Mehmet KARA |
|
Islak imzalı “vahim” belge |
‘İrtİca ile Mücadele Eylem Planı’nın orijinalinin Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara ulaşması ve Adlî Tıp’ın raporuyla belgenin altındaki imzanın Genelkurmay Harekât Başkanlığı, Bilgi Destek Dairesi, 3. Bilgi Destek Şube Müdürü Deniz Kurmay kıdemli Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunun doğrulandığı haberleri Türkiye’nin gündemini belirlemeye devam ediyor. Albay Çiçek’in “ıslak imzası”nı taşıyan orijinal belgenin eki olarak savcılara gönderilen ihbar mektubundaki iddiaların gazetelerde yayınlanmasından sonra ortaya çıkan manzara “demokrasi ile yönetilen bir ülke”ye yakışmıyor. Bunun yanına bir de ihbar mektubunda gönderildiği söylenen Eylül 2007 tarihli “Bilgi Destek Plânı” gibi metinlerdeki iddiaları da koyarsak bu vahamet durumu iyice perçinleştiriyor. “Vahim belge” meselesini özetlemek gerekirse… 12 Haziran 2009 tarihinde belgenin yayınlanmasının ardından Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada “kanaat” belirtilmesi, net bir ifade de bulunmaması üzerine yapılan yorumlarından ardından Genelkurmay bu açıklamanın üzerinden birkaç saat geçtikten sonra tekrar bir açıklama yapıp “belgenin gerçek olduğu ispatlanırsa, sorumlusunu veya sorumlularını bünyesinde barındırmama” taahhüdünde bulunmuştu. Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un tartışmaların devam ettiği günlerde yaptığı basın bilgilendirme toplantısında Genelkurmay Askerî Başsavcılığının “takipsizlik” kararına dikkat çekerek belgeden “kâğıt parçası” diye bahsetmesi, belgenin gerçek çıkması halinde de “gereken”in yapılacağını açıklaması hâlâ hafızalarda. Sonrasında 30 Haziran günü Albay Dursun Çiçek soruşturma kapsamında sivil mahkemece tutuklanmış, ancak 19 saat sonra serbest bırakılmıştı. Ancak 16 Ekim’de Ergenekon savcılarına ulaşan bir belge yeniden “plânın” gündeme gelmesine neden oldu. Belgenin Adlî Tıp’a gönderilerek orijinal olduğunun 22 Ekim’de bu kurum tarafından doğrulandığı söylendi. İhbar mektubunu gönderen şahıs, kendisini kuşaklar boyu TSK’ya hizmet eden bir aileye mensup bir kişi olarak tanıtırken, “çağırırsanız tanık olurum” dedikten sonra belgenin gazetelerde yayınlanmasının ardından Genelkurmay Karargâhı’nda yaşananları ve ordu içindeki cuntacı yapılanmayı anlattığı gazetelerde yer aldı. Aynı kişi, karargâhta yaşanan karışıklığın ardından “erken davranarak sözkonusu evrakının aslını gizlice dosyadan aldığını ve plânın basında yer almasından sonra belgenin hazırlanmasında kullanılan bütün bilgisayarların geri getirilmeyecek şekilde 35’er kez silindiğini, hukukî açıdan sıkıntıya yol açacak 40 torba evrakın da kâğıt imha makineleri ile kırpılarak delillerin yok edildiğini” söylediği bildirildi. * * * Bu arada, ihbar mektubu İstanbul’da bulunan sivil yargıya gitti. Genelkurmay Askerî Savcılığı belgeyi istedi. Islak imzalı belgenin Ankara’ya gönderildiği de, belgenin aslı yerine gerçek olduğunu gösteren Adlî Tıp raporunun gönderildiği de söyleniyor. Ama bu konuda da tam bir netlik yok. Önümüzdeki günlerin tartışma konusu “yargıdaki iki başlılık” olacağı görülüyor. Şimdiden yargılamanın nerede yapılacağı konusu hukukçular ikiye bölünmüş durumda. Bu dâvânın sivil mi, askerî yargıda mı görüleceği konusunda çeşitli görüşler var. Ağırlıklı görüş, soruşturmanın sivil yargının işi olduğu yönünde. Ancak CMK’nın 250. Maddesinde yaz aylarında yapılan değişikliğin anayasaya aykırı olduğunu söyleyenler de var. Yani, iş dönüp dolaşıyor yine 1982 ihtilâl anayasasında düğümleniyor. * * * Öyle görülüyor ki, bu belge ne bir “kâğıt parçası,” ne yabana atılacak iddiaların olduğu bir belge. Vahim ifadeler, iddialar var. Demokrasiye darbe vuracak plânlar var. Bu yüzden de belgeye tam bir “demokrasiye müdahale plânı” denilebilir. Bu aşamada birilerinin yaptığı gibi belgeyi kimin sızdırdığından, beş ay beklettikten sonra savcılara ulaştırmasını tartışmaktan öte içeriğinin dikkate alınması gerekir. Özellikle de halkın oyuyla seçilip siyaset yapanların… Belgenin gerçek olduğunun açıklamasından sonra birçok yazar, bilim adamı, siyasetçi, belgeyi hazırlayanların ve hazırlatanların istifa etmesi gerektiğini söylüyor. Peki, sadece istifa etmekle mesele kapanır mı? Çünkü bu belge 2009 Türkiye’sine, demokrasiye yakışmıyor. Demokrasiye yakışmayan bu ifadeleri kaleme alanların da bu belgeyi “hazırla” emrini verenler de varsa hesabını yargıya vermeleri gerekir. Başbuğ’dan kamuoyuna söz verdiği gibi gereğini yapması da beklenir. Türkiye’nin hâlâ darbeleri, cuntaları, darbe plânlarını konuşması büyük bir ayıptır. Bu ayıptan kurtulmak için de herkes görevini yapmalı. Demokrasinin gereği olan “milletin seçtiğini yine millet indirmeli” prensibini artık herkes benimsemeli. Ümit ederiz ki, bu gelişmelerin sonucu demokrasinin olgunlaşması açısından önemli neticeler verir. Olay bir şekilde kapatılmaz. 30.10.2009 E-Posta: [email protected] |