Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Kul ile Cennet arasında yedi sarp yokuş vardır. Bunların en kolay geçileni ölümdür. En zor olanı ise, mazlumun zalimin yakasına yapıştığı günde hesap vermek için Allah'ın huzurunda dikilmektir.
Câmiü's-Sağîr, No: 1722. |
06.11.2009 |
Hakiki ömrünü bulunduğun gün bil!
Eğer desen: “Beni namazdan ve ibâdetten alıkoyan ve fütur veren, öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maîşetin zarûrî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan, sonra biri gelse, dese ki, “Gel on dakika kadar şurayı kaz. Yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona, “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek. Nafakam azalacak” desen, ne kadar divânece bir bahane olduğunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi, sen, şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer, sen, istirahat ve teneffüs vaktini ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarf etsen, o vakit bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menbâ olan iki mâden-i mânevî bulursun: • Birinci mâden: Bütün bağındaki(Hâşiye) yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebâtın, her ağacın tesbihâtından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun. • İkinci mâden: Hem, bu bağdan çıkan mahsülâttan kim yese—hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun—sana bir sadaka hükmüne geçer; fakat o şart ile ki, sen, Rezzâk-ı Hakiki nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevzîât memuru nazarıyla kendine baksan. İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder! Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ, ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyâde ibâdetle beraber, sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ, kabrime daha ziyâde ışık göndereceğim. Âhiretime daha ziyâde zahîre tedârik edeceğim.” Elhâsıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbâl için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at. Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümâtlı ve perişan bir halde gider. Senin aleyhinde âlem-i misâlde şehâdet eder. Zîrâ herkesin, her günde, şu âlemden, bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki aynanda görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür; kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem, onun keyfiyetine bakar; o ayna şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir, düzgün değil ise çirkin gösterir. En nâzik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin; ya aleyhinde, ya lehinde şehâdet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile, o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdetâ, namazın, bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümâtını dağıtır. Ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karma karışık perişâniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitâbet-i kudret olduğunu gösterir, “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur Sûresi: 35.) âyet-i pürenvârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nurâniyetle şehâdet ettirir.
Sözler, 21. Söz, 1. Makam, 5. İkaz |
06.11.2009 |
Dinimizi doğru bir şekilde anlatmalıyız Şaban Döğen’le yapılan bir röportajı, rahmete vesile olması niyazıyla yayınlıyoruz. * İsterseniz, sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım. Çocukluk yıllarınız, yetişmeniz, tahsiliniz merak ettiğimiz konulardan birkaçı. Kısacası, bugüne nasıl geldiniz?
Çocukluk yıllarım Çorum ilinin küçük bir kazası olan Kargı’da geçti. İlk ve orta okulu burada okudum. Okumaya hevesli olduğumu anlamış olmalı ki, ilkokul öğretmenim mutlaka okumamı söylemişti. Dine duyduğum ilgi ve meraktan dolayı fark derslerini verip Çorum İmam-Hatip Lisesine kaydımı yaptırdım. Risâle-i Nur’la tanışmam bu sıralara rastlar. Nur’lar hayatıma yep yeni bir yön verdi. Onlardan çok değişik bir hız ve şevk aldım. Bu devirde dinimize hizmet edebilmek için İslâmı temelinden kavramak ve çok çalışmak gerektiğini Nurları okuyarak öğrendim. Böylece parolam çok çalışmak oldu. Bu fikre ulaşmamda rahmetli babamın da büyük rolü olduğunu belirtmem gerekir. Sık sık anlatırdı babam: Birinci Dünya Savaşına katılmış, yedi yıl kadar askerlik yapmış. O yıllarda bir Alman generali askerlerin önünde Türk kumandanına elindeki kılıcı sallayarak “Dostum” demiş, “çalışan kazanır, çalışan kazanır.” Bu sözler babamın zihninde iyice yer etmiş. Sık sık anlattığı için benim de aklımdan hiç çıkmadı. Devamlı çalıştım. Çalışmamın meyvelerinden ilkini, not ortalamamı yüksek tutturarak, altıncı sınıftan sonra yedinci sınıfın imtihanlarına girip aynı sene iki sınıfı birden bitirmekle tatmıştım. 1974’te Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdim. Bunun bir sene sonrasında da öğretmenlik yapmaya başladım. Kader, bizi seneler sonra İstanbul’a getirdi. 1980’den beri aktif yayın faaliyetleriyle birlikte hayatımı burada devam ettiriyorum.
* Hem öğretmen, hem yazarsınız. İkisini bir arada yürütmek zor olmuyor mu?
Aslında her ikisi de birbirinin tamamlayıcısı olan meslekler. Yazarlık da bir tür öğretmenlik sayılabilir. Öğretmenlikte meselâ iki bin kişiye hitap ediyorsanız, yazarlıkta bunu otuz-kırk kat arttırma imkânınız var. Ha okulda öğrencilerinize seslenmişsiniz, ha kitap sayfaları arasında okuyucularınıza. Yaptıkları vazife bakımından öğretmenlikle yazarlığı birbirinden farklı görmüyorum. Belki birbirlerinin devamı oluyor, birbirini besleyip yardımcı oluyorlar. İkisini bir arada yürütmekte bir zorluk söz konusu olsa bile, bu zorluğu üstlenebilmek büyük bir şeref. İşlerin en hayırlısı, en zor olanı değil mi? Bana göre, zorluk benimsenmeden ve sevilmeden yapılan işlerde ortaya çıkar. Asıl zor olan da, boş durmak, bir iş yapamamak, işe yaramamak. Sevilerek yapılan işler zor olsa da kolaylaşır. Zevkle omuzlanır. İki vazifemi de severek yapıyorum. Hizmet olduğuna inandığım her iş bana büyük zevk veriyor.
* Yazarlık hayatınız ne zaman başladı?
İlkyazı denemelerim 1974 yılı sonlarına dayanır. Yüksek tahsilimin son yıllarında Yeni Asya gazetesinde sık sık yazılarım yayınlanırdı. Bunlar benim için büyük bir teşvik vesilesi oldu. Sonraki yıllarda planlı programlı bir şekilde yazmaya devam ettim.
Bir tercih durumunda kalsanız; yazarlığı mı, öğretmenliği mi tercih edersiniz?
Benim için cevaplandırılması çok zor bir soru. Allah hiçbir zaman beni böyle bir tercihle karşı karşıya bırakmasın. Arzum, her ikisini de bir arada devam ettirmek. Ama ikisinden birini tercih etme durumunda kalsam, her halde birincisini seçerdim. Öğretmenlik yazarlığın bir çeşit eğitim alanı, tecrübe meydanı. Duyduğunuz, düşündüğünüz, bildiğiniz şeylerin öğrencileriniz üzerindeki tesirlerini ve akislerini gözlerinizle görebiliyorsunuz. Yazabilmek için okumak, araştırmak, düşünmek gerekli. Nerede hangi malzemenin kullanılacağını, neyin nasıl söyleneceğini iyi tesbit etmeniz lâzım. Yani bin düşünüp bir yazmalı, öğretmenlik de en az yazarlık kadar maharet ve kabiliyet isteyen bir iş bence. Her şeyden önce, öğretmen bilgisiyle, görgüsüyle, tecrübesiyle, örnek olacak tavırlarıyla kendisini öğrencilerine kabul ettirmeli. Ve aynı espri yazarlıkta da fazlasıyla geçerli. Tek fark, öğretmenliğin biraz daha pratiğe dönük olması.
*Tahsil itibarıyla ilahiyat menşeli bir yazarsınız. Ama sizi ilim-teknik konularıyla da haşır neşir görüyoruz. Bunun izahını nasıl yapıyorsunuz?
Bu, dinimizi çağımızın anlayışına göre anlatma ihtiyacından doğuyor. Bir liseliyi muhatap almışsanız, İslâmî konuları onun hoşlandığı ve aşina olduğu dilden anlatmanız daha uygun olur.
***
İslâm akıl, mantık ve ilim dinidir. Hiçbir meselesi yoktur ki, akıl ve ilimle çatışıyor olsun. Sonra İslâm, müsbet ilmi bir evlât gibi bağrına basar. Din ve ilim arasında ayrılık gayrılık yoktur. İlim, Allah’ın yarattığı kâinat kitabını okumaktır. Kur’ân’ı da Allah göndermiştir. Kur’ân ve kâinat iç içe iki ilâhî kitaptır. Bu yüzden hem dini, hem ilmi öğrenmeliyiz. Din ilimleri vicdanımızı, fen ilimleri de aklımızı aydınlatır. Hakikati ve ahengi de ancak bu şekilde bulabiliriz.
*Bir gününüzü anlatır mısınız?
Güne, gün doğmadan başlamak ana prensiplerimden biridir. Namazdan sonra, kahvaltıya kadar kitap okurum. Bu, takip ettiğim bir kitap olur. Her gün Risâle-i Nur’dan en az on beş sayfa okurum. Okurken notlar alırım. Herhangi bir zarurî sebeple aksama olursa, birikenleri toptan okurum. Böylece, nefsimi, yatkın olduğu tenbelliğe alıştırmamış olurum. Kur’ân ve Cevşen okuyarak, çeşitli hadiselerin yıprattığı ruhuma taze bir güç katmaya çalışırım. Böyle bir yenilenme ihtiyacını her zaman duyarım. Öğretmenlik genellikle günümün yarısını alır. Kalan yarım günümü ise Yeni Asya Araştırma Merkezindeki çalışmalarımla geçiririm. Güneşin bizi aydınlattığı zamandaki günüm böyle paylaşılmıştır. Dünyamızın bizim bulunduğumuz bölgesinin karanlığa gömülmesiyle başlayan saatlerin ise benim için ayrı bir değeri vardır. Asıl çalışmalarımı bu saatlerde yaptığımı söyleyebilirim. Önce ailecek akşam yemeğini yer, sohbet ederiz. Günün nasıl geçtiğini konuşuruz. Bu arada çocukların dersleriyle ilgilenirim. Yeri gelmişken söyleyeyim; çocuklarımın kendi işlerini kendilerinin yapması gerektiğine inanırım ve onlara bu mânâda telkinlerde bulunurum. Bana göre, onların birşeyler öğrenebilmeleri ve hayata hazırlanabilmeleri, buna bağlı. Kabiliyetlerinin yeşermesi için, serbest hareket imkânı bulmaları şart. Geçelim. Akşam namazından sonra, ailemizin bütün fertlerinin katıldığı bir okuma faaliyetimiz olur. Herhangi bir kitaptan herkes sırayla bir-iki sayfa okur. Okuduğumuz yerlerden ihtiyaç duyduğumuz kısımları birlikte tartışır, müzakere ederiz. Televizyondan kurtardığımız saatleri herkes kendisine göre değerlendirir. Hemen belirteyim, bizim evde televizyonun düğmesi kontrol altındadır. Kontrol altına alma gayreti içinde olduğum bir başka şey ise, uyku. Ben ona beş-altı saatten fazla vermek istemiyorum. Ama nefsim daha fazlasını istiyor. Kâh ben ondan, kâh o benden. Genelde mümkün olduğunca az uyku ile yetinmeye çalışıyorum. Uykuya olan zaafımdan olacak ki, merhum babam “Kalk oğlum, kabirde uyuyamazsın” derdi. Geçen zaman onu haklı çıkarıyor.
*Kitaplarınızda zaman zaman İslâmın hayata aktarılmış tablolarını sunuyorsunuz. Sizce, dinimizin güzelliklerini kendi hayatımızda nasıl yaşatabiliriz? Ailede bir ilim atmosferini nasıl teşekkül ettirebiliriz?
Hayat kaynağı, huzur ve saadet menbaı olan bir dinimiz var. Dünyadaki mutluluğumuz olduğu kadar, ebedî saadetimiz de onu lâyıkıyla anlayıp yaşamamıza bağlı. Bunun için de çok okumak, öğrenmek, araştırmak, tefekkür etmek gerekiyor. İnanıyorum ki, öğrendiğimiz her yeni bilgi, hayata yeni bir ümit ve şevkle bağlanmamızı, çevremizi ve insanları sevmemizi sağlayacaktır. Bilhassa imanı kuvvetlendirici eserleri bol bol okumamız gerekir. Okuma, anlama ve hayata aktarma, bizi devamlı yüceltecek ayrılmaz bir üçlüdür. Ailede bir ilim atmosferinin doğması için de bunlar gerekli. Dinin güzelliklerinin yuvamızda tezahür edebilmesi, aile yuvasının cennetten bir köşe haline gelmesi de buna bağlı. Soru da, cevap da bilgiden geleceğine göre, her gün birkaç saatini okumaya ve tefekküre ayırabilen aileler, evlerini bir mektebe çevirirler. Ben bir aile reisi olarak, bir ilim havasının tesisi için ilgimizi özellikle okuma ve müzakere etme faaliyetinde odaklaştırmamız gerektiği düşüncesindeyim.
*Sizin en önemli eseriniz “Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi.” Müslüman âlimlerin beslendikleri kaynak neydi? Onları yetiştiren anneleri de tahlil etme imkânı buldunuz mu?
Geçmişte keşif, buluş yapmış, ilme yenilikler getirmiş âlimlerimizin ana kaynakları Kur’ân’dı. Hepsi ilmi bir bütün olarak düşünmüş, İslâma hizmetin ilimde üstünlükle olabileceğine inanmış, o ölçüde çok çalışmış insanlar. Vakitlerini en iyi şekilde değerlendirmeyi bilmişler. Dikkat çeken bir başka husus da, her büyük âlimin arkasında muhterem bir annenin bulunması. İlk hakikat derslerini onlardan almışlar ve ilim binalarını o temel üzerinde kurmuşlar. İtibarın, şerefin, şanın ilimde arandığı, okuma yazma nisbetinin yüksek olduğu bir atmosferde dünyaca ünlü âlimlerin yetişmesine vesile olmuşlar. Şu an elimde ilim öncüleriyle ilgili beş-on kitap hacminde malzeme var. O günün ilim atmosferi bunlar da çok açık şekilde görünüyor. O büyük anaları yetiştiren anaların tahlili ise işin ap ayrı bir yönü. Bunu da hanım yazarlarımıza bırakmayı tercih ediyorum...
*Hanımların ilmî çalışmalara aktif şekilde katılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bir kere, bunun zaruretine inanmaları lâzım. Bir ilmî çalışmayı veya ilmî eser okumayı en az bir çamaşır yıkama, ev temizliği kadar ihtiyaç saymaları gerekiyor. Kanaatimce, hanımlarımız bu sahada erkeklerle yarışabilecek durumdalar. İstikbali omuzlayacak çocuklarımızın eğitilmesi vazifesi öncelikle onların sırtında. El işi yapmaya, birbirleriyle sohbet etmeye, televizyon seyretmeye ayırdıkları kadar ilme de vakit ayırabilecek imkâna sahipler. Sonra, önlerinde Hz. Aişe validemiz gibi, erkeklerin dahi kendisinden ilim öğrendikleri örnekler var. Evet, kadınlar da erkekler gibi ilâhî “Oku” emrinin ve “İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır” hadisinin muhatabıdırlar. Mesut bir ailenin ve toplumun temelinde; nice hakikat âşığı, hak fedaisi, gönül eri ve kahramanın yetişmesinde onların emeği var. Niçin günde bir-iki saatlerini olsun, ilme veremesinler? Üstelik ellerinde Bizim Aile gibi devamlı ilerlemeye, yücelmeye teşvik eden bir arkadaşları var. Bu bakımdan, ben inanıyorum ki, hanımlarımızın erkekleri geride bırakacak çalışmalar ortaya koymaları hiç de imkânsız değil.
*Bundan sonraki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Allah muvaffak ederse, “Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi” ni genişletmeyi düşünüyoruz. Çalışmalarımız devam ediyor. Yeni bilgi ve orijinal resim, minyatür örnekleriyle eseri zenginleştirmeye çalışacağız. Şu sırada gündemimizdeki bir çalışma da, “Hakikat Çekirdekleri”ne benzer şekilde, Risâle-i Nur’daki vecizeleri derlemek. Konu konu sınıflandırıp, herkesin istifade edebileceği bir eser vücuda getirme gayreti içindeyim. Sözün kısası, karınca kararınca birşeyler yapmaya çalışıyoruz. Okuyucularımızın dilek ve temennîleri de bize yol gösterecektir.
(Bizim Aile dergisi, Temmuz-1988 sayısında yayınlanmıştır) |
06.11.2009 |