M. Latif SALİHOĞLU |
|
Şeffaflık kaçınılmaz oldu |
Bırakın darbe–marbe yapmayı, Türkiye'de artık darbe plânı yapmak dahi neredeyse imkânsız hale geldi. Zira, dünyada olduğu gibi ülkemizde de açıklık ve şeffaflık anlayışı hükümfermâ olmaya başladı. Bu anlayışa teknoloji de yardımcı oluyor. Ne yapsan, nereye gitsen, kiminle ne konuşsan, bir şekilde kayıt altına alınabiliyor. Son "İrtica ile mücadele eylem plânı" belgelerinde olduğu gibi, gizli belgelerin bir kısmı yakarak imha edilse veya bilgisayardaki kayıtları otuz defa silinse de, delillerin tamamı yine yok edilemiyor; olup bitenler, yazılıp çizilenler bir şekilde ortaya çıkıveriyor. Durum, eskisi gibi değil artık. Eskiden, belgeler tümüyle yok edilemezse de, en azından karartılabiliyor ve iz kaybettirilebiliyordu. Eskiden, yüksek rütbeli bir komutanın çıkıp kaşlarını çatarak belgeler veya söylentiler hakkında sertçe bir konuşma yapması, medyamız tarafından bile "son nokta" şeklinde telâkki, hatta topluma empoze ediliyordu. Şimdi memnuniyetle görüyoruz ki, artık medya da eski medya değil. Türkiye medyası, andıçların acısını unutmadı, unutacak gibi de değil. Andıçlara kanan ve andıçları dikte eden komutanların etkisiyle hareket ederek başkasının günahına girenler, gerçekler ortaya çıkınca meslektaşlarından özür dilemek zorunda kaldılar. Günaha girenler, andıç özründe geç kalmışlardı. Lâkin, şimdi daha erken davrandıkları ve meselâ "kâğıt parçası" skandalı ortaya çıkar çıkmaz, hiç zorlanmadan ve tereddüt geçirmeden doğrulardan yana tavır aldıkları görülüyor. O meşhûr "kâğıt parçası"nın essahtan da belge olduğu ortaya çıkınca, anında hatasını tamir eden ve özür dileme faziletinde bulunanlar oldu. Bu arada, sürpriz bir gelişme de, Genelkurmay Başkanlığına ait resmî web sitesinde yaşandı. Orada aylardır (26 Haziran) beri duran "kâğıt parçası" telâffuzlu konuşma siteden kaldırıldı. Öte yandan, ortaya yeni bir belgenin daha ortaya çıktığı iddia ediliyor. Ergenekon dâvâsı savcılarına ulaştırılan bu belgenin de "Bilgi destek plânı" mahiyetinde olduğu belirtiliyor. Diğeri gibi, bu belgenin de gereği yapılıyor ve de yapılmalı. Bütün bunlar gösteriyor ki, artık gizli–kapaklı hiçbir iş yapılamıyor, hiçbir dolap çevrilemiyor. Gerek hür düşüncenin inkişâfı ve gerekse teknolojinin ilerlemesiyle bu noktaya gelinmiş oldu. Dolayısıyla, bundan böyle devlet ve millet adına yapılacak her şeyin açıklıktan, her işin şeffaflıktan geçtiğini bilmek, inanmak ve ona göre de hareket etmek gerekiyor. Bu fıtrî gelişmeye ayak uyduramayanlar, kendileriyle birlikte başkasını yakmaktan kurtulamazlar. Bütün bu gelişmelerin ardından, bakalım merakla beklenilen askerî cenahta ne gibi gelişmeler yaşanacak.
Tarihin yorumu 28 Ekim 1923
Nasıl bir Cumhuriyet?
Saltanat'ın kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihinden beri, Ankara merkezli yeni devletin isim ve şekl–i idaresinin ne olacağı merak konusuydu. Aslında yeni sistemin "Cumhuriyet" olacağı noktasında bir umumî kanaat vardı. Zaten başka türlüsü de olmazdı, olamazdı. Saltanat ve monarşik düzene tekrar dönülemeyeceğine göre, ortada Cumhuriyet'ten başka bir alternatif kalmıyordu. İlânât için beklenilen asıl meselenin ise, "mutlak istibdat"a dayalı bir rejimin kurulması olduğu tez zamanda anlaşıldı. Bunun için gerekli hazırlıklar tamamlandı ve nihayet 29 Ekim (1923) günü Cumhuriyet'in ilân edileceği noktasına gelindi. Nihaî karar, Meclis yerine bir önce (28 Ekim) Çankaya Köşk'ünde verdildi. Bu karar, ertesi gün Meclis gündemine getirildi ve haliyle umumî kabul gördü. Meclis'te olsun, ülke genelinde olsun, Cumhuriyet'e itiraz veya bir muhalefet cephesi yoktu. Yer yer görülen itirazlar ise, Teşkilât–ı Esasî'de apar topar yapılan bazı değişikliklere yönelikti. Teşkilât–ı Esasî, anayasanın nasıl yapılacağına dair belirlenen prensipler manzumesidir. İşte, bu noktada yapılan değişikliğin başında şu hususlar gelmektedir: "Türkiye reisicumhuru, aynı zamanda devletin reisidir. Bu sıfatla Meclis'e ve Heyet–i Vekile'ye (Bakanlar Kuruluna) de riyaset eder." İşte bu ve benzeri mânâdaki değişikliklerle, yeni kurulan Cumhuriyetin idaresi, tamamiyle "tek adam"ın sultası altına girecek bir şekle sokulmuş oldu. O tarihte Meclis'te Sinop milletvekili sıfatıyla görev yapan eski Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Kâzım Karabekir gibi bazı mühim şahsiyetlerin bu noktada bazı itirazlarının olduğunu, ancak yeni Meclis'te kuvvetin artık tümüyle M. Kemal ve İsmet Paşanın eline geçmesiyle kimsenin birşey yapamadığını anlatıyor. (Hayat ve Hatıratım–III, sayfa 1235; 1967 Almanya baskısı.) Herşeye rağmen, Cumhuriyetin kuruluşu zamanında bile devletin dini Anayasada "din–i İslâm" şeklinde yer alıyordu. Ne var ki, tam bir "istibdad–ı mutlak" sûretinde tatbik edilen Cumhuriyet, bir süre sonra Anayasadaki "İslâm dini" tâbirinden de soyutlanarak bir "laik Cumhuriyet"e döndürüldü. Üstelik, laikliğin esas mânâsı da çiğnenerek ucûbe bir rejim tarzı oluşturuldu. Bu kaskatı anlayış, 1950'den sonra kerhen de olsa yumuşama eğilimine girmeye başladı. 28.10.2009 E-Posta: [email protected] |