Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Silbaştan |
Döndük, dolaştık; ilk ortaya atıldığı tarihten dört buçuk ay sonra, Albay Dursun Çiçek imzalı belge bir kez daha gündemin ilk sırasına oturdu. Bu defaki geliş sebebi, aylarca “Sahte mi, gerçek mi?” tartışmalarına konu olan belgenin orijinalinin ortaya çıktığı ve altındaki “ıslak imza”nın Çiçek’e ait olduğunun Adlî Tıp raporuyla tesbit edildiği yönündeki haberler. Başından itibaren Albay Çiçek’in arkasında olduğu mesajı veren ve “kâğıt parçası” olarak nitelediği belgeyle ilgili son açıklamasında, “Üretip sızdıranların belirlenip yargı önüne çıkarılmasını bekliyoruz” diyen Genelkurmay, bu son gelişme üzerine yine sıkıntıya girdi. Konunun önce medyada yer almasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmenin ötesinde bir tepki de veremedi. Askerî Savcılığın takipsizlik kararını müteakip Ergenekon hakimince Çiçek hakkında verilen tutuklama kararının 18 saat sonra kaldırılmasını takiben, konunun Çiçek üzerinden kendisine yöneltilen ve “asimetrik psikolojik harekât”ın bir parçası olarak nitelediği ithamlar yönüyle artık kapandığı kanaatine varan Genelkurmay, buna paralel olarak söz konusu suçlamaların hesabının sorulmasını talep etme “modu”na girmişti. Albay Çiçek’in Ergenekon savcılarını HSYK’ya şikâyet etmesi ve Genelkurmay’ın da belgeye ilişkin haberi yazan Taraf muhabiri hakkında suç duyurusunda bulunması, bunun yansımalarıydı. Şimdi bir kez daha başa dönülmüş oluyor. Yani, Erdoğan’ın dağdan iniş ve açılım için söylediği “silbaştan” durumu, belgede yaşanıyor. Gerçi son gelişmenin, bir muvazzaf subay tarafından, beraberinde ıslak imzalı orijinal belge ekli olarak Ergenekon savcılarına gönderilen bir ihbar mektubuyla gündeme gelmesinde ve işin zamanlamasında, cevap bekleyen yeni sorular var. Belgenin orijinalinin ortaya çıkması neden bu kadar zaman aldı? Taraf’ın konuyla ilgili ilk manşetinin atıldığı 12 Haziran’dan bu yana geçen ve çok kritik gelişmelerin de yaşandığı süreç ortadayken, bunca beklenmesinin “hikmet”i ne? Daha ötesinde, bu gelişmenin, asker içinde içten içe giderek büyüdüğü öne sürülen mücadelede yeni bir aşamayı ifade ettiği söylenebilir mi? Ve çok önemli bir nokta: Org. Başbuğ’un, bazı kritik konularda yaptığı kesin ve bağlayıcı açıklamaların bilâhare kendisini zora sokacak gelişmelere müncer olması nasıl değerlendirilmeli? Ergenekon operasyonlarında ele geçirilen mühimmatlar ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü yere giden gazetecinin askerî helikoptere alınmaması konularında yaptığı açıklamaların bilâhare “açıkta kalması” örnekleri gibi. Karargâhta ve yakın kurmayları içinde kasıtlı olarak Başbuğ’u yanlış bilgilendirenler mi var? Yoksa bunlar, çok derinlere kök salmış yapısal ve kurumsal kronik bir sorunun mu tezahürleri? Ya, ihbarcının, “ ‘Kâğıt parçası’ açıklamasını, belgelerin yok edildiğinden emin olduktan sonra yapan Başbuğ da işin içinde” iddiasına ne demeli? Peki, zamanlamanın, dağdan iniş sürecine mâlûm sebeplerle ara verilmesiyle ilgisi olabilir mi? Süreç içinde bunlar da aydınlanır mı, göreceğiz. Ama şu an için beklenen, Çiçek’in ve ayrıca diğer adı geçenlerin savcılığa celb edilip ifadelerinin alınması ve ondan sonra ortaya çıkacak sonuca göre, evvelki beyanlarında “Belge doğru çıkarsa gereğini yapar, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan personeli TSK’da barındırmam” taahhüdünde bulunmuş olan Genelkurmay Başkanının buna göre davranması. Gelinen nokta, Çiçek’le ilgili iddialar ilk gündeme geldiğinde herkesten önce davranıp öyle bir belgenin bulunmadığı “kanaat”ini izhar eden ve ardından Çiçek’e takipsizlik kararı veren Genelkurmay Askerî Savcılığının işleyişine ve daha genelde, parçası olduğu askerî yargı sistemine ilişkin tartışmaları bir defa daha canlandıracak. Ama önemli olan, bu tartışmalardan istifadeyle, AB kriterlerine uygun yapısal reformların bir an önce gündeme getirilip hayata geçirilmesi. 27.10.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (24.10.2009) - DTP’deki ayrışma (22.10.2009) - Başlangıç ve sonrası |