Umut YAVUZ |
|
ABD’nin fake (feyk) istihbaratları ve danışıklı dövüş |
Bugün herkes Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgal ederken bahane olarak öne sürdüğü “kimyasal silâhların” ve bu silahların üretildiği tesislerin esasında birer hayal ürünü olduğunu bilmektedir. Nitekim ABD’nin Saddam’ın Irak’ını işgaline zemin hazırlamak üzere istihbarat birimlerince, medya ve diğer kitlesel iletişim araçları vasıtasıyla pompalanmak suretiyle Irak bir “kimyasal silâh” cenneti olarak gösterilmiş ve bu bir bakıma başarılı olmuştur. ABD Irak’a girip de tek bir kimyasal silâh bile ortaya çıkarmayınca olayı “basit bir istihbarat hatası” olarak geçiştirmiş ve zaten fiili olarak başlayıp, hallettiği işgalin esasında meşrû bir dayanağı olmamasına rağmen “oldu bitti”ye getirmiştir. Bugün artık Irak’ta kimyasal silâh olup olmaması kimseyi ilgilendirmiyor. ABD ve onun koalisyon ortaklarınca işgal gerçekleşti, Irak’ın altı üstüne getirildi, alınacaklar alındı, verilecekler verildi ve bugün Irak içinden çıkılamaz bir bataklığa döndürülerek, kaosa teslim olmuştur. Şimdi bu girişi neden yaptığımıza gelelim… Malumunuz geçtiğimiz gün Başbakan Recep Tayip Erdoğan “Batı’nın İran endişeleri dedikodu”dur şeklinde bir açıklama yaptı. Türkiye, Erdoğan döneminde İran’la nisbeten iyi ilişkiler geliştirdi. Ahmedinecad, Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette adeta bir kahraman gibi karşılanmıştı. Başbakan’ın bu açıklaması biraz da bu iyi giden ikili ilişkilerin daha da sağlamlaştırılmasına ve perçinlenmesine yönelik bir açıklama olarak değerlendirilebilir. Başbakan’ın bu sözleri pek tabiî ki Washington’un hoşuna gitmeyecektir. Nitekim ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip J. Crowley, Başbakan’ın bu sözlerine hemen bir cevap verdi. Crowley dün yaptığı açıklamada şöyle dedi: “”Türkiye Başbakanı’nın bu yorumları konusunda konuşmayacağım. Aralık ayının başında Washington’da olacak. Bölgedeki gelişmeler konusunda konuşma imkânımız olacak. Bizim İran’la ilgili endişelerimizin dedikodu olduğunu zannetmiyorum. Bu endişeler, gerçektir. Araştırmacılar, son zamanlarda Kum şehrinde yeni bir tesis keşfetti. Araştırmacıların buldukları ile ilgili raporu bu ayın sonunda bekliyoruz. Türkiye’nin İran’la, Irak’la, Suriye ve bölgesindeki diğer ülkeler ile ilişkileri açısından bölgesinde çok önemli bir rol oynuyor.” Crowley açık açık “Erdoğan Washington’a geldiğinde bu konuda kulağını çekeceğiz” demek istiyor. Sonra da hemen ardından Kum şehrinde güya tesbit etmiş oldukları tesislerden dem vurarak kendince İran’la ilgili şüphelerini haklı çıkarıyor. Başbakan’ın kulağını çekerler mi çekmezler mi bilmem ama Erdoğan’a bu konuda hak vermemek mümkün değil. Zira yazının ta en başında hatırlattığımız, ABD’nin Irak işgali öncesinde “kimyasal silâhlar” ile ilgili yaptığı sistemli dezenformasyon ve uydurma çalışmalarının bir benzerini İran ile ilgili yapıyor olmadığı konusunda bize kim garanti verebilir? Sürekli olarak “fake” (feyk) istihbaratlar üreten ABD’nin bu konuda temiz bir sicili olmadığı aşikâr. Bu saatten sonra da kimseyi samimî olduklarına inandıramazlar. İşte Erdoğan’ın bilhassa bu “tesbit edilen tesisler” hususunda temkinli olması ve “dedikodudan ibarettir” şeklinde açıklamalar yapması yadırganmamalıdır. Hem de İranla ilişkilerin sıkı tutulması bağlamında yapılmış stratejik bir açıklamadır. Esasında Crowley de bunun farkında. Nitekim sözlerinin sonunda Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle ilişkilerinin ve “rolünün” kendileri için de çok önemli olduğunu vurguluyor. Yani ABD aslında Türkiye’ye şu mesajı veriyor: “Tamam söylemde bölge ülkeleriyle yan yana durabilirsin, onların hoşuna gidecek açıklamalar yapabilirsin, ama siyaseten hep bizim yanımızda ve eksenimizde olmak durumundasın.” Nitekim bu yaklaşım AKP’nin dış politika anlayışına da çok uygundur. Aynı şeyi Davos’ta mangalda kül bırakmayan ama siyaseten İsrail ile dirsek temasından vazgeçmeyen Türkiye imajında da görmek mümkün. Sakın dış politikadaki bütün manevralar aslında bir “danışıklı dövüşten” ibaret olmasın?! 15.11.2009 E-Posta: [email protected] |