15 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Kemalizm’in en saf hali: Onur Öymen!

CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli büyükelçi Onur Öymen’in, 1937-38 yıllarında Dersim’de (Tunceli) yaşananları değerlendirme biçimi, Kemalizm adını verdiğimiz otoriter devlet ideolojisinin ‘aslında’ ne olduğunu sanırım herkese göstermiştir.

Bu konuyu irdelemeden önce, gelin olayı baştan alalım. Ne demişti Öymen?

Geçenlerde yaptığı konuşmada, önce demokratik açılımın gerekçesi olarak, ‘Analar ağlamasın’ denildiğini hatırlattı. Ardından da şu sözleri sarf etti:

“Bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı. Kimse çıkıp ‘bu savaşı bitirelim’ demedi.

Kurtuluş Savaşı’nda, Şeyh Sait isyanında, Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse ‘analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım’ dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Çünkü sizin terörle mücadele cesaretiniz yok.”

Onur Öymen daha sonra da bu sözlerinde ısrar etti, “Yanlış anlaşıldım” filan diyerek geri adım atmadı.

(...)

Onur Öymen, Dersim’de yapılanları olumlayınca, Aleviler onu Hitler’e benzetti.

Haksız değiller. Çünkü Dersim’de, mağaralara sığınan kadın, yaşlı ve çocuklar, zehirli gazla yok edilmişlerdir. Bu bir insanlık suçudur.

(O dönemin şahidi, eski dışişleri bakanlarında İhsan Sabri Çağlayangil “fareler gibi” tabirini kullanıyor.)

Bazılarının sandığının aksine, Onur Öymen burada gaf yapmıyor. Dili sürçmüyor.

Tam da Kemalizm’in halka ve sorunlara bakışını özetliyor: “Sus ve itaat et. Aksi halde seni yok ederim.”

Özetle: Bir devlet ideolojisi olarak Kemalizm’e işte bu yüzden karşıyım.

Eğer Kemalist isen, dün Dersim’i, bugün de yargısız infazları çözüm olarak görüyorsun demektir.

Bilinçli Kemalistler bu bağlantının farkındadır.Tabii bir de Kemalizm’i ‘Atatürk’ü sevmek’ zanneden Etrak-ı Biidrak var ki geçiniz...

Emre Aköz, Sabah, 14.11.2009

15.11.2009


Yenİ bİr şey öğrenemedİk

TBMM’de “tarihi bir gün” yaşamayı bekliyorduk ama pek öyle olmadı. Siyasi parti liderleri Kürt sorunu ve hükümetin başlatmış olduğu açılım süreci hakkındaki görüşlerini bir kez daha, Genel Kurul atmosferinde, daha vurgulu bir şekilde tekrarladılar. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, kısa ve orta vadede atmayı düşündükleri bazı adımları sıraladı fakat bunlar fazla ilgi uyandıramadı. Çünkü yerleşim birimlerinin eski isimlerinin iadesi, siyasi partilerin Türkçe dışında dillerde propaganda yapabilmesi gibi projeler zaten daha önceden biliniyordu veya “ayrımcılığa karşı komisyon”, “kolluk şikayet mekanizması” gibi kurulması düşünülen yeni yapılanmaların ne oldukları tam olarak anlaşılamadı. Burada bir parantez açıp “ayrımcılık” ile ilgili yeni yapının bir tür ombudsmanlık olarak tasarlandığını ancak “etnik” konulardan ziyade mezhep ayrımcılığını, diğer bir deyişle Aleviliği ilgilendirdiğini belirtelim.

Buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın, Atalay’ın konuşmasını yeterli bulup “somut adımlar” konusunda hiçbir şey söylememesi hiç kuşkusuz dikkat çekiciydi ama şaşırtıcı değildi. Ama dünkü genel görüşmenin en çarpıcı yönü, içinde bulunduğumuz açılım sürecinin en temel konusu olan PKK’nın silahsızlandırılması konusunda iktidar partisinden en ufak bir bilgi verilmemesiydi. Bunda ülkeye dönüşler sırasında yaşananlar ve bunların doğurduğu tepkilerin rolü kuşkusuz çok etkili olmuştur, nitekim CHP Lideri Baykal konuşmasında bu konuya hayli geniş bir yer ayırmıştı.

ERDOĞAN’IN İTİRAFI

Gerek Atalay, gerek AKP adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik, gerekse Erdoğan, ısrarla söz konusu olanın “Kürt” değil “demokrasi” açılımı olduğunu; bir “milli birlik projesi” yürüttüklerini vurguladılar ancak her üçünün de konuşmalarının ana ekseni Kürt sorunuydu ve her üçü de iktidar partisinin, muhalefete rağmen bu süreci sonuna kadar götürmede kararlı olduklarının altını çizdiler. Ömer Çelik, MHP ve CHP’yi, geçmişte icraatları veya söyledikleriyle vurma konusunda ciddi bir hazırlık yapmıştı ve bu yüzden ilk atışmalar onun konuşması sırasında yaşandı. Yine Çelik’in DTP’ye de sert eleştiriler yönelttiğini ve DTP’lileri epey kızdırdığını da belirtmek lazım.

Bana göre düne damgasını vuran söz AKP Lideri Erdoğan’dan geldi: “Statükoyla devam edebiliyorsak, buyrun devam edelim!” Hükümetin bu açılımı neden başlattığını ve sonuna kadar götürmek istediğini daha özlü ifade edebilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum. Bu söz sanıldığı gibi bir “meydan okuma” değil, çaresizliği dışavuran bir tür “itiraf” olarak görülmeli. Yani AKP, tıpkı iktidarda olduğu 7 yıl boyunca yaptığı gibi, Kürt ve PKK sorunlarıyla mücadelesini büyük ölçüde statükoyu muhafaza ederek sürdürmeyi tercih ederdi ancak bir noktadan sonra bunun mümkün olamadığını görüp bu açılıma mecbur kaldı. Daha önce de yazdığım gibi, iktidar partisi PKK’nın Dağlıca baskıyla statükonun daha fazla sürdürülemeyeceğini kavradı, diğer bir deyişle Dağlıca açılımın dönüm noktası oldu.

BİR FORMALİTEYDİ

Tekrar başa dönecek olursak, dünkü genel görüşme açılımda bir dönüm noktası işlevi görür mü? Sanmıyorum. Dün sadece bir formalite yerine getirildi. 10 Kasım’daki oturumda yaşanan tatsızlıkların kamuoyunda uyandırdığı tepkiler nedeniyle görüşmenin başlarının sakin geçmesi kimilerini heyecanlandırıp umutlandırmış olabilir ancak özellikle Erdoğan’ın konuşması sırasında yine bildik sahnelerle karşılaştık. CHP’lilerin genel kurulu terk etmeleriyle de beklentilerin boşuna olduğu iyice kanıtlanmış oldu. Erdoğan’ın, CHP’lilerin gidişine verdiği destek, iktidar partisinin bundan böyle muhalefetten umudu iyice kesmiş olduğunu göstermesi açısından hayli anlamlıydı. MHP’nin “ikinci oturum” önerisinin dün yaşananlardan sonra pek mümkün olmadığı, olsa bile bir işe yaramayacağıysa malum.

Ruşen Çakır, Vatan, 14.11.2009

15.11.2009


Devletin 'aklı’: Psikolojik Harekât birimleri

Dursun Çiçek’in hazırladığı darbe belgeleri eski adıyla Psikolojik Harekât (PH) Şube yeni adıyla Bilgi Destek Şube Müdürlüğü olan birimlerin icraatlarını tartışmaya açtı.

(...)

“Devlet biziz” mantığıyla hareket eden bir sürü “kibirli” insan tipiyle doludur. Taşra’da çok önemli görünmeseler bile Ankara’da, en azından şube çalışanları, kendilerini çok önemli addederler. Emniyet’te bu şubelerde çalışan kişiler yurtiçi veya yurtdışı doktoralı, askerdeki meslektaşlarına nazaran, toplumu daha iyi tanıyan ve analiz eden uzmanlardır ama Emniyet’in üst kademesi bunları çok dinlemez.

Her kurum kendi etkinlik alanı içerisinde PH operasyonları yapar. Örneğin polisin yaptığı PH operasyonları çocuklara balon dağıtmak, tarih gezisi yaptırmak gibi faaliyetlerken, askerin PH faaliyetleri “irticayı izlemek” bölücülükle mücadele için makro seviyede PH faaliyeti planlamak olabiliyor.

PH operasyonları, 1980 darbesinden sonra önem kazanan, önceleri MGK bünyesinde Toplumla İlişkiler Başkanlığı çatısı altında yapılandırılan birimlerdir. Özellikle 1990'lı yıllarda PKK’ya karşı yapılan operasyonlara halk desteği sağlamak amacıyla sıkı çalışmalar yürütmüşlerdir. Bunların legal ve illegal olanları mevcuttur, örneğin PKK itirafçılarının “yazdığı” PKK’nın içyüzünü anlatan kitaplar ve onların medyadaki sunumu henüz sorgulanmadı, örneğin ortaokul mezunu Sami Demirkıran’ın bir hatip gibi yazdığı kitapları, kimse, ‘ortaokul mezunu bir kişi bunca kitabı bu şekilde nasıl yazar’ diye bile sorgulamadı. Bu kitapları köşelerine taşıyan büyük gazeteciler “hangi dürtülerle” bu kitapların tanıtımını yaptı, sorgulanmadı. Yine Şemdin Sakık’ın sadece andıç olayındaki rolü sorgulandı ama ona web sitesi kurma hakkı veren kararın arka planı ve onun söylediklerinin PH ile bağlantısı sorgulanmadı. Bu site bizzat PH faaliyeti miydi, sorgulanmadı.

2003 yılında MGK’nın sivilleştirilmesinden sonra bu birimin görevi İçişleri Bakanlığı’na verilmiştir. Ancak birimdeki Asker unsurlar Genelkurmay Karargâhı’nda ve ordu komutanlıkları içinde PH Taburları olarak yapılandırılmış, ancak demokratikleşme süreci içerisinde PH adının negatif algılanmaya başlamasından dolayı adları “Bilgi Destek Şube Müdürlüğü” olarak değiştirilmiştir. Bu arada 1990’lı yıllarda Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da 28 Şubat döneminde MGK’da PH faaliyetlerinden de sorumlu olduğunu belirtelim. Muhtemelen Dursun Çiçek konusundaki Karargâh “duyarlılığı” da buradan geliyordur.

Emre Uslu, Taraf, 14.11.2009

15.11.2009


Harç bitti, yapı paydos mu?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın günlerdir ‘Milat olacak’ diye beklenti yükseltilen Meclis Genel Görüşme konuşması, sıradan bir AK Parti Grup konuşması kadar bile etkileyici değildi.

Açış konuşmasını yapan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın konuşmasında hiç değilse bundan sonra yapılacaklara ilişkin birkaç bilgi, AK Parti adına söz alan Ömer Çelik’inkinde ise biraz heyecan, tartışma vardı.

Başbakan’ın konuşmasından akılda kalan ise en sık tekrarladığı tema oldu: Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü. Açık konuşalım, öğlen saatlerinden itibaren AK Parti grubundaki hava, Erdoğan’ın sürpriz açıklamalar yapacağı yolundaydı. Erdoğan, Genel Kurul’da sağına Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, soluna Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’yu alıp oturunca yorumlar daha da arttı. Önce MHP lideri Devlet Bahçeli, ardından CHP lideri Deniz Baykal sivri bir şeyler söylediğinde Erdoğan Çiçek ve Çubukçu’yla kafa kafaya verip notlar alıyordu. Acaba terörle mücadele ve eğitim alanında mı olacaktı açıklamalar?

Nihayet İçişleri Bakanı Beşir Atalay konuşmasını ‘Asıl tafsilatlı açıklamayı Başbakan yapacak’ diye bitirince herkes Erdoğan’ın yapacağı konuşmaya dikkat kesildi.

Ne yazık ki memleketin son altı aydır hükümetin orkestra şefliğinde, içinde ne olduğunu tam olarak bilemeden tartıştığı, beklediği, umut ettiği o önemli konuşma yapılmadı.

Yerine, sıradan hitabet kalıplarıyla süslenmiş, ‘Ne yani, analar ağlamaya devam mı etsin?’ mealinde bir nutuk dinledi, dinleyenler.

Erdoğan konuşurken, Baykal’a telefonla, Bahçeli’ye not kâğıdıyla iletilen ‘Dursun Çiçek serbest bırakıldı’ haberinden biraz sonra, Erdoğan’ın konuşma süresine 5-6 dakika kala, CHP grubunun önünde bir hareketlenme oldu. Biraz sonra Baykal ve grubu, Erdoğan’ın (Aslında MHP’ye bakarak) ‘Birileri daha çok şehit cenazesi gelse de bağıralım istiyor’ demesini gerekçe yapıp salondan çıktı. Erdoğan madem bir şey söylemeyecekti, bu Genel Görüşmeyi neden istedi? Yasak savmak, ‘Meclis’te görüşüldü’ demek için mi? Öyleyse kime?

Öyle değilse, hani bu Görüşme bir an önce uygulamaya başlamak için gerekliydi? Neyin uygulaması? Eğer Atalay’ın açıkladığı ve gerçekten standardı biraz yükseltebilecek adımlardan söz ediyosaak, bunlar iyi; ama o zaman açılım gibi büyük laflara ne ihtiyaç var?

Herhalde PKK’lı Karayılan, ‘İnsan Hakları Komisyonu bağımsız olacakmış. Hapishanede de herkes anadilini kullanacak. Şimdi oldu bak’ diye Kandil’den inecek değil.

Dün Erdoğan’ın Meclis’e hitabı, bir açılım konuşmasından çok, kapanış konuşmasına benziyordu. Umalım, harç bitti, yapı paydos konuşması değildir. Kulis’te şimdiden ‘İkinci, ama bu defa içi dolu bir Genel Görüşme’ konuşulmaya başlanmış olması ciddi bir sonuca yol açar mı? Şu an belli değil. Ama dün basma kalıp deyimle, dağ fare doğurdu. Kayıtlara böyle geçmesi lazım.

Murat Yetkin, Radikal, 14.11.2009

15.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.