Sami CEBECİ |
|
Antakya ve Adana hattı |
Biletimi alıp kontrolden geçerek içeriye girdim. Bekleme salonu oldukça kalabalıktı. Orta yaşlı, kır saçlı ve gözlüklü bir adama yaklaştım. “Hatay’a gidecek uçağın anonsu yapıldı mı?” diye sordum. “Hayır! Henüz yapılmadı. Uçak yarım saat tehirliymiş” dedi. Sohbet etmek için güzel bir vesile olmuştu. Yanına oturdum ve tanıştık. Hacettepe Üniversitesinde profesör olarak vazife yapan bir ilim adamıydı. Bir seminer için gittiğimi söyleyince, kendisinin de üniversitede bir semineri olduğunu söyledi. Hareket saatine kadar sohbet ettik. Hikmet Bey inançlı biriydi. İnsan vücudundaki hârika sistemi görüp de Allah’ı inkâr etmenin mümkün olmadığını söylüyor ve Cuma namazlarını üniversitesine yakın bir camide kıldığını ifâde ediyordu. Karşılıklı kartlarımızı vererek tekrar görüşmek dileğiyle son kontrol kapısından içeri girdik. Koltuğuma oturdum. Biraz sonra top sakallı bir adam müsaade isteyip pencere kenarına oturdu. Hayırlı yolculuklar diledim. Teşekkür etti. “Hataylı mısınız?” diye sordum. “Hayır, Elazığlıyım” dedi. Elli yaşlarında ve avukatlık yapıyordu. Hatay’a varıncaya kadar bir saat süreyle sohbet ettik. Mânevî konular gündeme gelince “Ben, inançsız bir insanım. Fakat, inanan insanlara da saygılıyım” dedi. Sosyalist ve devrimci bir kişiliğe sahip olduğunu söylüyordu. Uzun zamandır ilk defa açıktan dinsiz olduğunu söyleyen bir adama rastlamıştım. Sohbet koyulaştıkça düşünce ve kanaatlerinin sarsıldığını hissediyordum. Ama, o belli etmemeye çalışıyordu. “Üniversitede okuyan benim oğlum da namaz kılıyor. Ben, demokrat bir adamım. Kim neye inanıyorsa onu yapsın. Ona baskı yapmayı hiç düşünmedim” dedi. Avukat Ulvi Bey kendinden pek emin görünerek konuşmaya çalışıyordu. “Beyefendi! Maksadım, elbette ki sizi sahip olduğunuz kanaatlerinizden döndürmek değil. Zaten bu mümkün de değil. Yolculuk esnasında sohbet olsun diye konuşuyoruz. Siz, kişilikli bir insansınız” diyerek konuşmaya devam ettik. Uçak inişe geçtiği zaman “Sizin inanmadığınız, ama bizim varlığını delilleriyle tasdik ettiğimiz Allah’tan niyaz ediyorum ki, size hidayet kapısı açsın ve hayat sona ermeden size hidayet nasip etsin” dedim. Sesini çıkarmadı. “Oğlunuzun adı nedir?” diye sordum. “Hüsamettin” dedi. “Ne güzel! Anlamlı ve dînî bir isim koymuşsunuz” dedim. “Babamın adı. Torununa böyle isim vermek bizim geleneğimizde vardır” dedi. “Benim de bir torunum oldu. Oğlum benim adımı koymuş. Torun sevgisi bir başka oluyor. Allah size de nasip etsin” dedim. Gayet içten ve gülerek “Âmin!” dedi. Adama, âmin dedirtmiştik. Bundan sonrası Allah’ın hikmetine kalmış. Kartımı verdim. O da telefonunu verdi. Tekrar buluşmak dileğiyle ayrıldık. Bizim vazifemiz tebliğdi. İşte iki kişiye tebliğ yapmıştık. Tavsiye edebileceğim bir kitap varsa okuyacağını söyleyen avukata “Said Nursî’nin kitaplarını okursan mutlu olurum” dediğimde “Okuyayım. O dâvâsı için çok çile çektiği halde eğilmeyen bir adamdır. Onun bu yönünü çok takdir ediyorum” demişti. Neyse... Hidayet, ancak Allah’tandır. Mustafa ve Rıza Beyler karşılamaya gelmişler. Doğrudan hizmet merkezine geçtik. Kalabalık bir cemaat bizi bekliyordu. Bir buçuk saat boyunca Risâle-i Nur mesleğinin hizmet metodunu ve sâir mesleklerden farkını okuduk, konuştuk. Verimli ve feyizli bir ders olmuştu. Cumartesi sabahı orada kalan üniversiteli gençlerle, bir saati aşkın sorulu cevaplı sohbet ettik. Hepsi dâvâ adamı karakterinde dinamik gençlerdi. Program gereği, iki arkadaşla birlikte gittiğimiz bayanlar hizmet merkezinde ihlâs, uhuvvet, tesanüd ve meşveretin önemi üzerinde iki saati aşkın sohbet ettik. O da verimli olmuştu. Antakyalı gönül dostlarımız, cemaatın şahs-ı mânevisinin yanında ve kale gibi dimdik ayaktaydılar. Onlarla iftihar ettim. Ali Kanıbir Ağabeyle birlikte Adana’ya hareket ettik. Üç saat sonra hizmet merkezimize ulaştık. Yatsı namazını kıldıktan bir müddet sonra oldukça kalabalık bir cemaata, Bediüzzaman Hazretlerinin cihad ve tebliğ metodu üzerine seminerimizi sunduk. Anlatılan hakikatler, Bediüzzaman’ın olduğu gibi ve doğru bir şekilde anlaşılmasına vesile oluyordu. Mesleğinin önemli bir esası müsbet hareket olan Bediüzzaman, dahilde emniyet ve âsâyişe bütün gücüyle hizmet etmişti. Seminer sonrası orada kalan gençlerle yaptığımız sohbet de faydalı olmuştu. İki günlük Antakya ve Adana hattındaki hizmetlerden sonra Ankara’ya dönerken, yan koltukta iki genç İngilizce konuşuyorlardı. Nereli olduklarını sordum, Amerikalı olduklarını söylediler. “Türkçe biliyor musunuz?” diye sordum. Bilmediklerini ifâde ettiler. Yeterli derecede İngilizce olmayınca gazetemi okumaya başladım. Esenboğa’ya indiğimde, hizmetin verdiği şevkle ruhum bayram yapıyordu. 04.11.2009 E-Posta: [email protected] |