M. Latif SALİHOĞLU |
|
Öngörü zayıf, döngeri pekiyi |
Mevcut AKP hükûmetinin öngörüsüne göre, ülkede pek yakında bir "Demokratik açılım" olacak. Bunun en önemli ayağını "Kürt açılımı" teşkil edecek. Bağlantılı olarak "terörü bitirme planı" devreye girecek. Ve, bütün bunların tepesine—sonradan—monte edilen bir "Millî birlik projesi" gerçekleştirilmiş olacak. Evet, yönetimdeki siyasîlerin ve partili arkadaşlarının öngörüsü buydu. Hükûmet ve parti yanlısı medya, aynı öngörüyü paylaşmakla kalmadı, birbiriyle yarışırcasına pompalama işlevinde de bulundu. Bir de "kraldan fazla kralcılar" vardı ki, onlar da bizim gibi "ihtiyatlı bir iyimserlik" içinde olanları bile tefe koymaktan, çığırtkanlık yaparak seslerini boğmaktan ve ne dediklerini anlaşılmaz hale getirmekten, bir lâhza olsun geri durmadılar. Onlara "Arkadaşlar, yapmayın etmeyin" dedik, "Hükümettekilerin bir öngörüsü varsa, bizim de, başkasının da kendine göre bir öngörüsü vardır" dedik; dedik ama, bir türlü lâf dinletemedik. Zaten tarafgirlik fanatizmi gözlerini o derece karartmış, basiretlerini o derece bağlamıştı ki, lâf anlayacak, söz dinleyecek halleri yoktu. İyi de, peki şimdi ne oldu? "Demokratik açılım" kesintisiz devam ediyor mu? "Kürt açılımı" tıkır tıkır işliyor mu? Teröristler silâh bırakıp akın akın teslim olmaya geliyor mu? İlk grubun gelişi "Millî birlik projesini" ihya mı etti, yoksa ilâve endişelere, sıkıntılara, tedirginliklere mi yol açtı? Şayet, hâlâ "Öngörü doğru çıktı", yahut "Süreç mükemmel işliyor" diyenler varsa, o takdirde Başbakan'ın ânî fren yapmasına, Cumhurbaşkanı'nın hoşnutsuz olmasına, şehit ailelerini ağırlayan Meclis Başkanı'nın büyük üzüntü duymasına ve nihayet üzerine ağır bir sorumluluk yüklenen (aynı ölçüde yetki verilmeyen) İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın önceki gün televizyona çıkıp süreci erteleme ve dönüşlere ara verme yönündeki açıklamasına ne buyururlar acaba? (Hem, bu kaçıncı geri adım oldu, Allah aşkına?..) Siz Türkiye'nin bu en büyük meselesini çocuk oyuncağı mı zannediyorsunuz? Hele, gelinen şu son noktadan sonra, siz yine de iflâs eden o kısır öngörünüzle bu müzmin problemin üstesinden gelebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Lütfen yanlış anlaşılmasın... Terörün bitmesini, kan ve gözyaşı selinin durmasını kim istemez? Bu meyanda herkes gibi biz de elimizden geleni yapmaya, seri veya müstakil pekçok yazı yazarak ilân edilen süreci başarılı kılmaya çalıştık. Ayrıca, gayet derecede eminiz ki, bu milletin yüzde doksan dokuzu, başımızdaki bu belânın bir an evvel bitmesini, defolup gitmesini ister. Dolayısıyla, aynı yöndeki samimî istek ve arzu, hükümet ve iktidar partisi çevresinde de vardır. Buna da tereddütsüz şekilde inanıyoruz. Ancak, defalarca ifade ettik ki, meselenin halli için sadece arzu/istek yetmez; ayrıca fikir lâzım, irade lâzım, ehliyet, liyâkat ve hasseten siyasî rüşd lâzım. Bunlar hakkıyla bulunmadıktan sonra, istediği kadar öngörüde bulunun, yine de müsbet ve ideal bir netice alamazsınız. Hani, belki ileri doğru bir–iki adım atarsınız; ancak, bir yerde tıkanır ve geri adım atmak zorunda kalırsınız. Ki, bu da hiç hoş ve mâkul bir durum değil.
Tarihin yorumu 29 Ekim 1914
Savaşın ortasına sürüklendik
Temmuz ayı sonlarında (1914) Avrupa'da patlak veren Birinci Dünya Harbine Osmanlı Devletinin de katılacağına dair ortada açık bir delil yoktu. Siyasîler, böylesi bir gelişme olacağına pek ihtimal vermiyordu. Balkan Savaşından henüz yeni çıkan ordunun da ne bu konuda bir öngürüsü vardı, ne de bir hazırlığı. Ne var ki, başlangıçta hiç hesapta olmamasına rağmen, Osmanlı Devleti hem savaşın tam ortasına sürüklendi, hem de en ağır faturayı ödemek durumunda kaldı. Doksan beş yıldır sırrı tam olarak çözülemeyen bu büyük tarihî hadisenin başlangıç safhasında şunlar yaşandı: * Alman Amiral Wilhelm Souchon'un kumandası altındaki Goeben ve Breslau isimli savaş gemileri, İttihatçı hükümetin izniyle Çanakkale Boğazından Marmara'ya giriş yaptılar. * Almanya, bu esnada Rusya ve İngiltere ile savaş halindeydi. Osmanlı Devleti, henüz tarafsızlığını bozmamış ve savaşa iştirak etmemişti. * Söz konusu gemilere zarar verilmemesi için, hemen ertesi gün bunların satın alındığı ve Osmanlı donanmasına katıldığı hükümet tarafından ilân edildi. * Gemilere derhal Osmanlı bayrağı çekildi ve Goben'e Yavuz, Breslav'a da Midilli ismi verildi. * Yine aynı Alman amiral tarafından ve idare edilen bu gemilere, ayrıca dokuz savaş gemisi daha ilave edilerek güçlü bir filo teşkil edildi. * 27 Ekim (1914) günü Karadeniz'e açılan bu savaş filosu, iki gün sonra (29 Ekim) Rusya'nın Sivastopol, Odesa, Kefe ve Novorossis limanlarını bombaladı ve Rus donanmasına ateş açtı. * İşte bu beklenmedik hadise, Osmanlı Devletini fiilen savaşın içine, hatta orta yerine doğru sürüklemiş oldu. * İki gün sonra Kafkas sınırını aşarak Osmanlı ordusuna taarruz etmeye başlayan Rusya, 3 Kasım günü itibariyle de Osmanlı'ya resmen savaş ilân etti. * Bir emrivaki ile karşı karşıya kalan Osmanlı hükümeti ise, tam bir çaresizlik ve şaşkınlık içinde Almanya–Avusturya ittifakının yanında ve Rusya–İngiltere devletlerinin karşısında olmak üzere, bu büyük harbe katıldığını bütün dünyaya ilân etti. * * * Osmanlı Devletini parçalayıp sonunu hazırlayan bu büyük savaşın başlangıç noktasındaki şu sır hâlâ çözülebilmiş değil: Osmanlı donanmasına kumanda eden Amiral Souchon'a Rus limanlarını bombalaması ve gemilerine ateş açılması emrini kim niçin verdi? Her ne kadar, bu emrin Bâbıâli veya Bâbıseraskerî tarafından verilmiş olduğu iddia edilmekte ise de, bu iddia henüz ispatlanabilmiş değil. 29.10.2009 E-Posta: [email protected] |