön plana çıkartılarak yakın tarihimize düpedüz "yalan yanlış" şeyler söylettiriliyor. Bunca zamandır bu işgüzarlığı yapanlara doğru tarih ve tarihin vicdanı adına şunları söylemek ihtiyacını duymaktayız: 1) Beyler! Her yıldönümünde kutlama merasimleri yapılan Çanakkale Zaferi 18 Mart 1915'te kazanıldı mı? Kazanıldı. M. Kemal'in bölgeye gelişi de bu tarihten sonra mıdır? Evet. Peki, o halde nasıl oluyor da siz onu kazanılan zaferin en öncelikli komutanı olarak lanse etmeye çalışıyorsunuz? 2) Deniz zaferinin kazanılmasından yaklaşık bir ay, bir hafta sonra başlayan Gelibolu Muharebeleri esnasında M. Kemal'in rütbesi "Yarbay/Kaymakam" mıdır? Evet. Ayrıca, onun üstünde aynı cephede yüzlerce, hatta binlerce Albay, Tuğgeneral, Tümgeneral ve Orgeneral (Paşa) rütbeli Alman ve Osmanlı subayı var mıdır? Vardır. Peki, o halde nasıl oluyor da ona hepsinin üstünde bir mevki vermeye gayret ediyorsunuz? 3) Şayet, kahraman ordunun 18 Mart 1915'te kazanmış olduğu Çanakkale Zaferini ille de M. Kemal'e mal etmek istiyorsanız, o halde bu zafer tarihini değiştirmeniz ve kutlamaları daha ileriki bir tarihe almanız gerekmez mi? Haydi, elinizden geliyorsa bunu da yapın. Böylelikle, hiç olmazsa M. Kemal'i aynı tarihte hem Çanakkale'de, hem başka yerde gösterme garabetine düşmekten kurtulmuş olursunuz.
Bazı ek bilgiler * Çanakkale Zaferi gibi, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü de resmen 18 Mart'tır. * M. Kemal, 25 Nisan 1915'te başlayan Gelibolu Muharebeleri esnasında, 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşanın emrinde bulunuyor. * M. Kemal, Kara Kuvvetlerine bağlı bir Osmanlı subayıdır. Yani Bahriyeli/Denizci değildir. 18 Mart ise, aynı zamanda bir Deniz Zaferidir. * 25 Nisan'ın "Anzak Günü" olarak ilân edilmesi ve Avusturalyalırar ile Yeni Zelandalıların her yıl gelerek Gelibolu'da törenle ölülerini yadetmesi, 1934'te verilen resmî izinle başladı. 27.10.2009 E-Posta: [email protected] |