Cevher İLHAN |
|
Demokratikleşmeye ve “açılım”a komplo… |
Cumhuriyetin 86. yılı kutlamalarına “irtica ile mücâdele eylem plânı” belgesi tartışmaları damgasını vurdu. Aslında “belge” tartışması, Cumhuriyetin demokrasi zâfiyetinin açık alâmeti. Hâlen yargıda olan “belge”nin “ıslak imzalı” ya da “uydurma” olduğu hararetli iddiaları, 86 yıl sonra Cumhuriyetin hâlâ demokratikleşemediğinin açık belgesi. Demokrasiye komplo olduğu açık olan “belge”nin bir yığın istifhamlar taşıyan haliyle tam da “açılım”ın “dönüşler”in askıya alınmasıyla resmen ertelendiğinin Başbakan’ın ağzından açıklandığı günde “isimsiz ve imzasız” bir “ihbar mektubu”yla dört buçuk ay sonra yeniden piyasaya sürülmesi, diğer yönüyle de “açılıma komplo” olarak karşımıza çıkmakta. Ve âlây-ı vâlâ ile ve “bedeli ne olursa olsun” iddialarıyla ortaya atılan “millî birlik projesi”nin “fiyasko”yla sonuçlanacağı sinyalleri vermesi, milletin nazarında kaçırılmakta. Kritik süreçte ilginç bir zamanlama ile yeniden alevlendirilen “belge tartışmaları”, doğrusu “demokratikleşme”ye bir tuzak olarak tezâhür etmekte. Dahası, Başbakan’ın ifâdesiyle “güven bunalımı”yla askıya alınan “açılım”ın üstüne kurumlar arası güven bunalımını eklemekte… DEMOKRASİ, DARBE SUİKASTLARIYLA MUALLEL… Siyasî ve fikrî muhaliflerini ezen, itiraz edenleri İstiklâl Mahkemeleri’yle sorgusuz sualsiz sürgüne gönderen, cezâlandıran, asan demokrasiden ve dinden tecrid “tek parti” jakoben uygulamaları bir yana… Çok partili siyasî hayatta demokrasiye kurulan komplolar; başarılı- başarısız darbeler, demokrasi inkıtaları da bir yana. 27 Mayıs kanlı darbesinden 12 Mart muhtırasına, 12 Eylül ihtilâlinden 28 Şubat “postmodern darbesi”ne, demokrasiyi katleden suikastlar da bir yana… Hâlâ, darbelerin kalıntıları Anayasada, yasalarda, yasaklarla hükümferma. 12 Eylül’ün darbeleri ve darbecileri koruyan ve kollayan, sorgusuz-sualsiz YAŞ kararlarını yargı dışı bıraktıran, din eğitiminin dahi “ilke ve inkılâplara göre yapılması”nı hükmeden antidemokratik hükümler hükümferma. Hâlâ, 28 Şubat “irtica ile mücadele” sürecinden kalma, Kur’ân kurslarındaki “yaş yasağı”ndan kanunsuz keyfî yasadışı başörtüsü yasağına kadar bir yığın yasak yürürlükte. Hâlâ, tumturaklı cümlelerle Anayasanın dibâcesinden metnine kadar, “ilke ve inkılâpların korunması ve kollanması” duruyor. Hâlâ, okul kitaplarında “ruhu öldüren ideoloji”yi tâlim eden eğitim sistemi tedâvülde. Son dönemde ortaöğretim müfredatında Kemalizm yüzde 40 arttırılmış. Hâlâ, bütün erkek memur ve müstahdemlerin şapka giymeleri, tekke ve zâviyelerin kapatılması ve “bey, paşa, efendi” gibi lâkapları yasaklayan “devrim kanunları”, “darbe anayasası”nda yer alıyor. Hâlâ, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i kapatan, meşrû hükûmetleri deviren, devleti işgal ve ilga eden darbecilerin “her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve haklarından herhangi bir yargı merciine başvurulmayacağı” hükmü duruyor. Ve hâlâ millete ve demokrasiye karşı bir “psikolojik harekât”la demokrasiye komplo kuran “ıslak” ya da “kuru” imzalı “belgeler” elden ele dolaşıyor… “DEMOKRATİKLEŞME”Yİ SABOTE SENARYOSU… Neticede ne olursa olsun bu karmaşa, 86 yıllık Cumhuriyetin demokratikleşmeme illetiyle muallel olduğunu ele veriyor. Demokrasi ârızaları, hastalıkları buradan türüyor. Türkiye’nin bütün bu tartışmaları aşarak, öncelikle demokrasi açığını kapatması gerekiyor. Yalnız mevcut siyasî iktidarı devirmeyi tasarlayan “belge”yi ya da “cunta”yı yargılamakla kalınmamalı. Bütün cunta ayıplarından kurtulmalı. Bir “belge”ye odaklanmanın ötesinde, başarılmış-“başarılamamış” bütün darbe denemeleri, demokrasiyi tahrip plânları hesâba çekilmeli. Türkiye, öncelikle “darbe Anayasası”ndan kurtulmalı; demokratik sivil bir anayasaya sahip olmalı. Bu çerçevede müzâkere sürecinde AB’ye taahhüd edilen siyaseti demokratikleştirip vesâyetten kurtaracak siyasî partiler ve seçim kanununu âcilen çıkarmalı. Yargı reformunu yapmalı. Hukukun üstünlüğünü, inanç ve ifâde hürriyeti sağlanmalı… Meclis’in ve demokratik mekânizmanın dışında, askerin “koruma ve kollama görevi”nde kullanılan “TSK İçhizmet Kanunu 35. maddesi” gibi istismar edilen ucûbeleri ayıklamalı. Demokrasiyi yıkma teşebbüslerinin yanı sıra, özellikle dayatılmış, yüzbinlerce insana işkence etmiş, hapse atmış, mağdur etmiş, “irtica ile mücadele konsepti”yle fişlemiş bütün darbeler ve darbeciler yargılanmalı. “Belge”ye karşı demokrasi mücadelesi samîmiyeti bunu gerektiriyor… Aksi halde salt “belge” atışmalarıyla”demokratik açılım” başarılamaz. Dahası, bu tartışmalar, “demokratikleşme”yi sabotede istimal edilir. Gündem karartılarak, yine “demokratikleşmeyi” öteleyen tehlikeli, vâhim ve sinsî bir senaryonun malzemesi olarak kullanılır. Bir süre sonra da gündemin hayhuyunda unutulur… 30.10.2009 E-Posta: [email protected] |