06 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Elif Eki

“Kayıp” değil; geçici firak...

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Dünyadaki muvakkat vazifeli misafirliğini tamamlayıp ölüm kapısından geçerek âhirete göç edenler listesine, Şaban Döğen de katıldı.

“İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn.” (“Allah içiniz ve O’na gideceğiz” Bakara, 2:155).

Magazin gazetelerinin çoğunda vefat ilânlarında, “Acı bir kayıp”, “Büyük kaybımız”, vb ifadelere rastlanır. İslâm inancına göre ise, bir insanın vefatı onun “kaybedilmesi” değil; onun dünya hayatından ayrılmasıdır; asıl hayat, dünyadaki ölümden sonra başlayan ve ebedî olan âhiret hayata göç etmesidir. Ölüm, ebedî olan âhiret hayatına geçiş kapısıdır. Bu sebeble, Müslümanların bir insanın vefatından bahsederken “kayıp” kelimesini –her ne kadar kastedilen manâya da bağlı olsa- kullanmaması daha doğru olur. Bu kelime, âhirete inanmayanların diline daha çok yakışır. Müslümanın lügatında, ölümün manâsı “kayıp” kelimesinin manâsından uzaktır.

Müslüman, ölen kişiyle yakınlığı varsa, ölüm hadisesinin ölen kişiyle kendisi arasına “geçici bir ayrılık” getirdiğini düşünür ve asıl hayat olan ve kendisinin de erken veya geç olarak gideceği ebedî âhiret hayatında onunla cennette kavuşmayı, buluşmayı, birlikte olmayı dua ve temenni eder; ölenin yakınlarına ve sevenlerine taziyede bulunur.

Üniversitedeki bir arkadaşımın bir defasında: “Neden hep iyi insanlar ölüyor?” sözünü sarf ettiğini hatırlıyorum. Aslında, insanların iyisi de kötüsü de dahil, hergün yaklaşık üç yüz bin, her saniye birkaç insan ölüp bu dünyayı terk ediyor; fakat, bunlar arasındaki iyilerin ayrılık hüznü kötüler için duyulmadığından, bize hep iyi insanlar ölüyor gibi bir his veriyor.

Şaban Döğen’i tanıtmaya pek lüzum hissetmiyorum. O zaten kendisini gazete yazıları, kitapları, radyo ve televizyon sohbetleriyle tanıttı. Ziya Paşa’nın meşhur “Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz” mısraına göre, Şaban Döğen’in de “âyinesi” dünya hayatı esnasında yaptığı işlerdir; onları bilen biliyor, takdir edebilen de takdir ediyor.

Kendisiyle bizzat son görüşmemiz, geçen yıl onu dâvet ettiğimiz Tophane’deki öğle tatili sohbetimizde olmuştu. O sohbette hem bize Risâle-i Nur dersi yapmış, hem de sahibi olduğu “Gençlik Yayınları”ndan yeni yayınladığı “Bediüzzaman’dan Özlü Sözler” cep kitabından bana hediye etmiş, Yeni Asya Araştırma Merkezi’nin 1979’da yayınlamış olduğu, bende mevcudu hiç bulunmaması sebebiyle nostaljik hatıra değeri de taşıyan “Kâinat Ne Kadar Büyük?” başlıklı broşürlerimden ben istemeden kendisinde ne kadar varsa tamamını getirip bana vermesiyle de beni ayrıca memnun etmiş, bunun yanında başka broşürlerden de vermişti.

O son görüşmemizde, devamlı mütebessim oluşu sebebiyle, ona takılıp:

“Soyadın Döğen ama, hiç de döğecek gibi değil; hep mütebessim, müşfik bir halin var” dediğimde ise, bana cevap vermemiş; sadece yüzündeki tebessüm ifadesi daha da derinleşmişti.

Müslümanın Müslüman üzerindeki altı hakkından biri, hastalığında hatırını sormaktır. Geçen Pazar sabahı onun bu hakkını ifa için hastanede ziyaret etmek istediğimde, ziyaretçi kabul edilmediğini bildirdiler; diğer bir hakkı olarak, cenazesini teşyi etmek istedim ise de, cenazesinin Çorum’a götürülüp orada defnedilmesi sebebiyle buna da imkân bulamadım.

Şaban Döğen, üzerindeki Allah’ın emanetlerini O’nun hesabına kullanıp, Tevbe Sûresi 111. âyetine göre Cenneti satın alabilecek şekilde, ömrünü hayrın korunması ve yayılması için çalışarak, âhirette kendisini kurtarabilecek eserler vererek yaşadı. Kendisi için “Allah rahmet eylesin” diyor, yakınlarına ve sevenlerine taziyelerimi bildiriyorum.

SICACIK BİR TEBESSÜMDÜ ŞABAN DÖĞEN!

HÜSEYİN YILMAZ - [email protected]

Öğle namazının farzına henüz durmuştum... Cep telefonuma düşen bir mesaj sinyali hilâf-ı adet olarak içimde bir ürpertiye inkılâb etti. Namazın akabinde ilk iş olarak elim telefona gitti... Halbuki bâzen mesajlarıma günlerce bakmadığım olur, dostlarım serzenişte bulunur, ama yine de bu halin devamına engel olamam. Ama içimden bir his mesajı okumaya sevkediyordu.

Heyhat ki, dostları, dost ve ağabeyim Şaban Döğen’in vefatını haber veriyorlardı. İri ıslak gözlerinden doğup geniş alnı ve dost çehresini aydınlatan sımsıcak tebessümüyle gözlerimin önünde belirdi; vedã edecek gibi değil, uzunca bir sohbetin besmelesini çekecek gibiydi.

Aylar var ki, karşılaşamamış, görüşememiştik... Herzamanki gibi benden vefalı çıkmış, kalkıp gelmişti... Kucaklaşmak için hamle ettim... Şaban ağabey, bu doyasıya sarılma ihtiyacı duyduğum, temasıyla sıcaklığını hissettiğim, tebessümü ılık bir mai gibi damarlarımda dolaşan kişi ise, bu tuhaf mesaj da neyin nesi!.. “Şaban Döğen Hocamız vefat etti!” de ne oluyor?.. Böyle şaka olur mu?.. Up uzun bir ân bu... İnna Lillahi ve inna İleyhi râciun...

1983’de Yeni Asya gazetesinin çatısı altında tanışmıştık. Ben yirmiüç yaşında bir delikanlı, o ise henüz otuzunu aşmış genç bir insandı... Ne genci? Şaban Döğen hiçbir zaman genç olmadı... Evet, herkes gibi genç biri vücudu oldu, omuzları daha dik, saçları daha gür, adeleleri belki daha gergindi; doğru... Ama o genç vücudunun içinde ihtiyarları bile gıpta ettirecek mütekamil bir ruh olarak yaşadı; hep kâmil, hep olgun, hep ihtiyardı...

Kızdığı, hiddetlendiği, sesinin tonun yükseldiği olur muydu? Hiç hatırlamıyorum, hiç şãhid olmadım... Işıltılı gözleri ve aydınlık çehresinin aslî bir unsuru gibi duran tebessümü simãsını terkeder miydi? Bilmiyorum, hiç şahid olmadım... Uyurken tebessümü ne olurdu, uyur muydu? Sanmıyorum, daha doğrusu tahayyül edemiyorum... Ruhu bedenini terk ederken tebessümünü de alıp götürdüyse yakınındakiler bu ışıltılı yükselişe şahid olmuş olmalılar... Öyle olmalı... Ruh bu tebessümü dost simâsından koparmaya kıyamadıysa, Şaban Ağabeyin çehresi hâlâ gülüyor olmalı...

Şaban Döğen, her şeyden çok, sıcacık bir tebessümdü; harika bir dost, bir gönül ehliydi... Ve dâvâsından kopmayan, yılmayan gayretli bir dâvâ adamıydı... Belki çok öne çıkmıyordu, belki esip gürlemiyordu, belki çok konuşmuyordu... Doğru! Ama karınca gibi mütemâdiyen çalışıyordu, kendi halinde, sessis sedasız, ama mütemadî bir çalışma...

İki yıl kadar önce hizmet zeminlerinde sık görüşür olmuştuk, ayda bir sefer Risâle mütalâalarının yapıldığı bir dost meclisine birlikte iştirak ediyorduk. Meselelere vukufiyeti takdire şãyãndı... Hemen her meseleyi, çocuk safveti denebilecek bir merak ve şaşkınlıkla karşılıyordu, hayretler içinde dinliyor veya konuşuyordu. Dağların gürültülü çağlayanlarından çok, kırk koldan beslenmiş ovaların sessiz nehirlerine benziyordu; taşıdığı muazzam suyun hacmini, derinliklerini belli etmeyen nehirlere...

Ağabey!.. Bir kardeşin, bir dostun olarak senden rãzıyım, varlığına muttali olup olmadığım her ne hakkım varsa annenin ak sütü gibi helâl olsun. Umarım sen de fakirden rãzı ve memnun gittin, öyle ümid ediyorum. Düşünce ve ruh dünyamızda sıcacık bir tebessümün arkasında yaşayacak olan Şaban Döğen Ağabeye Cenâb-ı Hakk’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyor, kederli ãilesi ve dostlarına sabırlar diliyorum.

06.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Elif Eki

  (30.10.2009) - “ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU”NA ADNAN MENDERES DE MUHALİFTİ

  (23.10.2009) - Küre-i arzın merkezindeki ibadet

  (16.10.2009) - Ahmed Hanî Hazretleri

  (09.10.2009) - 'Açılım'ın kapalı kapıları aralanırken

  (02.10.2009) - Huzurevinde ‘huzur’u buldu

  (25.09.2009) - Yola devam!

  (07.08.2009) - Çok sinirliyim... Çabuk kızıyorum, bunun çaresi yok mu?

  (31.07.2009) - Ey güzeller güzeli bostan-ı bağ-ı vefa!

  (24.07.2009) - Kara sevdâ: Hicaz Demiryolu

  (17.07.2009) - “Üçüncü madde: Tesettür kalkacak!”

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.