Dizi Yazı |
CEVHER İLHAN |
‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP - 6 |
Risale-i Nurun dilinin ağır ve anlaşılmaz olduğu iddialarını yalanlayan dil uzmanı ve edebiyatçılar, külliyatının her seviyesinden insanın kolayca anladığı eserler olduğu noktasında hemfikirler. Kur’ân-ı en iyi izah eden eserler
CEMİL MERİÇ, “AYDINLARIN RİSÂLE-İ NUR’A TAVRI, KORKAK, PISIRIK VE SAMÎMİYETSİZ…”
Nur Risâlelerinin akıcı bir üslûba sahip olduğunu ve kolayca anlaşılır bir dille yazıldığını yalnız okuyan milyonlarca Nur Talebesi ve Bediüzzaman okuyucusu belirtmiyor. Nur Risâlelerine ve Bediüzzaman’a karşı olduklarını söyleyenler ve Bediüzzaman’ın fikirlerini benimsemediklerini açıkça bildirenler de–bazıları hayıflanarak da olsa–bu gerçeği teslim ediyorlar. Sosyoloji Profesörü Cahit Tanyol’un, “Bugün, inandığı birçok fikirlerin kofluğunu anlayan gençlik, bir şeye sarıldığında, karşısına Nur Risâleleri çıkıyor” sözü, buna bâriz bir örnektir. “Haber Türk”te, “Nur Risâleleri anlaşılmıyor!” iddiasında bulunan tarihçiler, “İlkokuldan üniversiteye kadar devrimleri, Kemalizmi ders veriyoruz; fakülteyi bitiren öğrenci ya Marksist oluyor veya Nurcu oluyor” diyen Prof. Tanyol’un, 29 Mart 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “…Ve bir gün, Atatürk’ün Nutku karşısında, Saidi Nursî’nin Nur Risalelerini gürül gürül okunur bulduk. Tanrının şu cilvesine bakınız; kırk yıl sonra Mustafa Kemal’le Saidi Nursî karşı karşıya gelmişti...” analizi üzerinde düşünsünler. (Aydınlar Konuşuyor, N. Şahiner, 199) Tanyol’un, “Said Nursî’nin milyonlarca insanı peşine taktığı” tesbitinden hareketle, “İşte bu nokta sosyolojik açıdan çok ilginçtir, sosyolojinin meşgul olduğu bir sahadır” teklifine uysunlar. Bu “ilginç sosyolojik olayı” araştırsınlar. Fatih Altaylı’nın programda açıkça ikrar ettiği gibi “çelişki” içinde kalmasınlar. Tanyol’un, aydınların, araştırmacıların araştırmalarını istediği, “Okuma yazma bilmeyen insanlar, nasıl Bediüzzaman’ın Risâlelerini okumak için okur-yazar oldu? Bunca Risâle nasıl okundu ve okunmakta?” sorularının cevabını bulsunlar… Veya Bediüzzaman’ı, “İnsanımızın şuuur altına işlemiş ve kalabalıkların ruh dünyasını yoğurmuş, uğrunda büyük fedakârlıklara katlanılmış, bir kelime ile çağımızın maşerî vicdanında büyük akisler uyandırmış bir fikir ve dâvâ adamı” diye tanıtan yazar Cemil Meriç’in tesbitlerini okusunlar. (a.g.e., 59-60) “Bediüzzaman, İslâmî düşüncenin en metin kalelerinden bir tanesidir. Hayatı ile düşünceleri arasında hiçbir tenâkuz olmayan gerçek bir fikir adamıdır” analizini yapan; ve “Aydınların Risâle-i Nur’a tavrı, korkak, pısırık ve samîmiyetsizdir. Eli kalem tutanlar, maalesef gerçek samimî mütefekkirlerimizi ihmal edegelmişlerdir” diyen Meriç’in uyarılarını dinlesinler… (Köprü, Mart-1985, sayı. 84) “Said Nursî, Türk insanına kendi sesini, kendi iklimini ifşa ettiği için nesillerin hâfızasına taht kurabilmiştir” diyen merhum mütefekkir Meriç’in, “Diyebilirim ki, son ikiyüz yıldan beri tefekkür dünyamızı istilâ eden Batının işportacılarından gelişi güzel devşirilmiş sahte, sakat ve şahsiyetsiz paçavralar arasında benzerine güç rastlayacağımız dürüst, metin, dost ve bu toprağın bağrından fışkıran düşüncelerle dolu bir hazinedir Risâle-i Nur” târifinin anlamını anlasınlar… Ve “Said Nursî’den niçin korkuluyor?” sorusunu soran Meriç’in, “Said Nursî bir mücâhiddir. Bir dünya görüşünün yayıcısıdır. Bu dünya görüşüne katılsın-katılmasın, her nâmuslu insanın vazifesi; bu toprağın bağrında fışkıran, selâbet, metânet, ciddiyet ve samîmiyetini asırların imtihanından geçerek ispat etmiş bulunan İslâmî düşünceleri neşr ve tamim etmektir” tavsiyesinin mânâsını idrâk etsinler…
“KUR’ÂN-I EN İYİ İZÂH EDEN ESERLER…” Gerçekten gazeteci Ahmet Güner’in, “Yılmaz bir mücadeleci, kıvrak bir zekâ, derin ve sağlam bir muhâkeme, çağının çok ilerisindeki görüşlere açık ve bunları halkın kültür değerlerine dayandırarak açıklayan bir zat” diye tanıttığı; “sadece eserleriyle anlaşılabilen ve kendisi ortadan çıktığında hiçbir şey kaybolmayan topladığı saygıyı eserleriyle sürdüren bir insan” diye târif ettiği Said Nursî’nin eserlerinin “anlaşılmadığını” iddia etmek, hangi zihniyetin eseri? (Aydınlar Konuşuyor, N. Şahiner, 127-28) Prof. Süleyman Yalçın’ın, “İmanı boğazlanan nesillere hayat kurtarıcı İslâm imanını telkin ve onun hayat nizâmını yaşama çağrısında bulunmuştur” dediği; ve Prof. Cahit Tanyol’un “bu çağrısına milyonların koşmasını sosyolojik açıdan çok ilginç” gördüğü Said Nursî’nin Kur’ân tefsiri Risâlelerinin “anlaşılmadığını”, tarih sosyolojisiyle ilgilenenlerin ileri sürmesi, nasıl bir çarpıklık? (a.g.e., 39-40) 1957’de genç bir muhabir olarak Bediüzzaman’ı ziyaret eden, “Said Nursî inanmış bir kişidir, inancının kavgasını vermiştir” diyen gazeteci-yazar İlhami Soysal, “Kanımca Said Nursî, başlangıçta Osmanlı insanını çağdaşlaştırmaya, daha sonra da Cumhuriyet insanını Osmanlılaştırmaya çalışmıştır” tesbitinde bulunurken, bugün bazılarının, her yaştan ve her seviyeden milyonların okuduğu ve anladığı “Said Nursî’nin eserlerinin “anlaşılmadığı”nı söylemelerinin, sığ ve indî açmazlara girmelerinin sebebi nedir? (a.g.e.,45) En amansız “Said Nursî dâvâsı karşıtları”nın bile takdir ettiği; Doç. Çetin Özek’in, “Ömür boyu inancı uğruna kavga verişini takdir etmişimdir” dediği, “Bir zamanlar babam da Nur Risâlelerinden yazmıştı” diyen İlâhiyatçı Prof. Neşet Çağatay’ın bile milyonlarca insanın Nur Risâleleri okunmasına ve dâvâsını takibine hayret ettiği Said Nursî’ye “anlaşılmaz” isnadı, tarihi bilen bir tarihçiye yakışıyor mu? (a.g.e., 62, 125) İstanbul eski valisi ve belediye başkanı Ord. Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay, “Ben Said Nursî’yi yalnız din adamı değil, sosyal düşüncelere mâlik, kafasını ışıldamış bir ilim adamı olarak tanıdım” diye överken, yine bir diğer hukukçu Ord. Prof. Sulhî Dönmezer, yazdığı resmî raporunda “Gerçekten ve filhal mühim bir kısmı Kur’ân tefsiri olan Risâle-i Nurların Kur’ân-ı en iyi izâh eden eserler olduğu”nu belirtirken, Nur Risâlelerinin “anlaşılmadığı” safsatası, nereden kaynaklanıyor? (a.g.e., 267)
“SAİD NURSÎ’NİN DİLİ MÜKEMMEL TÜRKÇE” Said Nursî hakkında aydınlar, tarihçiler, edebiyatçılar, ilim erbabı yıllar öncesinden çok açık ve fevkalâde kıymetli değerlendirmeler yapmışlar. Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil, “Eğer Bediüzzaman Hazretleri bir asır önce gelseydi ve isteklerini Üçüncü Selim Han’a arz etseydi, muhakkak ki Osmanlı devletinin mukadderatı değişirdi” der. (Aydınlar Konuşuyor, N. Şahiner, 147) Pakistan eski Maarif Bakanı Prof. Dr. Ali Ekber Şah, “Ben iki kişinin tesiri altında kaldım; biri Mevlânâ, diğeri de Said Nursî” diye takdirini ifâde eder. Gazeteci, romancı Tarık Buğra, “Said Nursî konusunda biz şimdiye kadar yanılmışız. Yanlış bilgi sahibi olmuşuz. İslâmiyetten ayrı bir bid’a hareketi zannetmişiz. Siyasî harıltı ve gürültüler içinde, Said Nursî’yi çok yanlış tanımışız” diye hayıflanır. (a.g.e.,409) Son devir Türk Edebiyatının önde gelen hocalarından Prof. Ali Nihad Tarlan, “Anadolu’yu komünizme karşı koruyan Nurculardır. Said Nursî hakikî bir Müslüman hem de çok kültürlü bir Müslümandır. O İslâm’ın hakikatlerini anlatmıştır. Çünkü büyük bir İslâm âlimi tarafından yayılan fikirler sağlam fikirlerdir” diye Said Nursî’nin eserlerini okuyup benimseyenlerin hizmetlerini nazara verir. Tarihçi İ. Hakkı Konyalı, “Bediüzzaman’ın fikirleri, vatan ve millet için faydalı ilmî ve İslâmî fikirlerdir” tesbitini yapar. Said Nursî’nin eserlerini tetkik etmiş bir tarihçi olarak Cemal Kutay, Said Nursî’nin dili hakkında, “Mükemmel Türkçe buluyorum. Mükemmel Osmanlı Türkçesi konuşuyordu. Bilhassa şahsî konuşmalarında bu daha bârizdi” diye Nursî’nin eserlerini ve lisânını takdir eder. (a.g.e., 315-316) “Dikkat ederseniz 1908’de tertemiz bir uslûbu vardır. Katiyen onun üslûbu seci’li, müsecca, idgam-ı maalğunneli bir Osmanlıca değildir” diyen Kutay, bunu takdir edemeyenlerin “birer zavallı” olmaktan kurtulamayacaklarını bildirir. (a.g.e.,359) Peki, üzerinden bunca zaman geçtiği ve eserleriyle, ortaya koyduğu fikirleriyle bu ülkenin sosyolojik bir gerçeği olduğu ortada olan Said Nursî’yi hâlâ eserlerinde ortaya koyduğu görüşlerinin aksine yanlışta ısrar edilmesinin maksadı nedir?
SEZAİ KARAKOÇ: “RİSÂLE-İ NUR, TEK BAŞINA BİR İSLÂM KÜLTÜRÜ KÜLLİYATI”
BUGÜN Bediüzzaman, yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada konuşuluyor; eserleri bütün dünyada okunuyor. Bediüzzaman’ın edebî cephesi ve Türkçe yazılan Nur Risâlelerindeki edebiyat ve belâgat, yerli ve yabancı birçok hakperest ilim adamlarınca övülüyor. Şâir, edebiyatçı, fikir ve aksiyon adamı Sezaî Karakoç, “Risâle-i Nur’un son derece etkili bir sesi ve uslûbu vardır. Bir bakıma Risâle-i Nur tek başına, bir İslâm kültürü külliyatıdır. Onun, Anadolu’da okumamış insandan aydın insana kadar büyük bir kitleyi yeniden İslâm kültürü ve inancıyla eğittiğini; âdeta Anadolu’da yeni bir kültür akımı doğurduğunu ve bir kültür savaşına giriştiğini görmemek mümkün değildir” tesbitini yapar. (İslâm’ın Dirilişi, 32) San'atçı Zülfü Livaneli, daha önce Zafer dergisinde (Kasım 2007) ve haftalık Aktüel’de “sağım, sağ tarafım” dediği yönünü tanıttığı, daha sonra yayınlanan “Sevdalım Hayat” adlı kitabına aldığı hâtırasında, Risâlelerdeki muhtevanın yanı sıra kitapların “üslûbuna” ve “diline” de dikkat çeker.
“RİSÂLELERDE EDEBİYAT TADI VEREN BAMBAŞKA BİR TÜRKÇE VAR”
BİR yaz tatilinde kendi memleketi Konya’nın Ilgın ilçesinde iki Ilgınlı üniversite öğrencisinin kendisine verdiği birkaç Risâle-i Nur kitabından “Asâ-yı Musa” yı hemen okumaya koyulduğunu kaydeden Livaneli’nin ilk intibâı şudur: “Çok ilginç ve ateşli bir üslûpla yazılmış ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı var…” (Sevdalım, Hayat, 59-61) Said Nursî’nin kitaplarında “bir edebiyat tadını bulduğunu” ikrar edip ve “öylesine hırslı ve kuvvetli bir üslûptu ki ister istemez etkileniyordunuz” takdirini cümleleri arasına serpiştiren Zülfü Livaneli, ilkokul yıllarında dedesinin sıkı dinî eğitiminden geçmesiyle Risâlelerdeki terminolojinin kendisine yabancı gelmediğini belirtir. San'atçının gençliğinde bir yaz tatili boyunca okuduğu Said Nursî’nin kitaplarının muhtevası için yazdıkları ise daha kayda değer. Okuduğu “Kader” bahsinde Bediüzzaman’ın çok mantıklı cevaplar vermesi karşısında hayran kaldığını ifade eden Livaneli, o yaz tatili boyunca kendisine verilen ve bekletmeden okuduğu Said Nursî’nin kitapları hakkında şunları yazar: “İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günâhın da, sevabın da sorumluluğu Allah’a ait değil miydi? Bu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem “varoluşçuluk felsefesi”nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu. “Said Nursî adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tâbi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik. Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu…” (a.g.e.) Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerini kapatıp düşündüğünü ve bu kitapları yazanın ne kadar zeki bir kişi olduğunu anladığını not eden Livaneli, “Balzac’la, Kierkegeard’la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu” diye Bediüzzaman’la felsefe ve edebiyat dahilerinin bir mukayesesini yapar. Said Nursî’nin kitapları ve düşüncelerinin kendisini epeyce ilgilendirdiğini ve bu hususta ilgisini çeken bir başka mevzuun, “irâde-i külliye ve irâde-i cüziye bölümü” olduğunu nazara veren Livaneli, “Benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu” cümlesiyle, “kitapları çok beğendiğini” bildirir… Ve san'atçının sözünü ettiği “bambaşka Türkçe”nin, aslında asıl ve anlaşılır gerçek Türkçe olduğu bu beyânından anlaşır…
YARIN: “RİSALE-İ NUR ANLAŞILMIYOR” DİYENLERİN ÇELİŞKİLERİ…
|
CEVHER İLHAN 29.10.2009 |