Cevher İLHAN |
|
Bir türlü açılamayan “açılım”! |
Aylardır tartışılan “açılım”ın ilk kez 10 Kasım’da Meclis’te ele alınması, iktidar ve muhalefet tarafından demokratikleşmeyi “Atatürk’ü daha çok sevme yarışı ve kavgası” gösterilerine kurban gitti. Kısır tartışmalar, bugün ya da yarın yapılacak olan “genel görüşme” öncesi, siyasî iktidarın “demokratik açılım”da esaslı hazırlığının ve yeterli demokratikleşme paketinin olmadığını ortaya koydu… İşin ilginç tarafı, Başbakan Erdoğan’ın, demokrasiyi katleden, Meclis’in kapısına kilit vuran, hükûmetleri deviren darbeleri meşrû kılmakta kullanılan darbelerin ve darbecilerin ağzıyla “demokratik açılım”ı demokrasi kıtallerinin adına yapıldığı “Atatürk” ve “Atatürkçülük”le açıklamasıydı. Başlattıkları “millî birlik projesi”nin “Atatürk ilke ve ideâlleriyle örtüştüğünü, paralellik arz ettiğini ve reformlara yenilerini eklediğini” söylemesiydi… İddialı “demokratik açılım”ın içindekileri açıklayacağı beklenen İçişleri Bakanı Atalay’ın, “açılım”ın muhtevasından çok hedeflerini açıklaması, esas görüşmede de hükûmetin “açılım edebiyatı”nın ve “söylem”in dışında demokratikleşme konusunda ciddî bir irâde göstermeyeceğinin işâretlerini vermekte.
TERÖRÜN DURMASI İÇİN KİM MUHATAP ALINACAK? “Açılım” Bakanı, herkesin mâlumu olan ve kimsenin itiraz etmediği, “Terörün sonlandırılması gereği”nden dem vuruyor; bunun için “terör örgütünün silâh bırakmaktan vazgeçmesi”ni öneriyor. Diğer yandan terör örgütünün, “operasyonlar devam ederse kan akmaya devam edeceği” ve “büyük şehirleri kana bulayacakları” tehdidini aktaran DTP temsilcileri, baştan beri “Öcalan’ın ve terör örgütünün muhatap alınması”nı şart koşuyorlar. Peki bu tabloda Ankara kimi muhatap alacak? En son “sınırdaki şov”da görüldüğü gibi, terör örgütüne söz geçiremediği, tam aksine kontrolünde olduğu açıkça anlaşılan DTP muhatap olmadığına ve Başbakan açık açık, “İdam cezası alan terörist başı muhatap alınmayacak” dediğine göre, kim muhatap alınacak? Teröristlerin dağdan inmesi ve silâhların susması nasıl sağlanacak? Öcalan ve Kandil’deki Karayılan’ın tamamen ayrılığı getiren “geniş özerklik” perdesindeki “yol haritası” ortada. Kaldı ki, 20 Ekim’de PKK’ya ait Fırat Haber Ajansına beyanat veren terör örgütünün iki numaralı ismi Cemil Bayık’ın, “barış grupları” dediği sınırda “kahraman” gibi karşılanan teröristlerin dönmesinin, “PKK’nın dağdan inmesine yol açmayacağını” ileri sürmekte. Türkiye’de kendi kimlikleriyle örgütlenme garanti altına alınmadıkça, teröristlerin silâh bırakmayacağını peşinen iletmekte. “PKK’nın tasfiyesi demek, Kürt irâdesinin tasfiyesidir; ortada muhatap bırakmamaktadır” diye “olmazsa olmazları”nı bir tehdit ve şantaj üslûbuyla bildirmekte… Bu durumda “açılım”ı terör örgütü için değil, demokrasi, hukuk, insan hakları ve özgürlüklerinin geliştirilmesi açısından ele alınmasının bir zarûret olduğu bir defa daha su yüzüne çıkmakta…
TÜRKİYE’NİN AYAĞINDAKİ PRANGALAR… İçişleri Bakanı, “Baştan beri şunu söylüyoruz; bu ülkede aklı başında olan hiç kimse, devletin bütünlüğünü, resmî dilin Türkçe olduğunu, millî marşımızın İstiklâl Marşı olduğunu tartışmıyor, tartışamaz” dediğine göre, öncelikle demokratikleşmeyi sağlayacak, Anayasal ve yasal değişiklikler yapılması gerekiyor. Ne var ki, hükûmetin sürekli ertelediği “açılım”ın içinin bu açıdan da boş olduğu görülmekte. Açık bir irâde zaafı var. Hükûmetin Meclis’e sunacağı “mini paket”te, öteden beri zaten tatbik edilen, mahkemelerde “Türkçe bilmeyenlere tercüman sağlanması” gibi sıradan bazı palyatif tedbirlerden bahsediliyor. Keza polise taş atan çocukların cezalarının hafifletilmesi yasa tasarısı hâricinde herhangi bir anayasal ve yasal değişikliği henüz Meclis’e getirmiş değil. Bu arada, Başbakan’ın yılsonuna kadar mutlaka “açılım”ın başarılacağını kamuoyuna taahhüdüne karşılık, kulislerde Meclis’in hangi yasaları çıkaracağının Ocak ayından sonra kararlaştırılacağı ve anayasa değişikliklerine daha sonra -gerekirse- bakılacağı belirtiliyor. Başbakan’ın danışmanı Ömer Çelik, bu sürece “Aralık ayı sonuna kadar güven arttırıcı önlemler” olarak bakıyor. Haziran ayından bu yana “açılım” konuşuluyor; fakat görünen o ki, hükûmet sınırdaki son şovlar üzerine ortaya çıkan oy kaybını telâfî etme peşinde; işi ağırdan alıyor. Erdoğan’ın her fırsatta “bu bir süreç” deyip açılımın muhtevasını gelişmelerin seyrine bırakması bunun tezâhürü… Bakan Atalay, önceki gün Meclis kürsüsünde “Her şeyden önce demokratik açılım büyük Türkiye’nin ayağındaki prangalardan kurtulmasını sağlayacaktır” diye konuşuyor… Oysa, başta darbecileri ve devrimleri koruyup kollayan ve “Atatürkçülüğü” resmî ideoloji olarak kabul eden 12 Eylül ihtilâli Anayasası olmak üzere, AB’ye vaadedilen siyasî partiler ve seçim kanunu, YÖK yasasını, yargı reformu, inanç ve ifâde özgürlüğüne dair temel düzenlemeler yapılmadığı sürece, Türkiye ayağındaki antidemokratik prangalardan kurtulamayacaktır. Ve “gözboyama”dan ibâret “açılım”, “demokratik açılım” olmayacak; sâdece Türkiye’yi bir süre daha avutan, kamuoyunu oyalayan içi boş bir politik tartışma ve siyasî polemik malzemesinin ötesine geçmeyecektir… 12.11.2009 E-Posta: [email protected] |