Ahmet ÖZDEMİR |
|
İnsanın yaratılışı üzerine tartışmalar |
Cinler, bitkiler ve hayvanlar, insandan önce yaratılmış ve yeryüzünde yerleştirilmiş varlıklardı. Cinlerin görevi yeryüzünü imar etmek, diğer varlıklardan sorumlu olmak ve onlara ev sahipliği yapmaktı. Yani insandan önce dünyanın halifesi olma görevi cinlere aitti. Cenâb-ı Hak, onları da “kendisini tanımaları, ibadet ve taatte bulunmaları”1 için yaratmıştı. Ama cinler, kendilerinden beklenen bu görevlerin tam zıddına hareket ettiler. Yeryüzünü imar edip şenlendirmek yerine, orada fitne ve fesat çıkardılar. Birbirlerini öldürerek zulüm yaptılar. Allah’a kulluk vazifesinden yüz çevirdiler. Bu fitne ve fesatlarında o kadar ileri gittiler ki, sonunda yaptıkları kötülükler, iyiliklerini kat kat geçti. Bunun üzerine yeryüzünün halifeliği makamından azledildiler.2 Cenâb-ı Hak, onların yerine, yeryüzünü imar edecek yeni bir varlık yaratmayı murat etmişti. İşte yaratılacak bu varlık insan nesli idi. İnsanoğlunun ilk babası, Hz. Âdem’dir (as). Cenâb-ı Hak ilk insan olarak onu yaratmış, sonra da eşi Hz. Havva’yı yaratmıştır. Daha sonra da insanları bu çiftten çoğaltmıştır. Bütün İslâm âlimleri bu konuda ittifak etmişlerdir. Allah, Hz. Âdem’i (as) yaratmadan önce meleklerine şöyle emir vermişti: “Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım” 3, “Muhakkak Ben, yeryüzünde emirlerimi yerine getirip varlıklar üzerinde tasarrufta bulunacak bir halife yaratacağım.” 4 “Onu iyice biçimlendirip ona Rûhumdan üfleyince hep birden, secde ediniz.” 5 Melekler, Allah’ın bu emri üzerine önce şaşırdılar. Çünkü yeryüzü cinlerin elinden alındıktan sonra kendilerinin mesken ve yurt edineceklerini zannediyorlardı. Çünkü cinler, fesat çıkardıkları için yeryüzünün hâkimiyetini ellerinden kaçırmışlardı. Melekler ise gece-gündüz ibadet ve tâat içindeydiler. Şu duruma göre yeryüzünün şenlendirilmesine en lâyık, onlar görünüyordu. Cenâb-ı Hak, meleklerin tahminlerinin aksine, yeni bir varlık yaratıp yeryüzünde onu halife yapmak istiyordu. Üstelik ona bütün meleklerin secde etmelerini de emrediyordu. Demek yaratılacak olan bu varlık kendilerinden daha üstün bir fıtratta ve mahiyette olacaktı. Peki, bu nasıl olacaktı? Gece-gündüz demeden her an ibadet eden meleklerin üstünde bir varlık nasıl olabilirdi? Kaldı ki, onlar yaratılacak insanın yeryüzünde cinlerden daha fazla fesat çıkarıp kan dökeceğini de anlamışlardı. Melekler, insanların yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceklerini nasıl öğrenmiş olabileceklerini ise, müfessirler geniş şekilde ele alırlar. Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Özetlemek gerekirse: Bu bilgi meleklere Allah ile aralarında geçen muhavere (konuşma) esnasında bildirilmiş olabilir. Bu takdirde onların bu bilgileri, Allah’ın talimiyle olmuştur. Melekler bu kanaata insanın mahiyetine muttali olmaları sonunda varmış olabilirler. Yukarıda belirttiğimiz gibi cinler fesat çıkardıkları için yeryüzünün halifeliği ellerinden alınmıştı. Şimdi onların yerine tayin edilen insan nesli, cinlerden daha fazla fesat çıkarabilecek kabiliyette idi. Zira onlar kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye sahibi idiler. Bu duygularına ise sınır konulmamıştı. Adı geçen duyguların ifrat mertebeye çıkmalarıyla fesat, zulüm ve kan dökmeler meydana gelecekti. Melekler ancak Allah’ın kendilerine öğrettiği şeyleri bilmektedirler ve Allah’ın sözünün önüne geçemezler. Çünkü Yüce Allah, “Melekler Allah’ın sözünün önüne geçemezler”6 buyurmaktadır. Bunu da melekleri, övme yönüyle söylemiştir... Peki melekler, Allah’a, “Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın?” diye nasıl soru sorabilir? Buna cevap ise: Melekler daha önceden yeryüzünde yaşayan cinlerin, birbirlerinin kanlarını döktüklerini ve yeryüzünde fesad çıkardıklarını görmüşlerdi ve bunu biliyorlardı. İşte bu, Hz. Âdem’in (as) yaratılmasından önce yeryüzünde cinlerin yaşadığını göstermektedir. Zira cinler yeryüzünde fesad çıkarmışlar ve birbirlerinin kanlarını dökmüşlerdi. Bunun üzerine Allah, Cebrail’in komutanlığında meleklerden oluşmuş bir orduyu onlara gönderdi. Melekler onlarla savaştılar, onların bir kısmını öldürdüler ve bir kısmını da denizlerdeki odalara ve dağların tepelerine sürdüler. İşte bundan dolayı meleklerin “Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birisini mi yaratacaksın?” sözleri, özel bir soruya yönelik olarak gelmiştir. Buna göre bu halife, yeryüzünde yaşamış olan cinlerden önce geçen bir yol üzere midir? Yoksa onların yolu üzere midir? Bir rivayete göre; Yüce Allah yaratacağı bu halifenin neslinden gelen bir topluluğun, yeryüzünde fesad çıkaracaklarını ve birbirlerinin kanlarını dökeceklerini meleklere bildirmiştir. İşte bundan dolayı da melekler, ya Allah’ın kendisine isyan edeceğini bildiği bu halifenin, Allah’ın onu kendi yerine vekil olarak bırakmasından şaşırdıklarından dolayı bu sözü söylemişlerdir.... Buna göre bizim; meleklerin sorusundan, Allah’ın yarattığına veya dilemesine ve isteğine itiraz etmediklerini anlamamız gerekmektedir. Onlar sadece Allah’ın yaratmak istediği bu varlığın kendisine isyan edeceğini, birbirlerinin kanlarını dökeceklerini ve yeryüzünde fesad çıkaracaklarını bildiği halde niçin yaratmak istediğinin sebeb-i hikmetinin açıklanması maksadıyla Allah’a bu soruyu sormuşlardır. Yoksa -daha önce de geçtiği üzere- başka bir maksattan dolayı değildir. Çünkü melekler, Allah’ın emirlerine karşı isyan etmezler ve onlardan, Allah’ın emrine karşı bir muhalefetin ve itirazın meydana gelmesinin düşünülmesi bile mümkün değildir. Bir başka ihtimal de, melekler bu hususu levh-i mahfuzdan okuyarak öğenmiş olabilirler.7 İnsanoğlunun yeryüzüne halife yapılmasının hikmeti nedir? İşte bu durum meleklerin meraklarını çekmişti. Bunun hikmetini öğrenmek için şöyle sordular: “Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen’i tenzih etmekteyiz!..” 8 Meleklerin bu sorularında, asla Allah’a karşı bir itiraz mânâsı olmadığı gibi, bu işin hikmet ve hayır gereği olduğuna dair bir şüpheleri de yoktu. Amaçları Âdem’i (as) ve neslini küçük düşürmek ve gıybet etmek de olamazdı. Belki yeryüzünde fesat çıkaracak bir varlığın oraya halife yapılmasındaki mânâ ve hikmeti öğrenmek istiyorlardı. Soru sormalarının da gerçek sebebi bu olsa gerektir. Meleklerin bu sorularını, Cenâb-ı Hak, “Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim! Olayların hikmetleri sizin göreceklerinizle sınırlı değildir. Benim insanları yaratmamda öyle bir hikmetim vardır ki, o hikmet onların işleyecekleri bütün fesat ve şerlere üstün gelecektir” 9 buyurdu. Yani, “Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hatırası için, fesatlarını nazara almam.”10 “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi” 11 âyetinde geçen “halife yaratacağım” ifadesini Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır şöyle tefsir etmiştir: “Kendi irademden, kudret ve sıfatımdan ona bazı selahiyetler vereceğim, o bana bağlanarak, bana vekil olarak yarattıklarım üzerinde birtakım kullanma yetkilerine sahip olacak, benim adıma hükümlerimi icra edecek ve yürütecek. O bu hususta asil olmayacak, kendi zâtı ve şahsı adına asil olarak hükümleri icrâ edecek değil. Ancak benim bir vekilim, bir kalfam olacak. İradesiyle benim iradelerimi, benim emirlerimi, benim kanunlarımı tatbik etmekle emredilmiş olacak, sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı görevi icrâ edecek olanlar bulunacak. ‘Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur’12 sırrı belli olacak.”13 Cenâb-ı Hakkın müşavere şeklinde meleklerle yaptığı bu konuşma, ileride meleklerin insanoğlu ile çok fazla irtibat ve ilgilerinin bulunacağına işaret etmektedir. Daha önce işaret ettiğimiz gibi öyle de olmuştur. Meleklerin bir kısmı insanları korumakta (hafaza), diğer bir kısmı amellerini kaydetmekte (kiramen kâtibin), bazıları da kulların kalblerine hayırlı şeyleri ilham etmekte, onlar için istiğfar ve duâ etmektedirler. Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil adlarındaki büyük meleklerin görevleri ise hepimizce malûmdur. İşte bunlar gibi insanlarla ilişkisi olan birçok melek nev'î vardır.14 “Cenâb-ı Hakk’ın ef’ali, hikmetlerden, maslahatlardan hâlî değildir. Öyleyse mevcudat, halkın malûmatında münhasır değildir. Öyleyse melâikenin adem-i ilimleri, beşerin adem-i vücuduna delil olamaz. Ve keza, Cenâb-ı Hak, hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve cami olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki, beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa, beşer, mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanâttan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.” 15 Demek ki, insanın yaratılışı konusunda meleklerin bilmedikleri gizli bir hikmet vardı. Meleklerin yeryüzüne halife kılınmaya engel olacak insani şer ve fesatlar, o hikmetin yanında çok küçük ve önemsiz kalıyordu. Cenâb-ı Hakk’ın yaptığı işlerde mutlaka hikmetler vardır. Her şey meleklerin bilgisiyle sınırlı olmadığı gibi, bizim bilgimizle de sınırlı değildir. Allah, mutlak hayır olarak melekleri, mutlak şer olarak şeytanı ve bu ikisinden mahrum olarak da hayvanları yaratmıştır. Hikmetin bir gereği de hayır ve şerri işlemeye uygun ve kabiliyetli insanlığın yaratılmasıdır. İnsanlığın önüne konulan üç kuvveye (şeheviye, gadabiye ve akliye) sınır konulmamıştır. Bu kuvveler istikamette olsa, o zaman insanlar melekleri geride bırakır. Aksi takdirde hayvanlardan daha aşağı düşerler. 04.11.2009 E-Posta: [email protected] |