02 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Hayatımızı duâ eyle, duâ ile hayatlandır bizi

Vermek istemeseydin, istemeyi vermezdin...

Madem istemek verdin, vermek istiyorsun Rabbim!

O sonsuz rahmet hazinelerini bize göstermek istiyorsun.

Her cemal ve kemal sahibinin kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi gibi, sen de cemal ve kemalinin bütün güzelliklerini kullarının üzerinde görmek istiyorsun.

Bizi var edişin de ondan, bizi yokluğun karanlığından varlık ve vücud nuruna çıkarışın da bundan.

Ve vücudumuza cemal ve kemâlin binbir güzelliğini hissedecek, tanıyıp muhabbet besleyecek istidat ve kabiliyetler verişin de bundan.

Ve bize cemalin ve kemalin en güzel örneklerini hayatında gösteren bir resûl, bir elçi, Peygamberimiz’i (asm) göndermen de bundan.

***

Madem öyle… Biz nimetlerine muhtacız ya Rabbi!

Düşmanlarımız hadsiz, ihtiyaçlarımız nihayetsiz.

Geldik kapına ve Senden istiyoruz.

Yüzümüz yok belki, ne yapalım Senden başka kapı bulamıyoruz. Ancak kapına sığınmak geliyor elimizden, ancak duâ dökülüyor dilimizden, ancak tevâzu ve niyâz okunuyor halimizden.

Öyleyse Ya Rabbi!

Sen hayatımızı duâ eyle,

Duâ ile hayatlandır bizi!

***

Hayatımızı duâ eyle:

Günahlarımız karşısında pişmanlıklarımızı, affedilmenin duâsı eyle,

Fânîler içinde bocalarken ve ruhumuz of of’lar ile sıkılırken ve gözlerimiz şaşkın, ruhumuz yorgun, bitkin dururken… Sen şu çaresiz halimizi fânîden bâkiye geçmenin duâsı eyle…

Ve çaresizliğimizi Sana yakınlaşmanın duâsı eyle.

Saadet arayışlarımızı ebedî saadetin duâsı eyle.

Böylece bize ebedî saadeti nasip eyle. Âmin.

***

Zaman bir nehir gibi ömrümüzün ırmağında akıyorken, zamanın şeridine bizim için tertip ettiğin binlerce ni’meti takmışken ve gençliğimiz geçmiş, elimizde ömür sermayesinden bir nebze kalmışken Sen bu hâlimizi görüyorsun.

Zamanımızı doğru kullanamayışın verdiği ‘keşkeler kuyusundan’, gençliğin elem verici günahlarından, dalâlet verici vesveselerin bizi Sen kurtar Ya Rabbi.

Bu hâlimizi ebedî bir gençliğini, iffetle, istikametle yaşanacak bir ömrün duâsı eyle.

Hayatımızın her ânını Sana göre yaşamak nimetiyle zenginleştir.

Hayatımızı kocaman bir duâ eyle.

Mutluluklarımızı, sevinçlerimizi, başarılarımızı, dertlerimizi, sıkıntılarımızı birer duâ yakarışı eyle, birer duâ ufku eyle, birer duâ sonsuzluğu eyle…

***

Bizi duâ ile hayatlandır Ya Rabbi:

Duânın vermiş olduğu huzur hâlinin neşesiyle hayatlandır bizi.

Zira Sana uzak olan için vardır ancak ölüm, bitiş, fânîlik…

Sana yakın olana bütün güzellikler yakın ve bütün şerler uzak…

Seni tanıyorsa bir kul, her yer ona yâr ve yarar.

Seni tanımayınca zorluklar başlar, her şey ona bâr ve zarar.

Duâ ile hayatlandır bizi Rabbimiz!

Zira duâ eden adam bilir ki, birisi var onun hatırat-ı kalbini işitir. Her şeye eli yetişir. Her bir arzusunu yerine getirebilir. Aczine merhamet eder, fakrına medet eder.

***

Sen bize duânın içimize hayat serpen serinliğini hissettir. Seni bilmenin, Senden medet bulmanın ümidiyle bizi ayağa kaldır. Acizlik ve fakirlik yaralarımıza merhem sür duâ ile.

Her an Senin huzurunda olmanın, Senin sonsuz şefkat nazarının altında muhafaza olmanın emniyetiyle yürüt bizi. Hayat yolunda ve bu şuur ile ye’s karanlığından kurtar bizi. Bu inançla hayatlandır, ayağa kaldır hepimizi.

Zirâ duâ ki varlığın gayesi… Kulluğun sırrı…

Ya Rabbi, hayat buluşumuz bir duâ idi…

Aciz, fakir başımıza

Bir yol ararken

Duâ ile hayatlandır bizi... Âmin....

CİHAN CAMBAZ

[email protected]

02.11.2009


Namaz için heyecan

İnsan aklının, ruhunun ve kalbinin ancak namazla rahat edebileceğini söyleyebiliriz. Kur’ân-ı Kerim’de “Ey müminler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allah’ı zikre anmaya koşun. Bilirseniz böyle yapmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma Sûresi: 9)

Namaz, insanın yaratılışı gereği yapması gereken bir ibadettir. Sadece Cuma namazını değil beş vakit namazı kılmak için de insan, istek ve heyecan duymalı değil mi?

Çok acıktığımızda heyecanla yemek yeme telâşına kapılıyoruz. Yorulduğumuzda dinlenmenin veya uyumanın ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunlar da insanın yaratılışının bir sonucu ve gereğidir. Ruhumuzun gıdaya ve teneffüse ihtiyacı da o kadar önemlidir. Aklın, ruhun, kalbin rahatı namaz ile mümkündür.

Bir büyüğümüz bizi çağırsa telâşla koşarız. Acaba ne söyleyecek diye merak ederiz. Sevdiğimiz birisi bize telefon etse heyecanlanırız. Onu bekletmemek için dört elle telefona sarılırız. Günde beş defa minarelerden yapılan çağrılar bizi heyecanlandırmıyor mu? Bir seccadede, mescidde veya camide secdeye kapanmak bizi ne kadar duygulandırıyor. Peygamberimiz (asm) “Kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır. Orada bol duâ edin” buyuruyor. (Müslim). Öyle ise Rabbimize yakınlaşmak için namaz kılmak, bizlere dünyadaki her şeyden daha önemli olması gerekmez mi? Birçok insan ucuzluk ve indirim zamanlarında mağazalar önünde gece yarısından sabahlara kadar kuyruklarda soğuk demeden sıra bekliyor. Daha ucuz bir eşya alabilmek için birbirlerini eziyorlar. Sevgili Peygamberimiz (asm) “Sabah namazının sünneti ve farzı dünya ve dünya içindeki her şeyden daha üstündür” buyuruyor. Bu hadisin ışığında namaz kılmanın heyecanını ruhumuzun derinliklerinde hissedebiliyor muyuz?

İnsanlar ünlü futbolcuların maçını izlemek veya san'atçıları dinlemek için günler öncesinden bilet alıyorlar. Bütün vakitlerini ve işlerini ona göre ayarlıyorlar. Yine televizyonda seyretmek istediği bir programı izlemek için dakikalarını saatlerini harcıyorlar. Hâlbuki namaz, Allah’a yükselmenin bir aracıdır. Sevgili Peygamberimizin (asm) namaz için “Gözümün nuru” demiştir. Namaz kıldığımız takdirde günahlarımızın affedileceğini biliyoruz. Peki, bunları bildiğimiz halde namaz için içimizdeki şevk ve heyecanı harekete geçirmek adına ne bekliyoruz?

Sevdiğimiz bir dostumuzu küstürmekten çekiniriz. Onu kaybetmekten ve yalnız kalmaktan korkarız. Peki, namazımızı küstürürsek halimiz ne olur? Rabbimizden uzak kalırsak neticenin ne olabileceğini hiç hesap edebildik mi?

Dünyanın bin bir türlü zevklerini tadıyoruz. Yemediğimiz ve içmediğimiz bir şey bırakmıyoruz. Nefsimizin hoşuna giden ne varsa istifade etmeye çalışıyoruz. Peki, tattığımız bu lezzetlerin karşılığında ne yaptık? Şükrün en büyük mânâsı olan namazımızı içten ve severek kılmayı hiç düşündük mü?

İnsanlar, dağları birbirine kavuşturmak için tüneller, yollar inşa ediyorlar. Nehirler ve denizler üzerinden geçmek için köprüler yapıyorlar. Bunları düşünürken sırat köprüsünün üzerinden bizi cennete ulaştıracak olan namazımızı hatırlayabildik mi?

Karanlıkta kalmamak için evleri, sokakları ve şehirleri lambalarla aydınlatan insanlar; bir gün kabirlerinin namaz ile aydınlanacağını akıllarına getirtebiliyorlar mı?

Dönem sonunda karnesinin sonucunu merak edenler veya yılsonunda kâr ve zarar bilânçosu yapan insanlar; mahşer meydanında kendilerinin hesaba çekileceğini düşündüler mi? İnsanlar, namazlarını kıldıkları takdirde cehennemden kurtulacaklarını bilselerdi, her halde o zaman daha bir şevk ve heyecanla namazlarını vaktinde kılarlardı.

“Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal, (en az) günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukca-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.” (Sözler, s. 246)

MEHMET ERBAŞ

[email protected]

02.11.2009


Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel olamaz

Evet! Bütün eşya, kâinat, Allah’ın teveccühüne, sana yönelmesine bedel olamaz. Hatta Cennet dahi yerini tutamaz. Yerini alamaz. Yerine geçemez. Madem O var, her şey var. O yoksa hiçbir şey yoktur. Ve de O’nun yerini tutamaz. Yerini dolduramaz. Eğer O bizi istemese bütün dünya veya mevcudat bir araya gelse ne önemi var? Bir kıymet ifade eder mi? Bir anlamı olabilir mi? Yüce Yaradan, Allah bize yeter. Kâfîdir. Yeterlidir. Bütün mesele Cenâb-ı Hakk’ın rızasını tahsildir. Çünkü kâinat yenileniyor. Tazeleniyor. Mevcudat, akarsu üzerindeki su damlaları gibi gökteki güneşi bizlere gösterip gözden kayboluyor. Bizlere ebedî bir güneşten haber veriyor. Görevleri tanıtım veya ayna olmak. Allah’ı seven O’nun teveccühünü arzulayan, O’nun isimlerine veya isimlerinin tecellisine yapışır. İsimleri ise en güzel şekli ile, iki dünya serveri Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’de (asm) tecelli etmiştir. O halde gerçek ittibâ, uyma; ancak Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’i (asm) taklitle olur. Onun yaptıklarını, Sünnet-i Seniyyeyi yaşayışımızda tatbik etmek, uygulamaktır.

Ölüm yok olma değildir. Cenâb-ı Hakk’ın başka bir memleketine geçiştir. Âdem babamızın memleketine, vatan-ı aslîmize dönüştür. Çünkü O’nun mülkü çok geniştir. Hudutlarından kaçış mümkün değildir. Bizler tâbiri caizse okyanusta katre mesabesindeyiz. O’nun askerleri de çoktur. Cansız görünen varlıklar dahi O’nun sözünü, emrini dinlerler. Kanunlarına uyarlar. O’ndan kaçış mümkün değildir. Benim Rabbim ben yok iken, beni var etti. Ölümden sonra da bizleri var edecek olan yine O’dur. İkinci haşir, birinci dirilişten daha kolaydır. Birinciyi yapan ikinciyi de hayli hayli yapacaktır. Gerçi ikisi arasında O’nun kudreti nazarında bir zorluk-kolaylık derecelendirmesi de yoktur. Baharda ağaçların dirilmesi gibi. Toprak altına giren tohumların sümbüllenmesi misâli. Veya istirahat için dağılan ordunun, “toplanın” borusuna uyması misüllü.

Bizler O’nun ömür denizinde yol alan geminin hademeleriyiz. Tayfalarıyız. Eğer o geminin rotasını Kâinat Sultanının sevgili Habibinin (asm) sünnetine göre ayarlarsak, rahat edeceğiz. Sahil-i selâmete çıkacağız. Rahata erip, kurtulacağız. Kurtuluş sahiline çıkartma yapacağız. Adım atacağız. Allah’ı sevenler, O’ndan korkanlar, Allah’ın sevgilisinin yoluna giriyorlar. O’nu bulan kurtulur. Allah’ın sonsuz sevgisine sahip olur. Ebediyeti, ebedi var olmayı kazanır, hak eder. O’nun sayesinde bütün mevcudât kendisine dost ve arkadaş olur. Korkulardan kurtulur.

CİHAT ERDOĞ

02.11.2009


T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA

T.C. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA

ANKARA

Kurumumuzun son yaptığı ‘Yeterlilik Sözlü ve Uygulamalı Sınavı’ adındaki değerlendirmeyi emekli bir İmam- Hatip Lisesi öğretmeni olarak kendi adıma etik bulmadım. Şöyle ki kızım Nihal Atasever son KPSS sınavında Türkiye 57.si olup, Yazılı Yeterlilik sınavında 91 puan almasına ve sözlü yeterlilikte bütün soruları bilmesine rağmen kazandırılmamıştır.

Hâlbuki kızım 4 yıllık Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesine girerken Türkiye 840.sı olmuş, mezun olurken ‘onur belgesi’ almış ve halen aynı fakültede Dinler Tarihi alanında yüksek lisans öğrencisi olarak bulunmaktadır. Özel çaba ve gayreti ile mükemmel İngilizce ve iyi derecede Arapça’ya vakıftır. Nasıl olur da kendisi ile beraber 4 yıllık imam hatip mezunları, 2 yıllık dışarıdan ön lisans ve benzeri ila aynı kategoride değerlendirilir ve bütün soruları bilmesine rağmen kazandırılamaz?

Üstelik bu sınav; kapsamı ile ilgili önceden net bir açıklama yapılmayan, hangi kriterlere göre değerlendirme yapılacağı her komisyonun kendi inisiyatifine bırakılan ve kimi öğrenciye ilâhî okutulurken kimine ağır sure ezberlerinin sorulduğu bir sınavdır. Bir de ellerinde geçerliliği halen devam eden yeterlilik belgesi bulunduğu halde son yapılan sınavda yeterli görünmeyen fakat bir atama olması halinde görev verilecek insanların varlığı da söz konusudur.

Kızımın komisyonuna giren üyelerden şikâyetçiyim. Hasbel kabul ettiğim halin düzeltilerek kızımın kurumunuz içinde çalışmasına ve hizmet etmesine vesile olmanızı isteyerek gereğinin yapılmasını arz ederim. Saygılarımla.

Celal Atasever

Adres: Kızılarık Mah. 1154 Sok. Atasever Apt. 7/8 Daire: 9 Tel: 0 (242) 326 16 03

02.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.