14 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

PKK DA KEMALİSTLER GİBİ, DİN İLE KÜRTÇE'NİN BAĞINI KOPARMAYA ÇALIŞIYOR

Türkiye’nin demokratikleşme sürecine girmesi cumhuriyet devrimlerinin yasakladığı kültürel alanların yeniden gün yüzene çıkmasını beraberinde getirdi. Alevilik, Heybeliada Ruhban Okulu, Kürtçe’nin yasal statüye kavuşturulması derken “medreseler” de kendi haklarının geri iade edilmesini istedi. Biz de “Kürdistan’da Değişim Süreci” kitabının yazarı ve medreseleri yakından takip eden sosyolog Müfid Yüksel’le medreseler konusunu değerlendirdik.

g Tarihte medreselerin eğitim sistemi içinde konumu neydi?

Osmanlı’da Tanzimat’a kadar hemen hemen medrese dışında eğitim veren başka kurum yoktu. Medrese dışında açılan ilk okullar askerî ve mühendislik okulları oldu. O dönem hangi bilimler varsa medreselerde onlar öğretilirdi. Dinî ve alet ilimleri ağırlıktaydı.

g Peki kim denetliyordu medreseleri?

Medreseler bir ülkede, bölgede güç kimin elindeyse onun denetimindeydi. Bu bazen bir beylik bazen bir saltanat bazen de imparatorluk olabiliyordu. Medreseler genel olarak vakıf kuruluşlarıydı. Bu medreseleri Evkaf Vekâleti ve defterdarlık denetliyordu. Tarihte sultanların, vezirlerin, beylerin medreseleri vardı. Bugünkü Kürt medreseleri Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün sistemleştirildiği Nizâmiye Medreseleri'nin devamı niteliğindedir. O sistem ve geleneğin devamıdır.

g Osmanlı dönemindeki medreseler niye hayatiyetini devam ettiremedi?

İmparatorluğun zayıflamasıyla birlikte diğer müesseselerde olduğu gibi medreselerde de bir zayıflama meydana geldi. Osmanlı’nın son döneminde medreseler atılıma başlandı ancak batılılaşma, modernleşme o kadar ilerlemişti ki gelişmeler tam fayda vermedi. II. Abdülhamit çok sayıda yeni Batılı tarz eğitim veren mektepler açınca millet medreselere rağbet etmez oldu. Osmanlı’nın son dönem aydın elit kesimi, Jöhn Türkler bu mekteplerden çıktı. Bunlara rağmen medreseler yeni düzenlemeler yaparak atılım gerçekleştirecekti ki 1924’te medreseler cumhuriyetin başlangıcında kapatılarak modern-seküler eğitime geçildi. Dinî eğitim tamamen, zorla tasfiye edildi.

g Peki bu güne kadar nasıl geldi bu eğitim sistemi?

Kürdistan bölgesi merkezden uzak olduğu için halk yardımlarla bu kurumu ayakta tutmayı başardı. Zaten 1860’lara kadar bölgeyi Kürt mir ve beyleri yönetti. Daha sonra merkezden valiler ve kaymakamlar atanmaya başlandı. Ancak yine de merkezî otorite tesis edilemedi. Yüzyıllarca süregelen bir sistemi ve toplumsal yapıyı birdenbire ortadan kaldıramazsınız. Beylik ve mirlik sisteminin kaldırılmasından sonra bölgede oluşan otorite boşluğunu Nakşibendi-Hâlidî şeyhleri doldurdu. Nakşibendi-Hâlidî şeyhleri sadece dervişlik yapan insanlar değildi, aynı zamanda büyük divanları (Bölgede, Kürdistan’da Tekke, dergâh ve zaviye binalarına Divân veya Divânhâne denir.) olan, halkın sorunlarını çözen insanlardı. Meselâ Kâmran İnan’ın babası Şeyh Selâhaddin çeşitli aşiretlerden yüz kişilik bir grubu silâhlandırıp bölgede insanların can ve mallarına zarar veren soyguncuları, eşkiyaları yakalamak için göndermişti. Bu grup eşkiyaları öldürüp cesetlerini Şeyh’in önüne getiriyor. Ya da İran’a karşı ayaklanan Şeyh Ubeydullah En-Nehrî yaklaşık 15 bin civarında milis, dervişler ordusu toplayabiliyordu. Molla ve Şeyh bölgede aynı zamanda siyasî bir güçtü de.

g Kâmran İnan, Cumhurbaşkanı Gül’ün Norşin açıklaması üzerine "İsimler değiştirilerek sorun çözülmez. Bu sorunu çözmenin yolu ‘metafizik âlemlere’ gitmek değil" dedi. Bu açıklamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kâmran İnan, Arvâsî ailesinden geliyor, Mevlânâ Hâlid-i Şehrezorî Hazretlerinin (Vefatı: 1242/1827) hulefâsından Seyyid Taha El-Hakkârî’nin (Vefatı: 1269/1853) halifelerinden ünlü “Gavs-i Hizânî” lâkaplı Seyyid Sibgatullah El-Arvâsî’nin (Vefatı: 1287/1870) torununun torunudur. Ama 50’li yıllarda Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuyup, Avrupa’da da eğitim görünce aşırı laikçi, din karşıtı bir çizgiye kaydı. 1929 doğumlu olup, bu yaşına rağmen, ahir ömründe maalesef bu tutumunu sürdürmekte ısrarlı. Oysa ki, kendisi dedelerinin bölgedeki saygınlığı sayesinde yıllarca Bitlis’ten senatör ve milletvekili seçildi. Onun bu tutumunu anlamak güç. Bitlis-Hizan’daki köyleri olan Gayda’yı hâlâ bu eski ismiyle anar. Yeni ismiyle anmaz. Ayrıca, oldukça iyi Kürtçe bilir. Sanki Hizan’dan hiç dışarı çıkmamış biri gibi Kürtçeyi gayet iyi kullanır. Buna şahidiz.

g Cumhuriyet döneminin modern zamana ayak uydurmak için medreseleri kapatması doğru değil miydi?

Cumhuriyet rejimi asırlardır bu topraklarda hayatiyetini sürdüren medrese geleneğini birdenbire ortadan kaldırmak istedi. Her şeyde olduğu gibi bunda da jakoben, tepeden inmeci davrandı.

g Peki Cumhuriyet, medreselerin boşluğunu nasıl doldurdu ?

Kasaba ve il merkezleri dışında köylerde 70’lere hatta 80’lere kadar okul yoktu. Cumhuriyetin bu eğitim açığını devletin illegal ilân ettiği medreseleri kapattı. O dönemlerde, tek-parti döneminde bölgede jandarma terörü vardı. Medreselere jandarma baskını yapıldığında insanlar kitapları saklıyor ve orayı köy odası havasına çeviriyorlardı. Bazı jandarma çavuşları bunu yutmuyor işkencelerle saklı olan kitapların yerlerini öğreniyorlardı. Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere milletin mukaddes saydığı bu kitaplar, dinî eserler önce ayaklar altına alınıyor daha sonra benzin dökülerek yakılıyordu.

60’ların sonuna doğru bir kanun çıkartılıp Müftü, vâiz, imam, vs. olabilmek için İmam-Hatip okulu mezunu olma şartı getirilinceye kadar, medreselerde eğitim görmüş insanlar yeterlik imtihanına girerek imam, vaiz ve müftü olma şansına sahiptiler. O dönemlerde Kürt kökenli birçok müftü, vâiz vesair ülkenin değişik yerlerinde görevlerini ifa ettiler. Daha sonra imam hatip okullarından mezun olma mecburiyetinin getirilmesi Kürt medreselerinin belini kırdı.

g Medreselerin karşısında sistemin din adamı yetiştirmek için açtığı İHL’leri nasıl buluyorsunuz?

İmam hatipler sağlıklı din adamı, âlim yetiştiremedi. Bunun yerine bol bol doktor, mühendis, bürokrat, teknokrat, vali, kaymakam çıkardı.

g Başbakan yetiştirdi…

Evet, ama din âlimi yetiştirmede başarılı bir sınav veremedi. İlahiyatçılar da öyle… Dinî alanı küçümseyen, kendi konumundan dolayı komplekse kapılan birçok ilâhiyatçı nasıl din konusunda ileri gidebilir ki. Bu kadar kendi alanını küçümseyen, komplekse kapılan başka bir topluluğa rastlamak mümkün değil. İmam hatip ve İlâhiyat mezunu değilim ancak İslâmî İlimler ve Arapça konusunda birçok ilahiyatçıyı senelerce okutabilirim.

g Medreselerin yasal bir statüye kavuşması Türkiye’de dinî bilgiye bir derinlik kazandırır mı?

Kürt medreselerine yasal statü tanınması çok ciddî bir kalite getirir. Bazı laikçi çevrelerde görülen İmam hatipliler devleti ele geçiriyor vehminin, algısının da önüne geçilebilir bu şekilde. İmam Hatip’te yedi sene Arapça dersi veriliyor, ancak bu eğitim sonunda tek kelime Arapça konuşulamıyor. Arapça basit bir ibâre bile okunamıyor. Bırakın bunu, birçok imam hatip mezunu Kur’ân-ı Kerîm’i yüzünden düzgün okuyabilme konusunda bile yeterli performans gösteremiyor.

Bunun yanında medreselerin çok ciddî elden geçirilmesi, programlarının olabildiğince geliştirilmesi gerekiyor. Bu medreselerde bir kısım yetenekli talebelere çok iyi İngilizce de öğretilmesi gerekir ki modern kaynaklarda sosyal bilimlere yönelik yeni açılımlar ve gelişmeler de takip edilsin. Daha sonra bu insanlar dinî alanda görevlendirilsin. Bugün Suriye Baş müftüleri Şeyh Ahmed Kiftaru ve Said Ramazan El-Buti Kürt medreselerinde yetişmiştir. Türkiye’de böyle bir şans yok maalesef.

g Medreselerde Kürtçe eğitim veriliyor değil mi?

Arapça, Kürtçe, Farsça ve Türkçe. Arapça kaynaklar, kitaplar okunuyor. Arapça bir kitap medresede bir “Fakî” ye (Kürtçede medrese talebesine Arapça ‘Fakîh’ kelimesinin muharrefi olan ‘Fakî’ adı verilir) okutulurken, Arapça metin okunup, Kürtçe anlatılıyor, şifâhen Kürtçe’ye tercüme ediliyor. Medresede okutulan sıra kitaplarından (Kitébé Rézé) en sonuncuları olan Sa’duddîn-i Taftazânî’nin Şerhu’l-‘Akâid’i ile Cem’u’l-Cevâmi’ kitapları dahi bu şekilde okutulur. Ayrıca, zâten medrese’ye başlarken mübtedi talebeler, Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettikten sonra, Kürtçe Mevlid-i Şerîf, ‘Akîda İmané, Nubihâra Piçukân, Nehcu’l-Enâm, Zurûf Ve Terkîb gibi Kürtçe manzum ve mensur dinî eserler okuyor. Daha sonra İzzî, Avâmil-i Cürcânî gibi Arapça Sarf kitaplarına geçiş yapıyor. Kürtçe’yi bölgede asırlarca ayakta tutan bu oldu.

g Kürtçe’nin orijini Arap alfabesinden müteşekkil değil mi?

Evet. Medreselerde Kürtçe hâlâ Arap-İslâm alfabesi ile okutuluyor. Ben de Kürtçede Latin alfabesine karşıyım. Arap-İslâm alfabesinden yanayım. 1966’da eski Kulp Müftüsü Mehmet Emin Bozarslan Kürtçede ilk Latin karakterli alfabe kitabını çıkardı. Daha sonra PKK ve onlara yakın olan laikçi Kürtler buna dayanarak Kemalistler gibi dil devrimi yaptılar. Arapça ve dinî kelimeleri, terimleri sürekli ayıklamaya çalıştılar, çalışıyorlar. Dilde de Müslümanlığı tasfiye etmeye çalışıyorlar. Burada ciddî bir Kemalist taklit var.

g Medreselere dönecek olursa siz medreselere nasıl bir statü verilmesini istiyorsunuz?

Medreselere yasal bir statü verilmeli. Serbest bırakılıp bunların sivil toplum kuruluşları olan vakıflar tarafından işletilmesine izin verilmeli. Diyanet ve MEB bunları denetler. Kürtçe dinî-ilmî eğitim yapan medreselerin serbest bırakılması Kürtlere kimlik kazandırmak gibi önemli bir görev üstlenir. Böylelikle bölünme tehlikesi olmadan kimlik kazanılmış olur. Ayrıca, din eğitimine çok ciddî bir kalite getirir. Zira Kürt medreselerinde imam hatip liseleri ve İlahiyat fakültelerinin durumunun aksine, Arapça sarf-nahiv; mantık, Münazara, Bedî’, beyân, fıkıh ve tefsir usûlü gibi âlet ilimleri çok güçlü. Ayrıca, Kürtçe-Arapça dinî-ilmî eğitim yapan bir medreseyi batıdaki, Karadeniz'deki bir insan kabullenir. Toplumsal gerilim kaynağı olmaz. Bugün Doğu Karadeniz’den gelip Norşin, Tillo ve Ohîn Medreselerinde eğitim alan birçok insan var. Bundan sonra, 86 yıldır uygulanamamış Tevhid-i Tedrisat kanunun anlamı ve işlevi kalmamıştır. Tamamen zorlamalı ve kadük bir kanundur.

g Aynı uygulamalar azınlık okulları için de geçerli olmalı mı?

Heybeliada Ruhban Okulu açılsın mı açılmasın mı meselesi tartışılırken Kürt medreseleri neden tartışılmasın. Elbetteki eğitim kurumlarına özgürlükleri verilmeli. 3-5 bin kişi kalmış bir ekalliyet, Rum azınlık nasıl bir tehlike oluşturur ki? 1972’ye kadar sorun olamayan bir kurum neden sorun haline dönüştürülür? Bunu merak ediyorum. Bu ülke kendine güvenmeli ve korkularını yenmeli. Devlet, Kürdü ile, dindar Müslümanı ile gayrimüslimi ile barışmalı.

g Aslında sizin medreselere yasal statü istemeniz Diyanet’i de ilgendiriyor. Diyanet konusundaki görüşleriniz nedir?

Diyanet şu haliyle kadük kalmış bir kurum. Diyanet bırakın Şeyhülislâmlık müessesesinin geleneğini, Şeyhülislâmlıktan miras kalan İstanbul Müftülüğü’ndeki arşivini bile korumuyor, koruyamıyor. Ayrıca, Diyanet artık hutbelerin Arapça duâlarında bile meâlcilik yapıyor. Hutbelerde okunması vacip olan duâların garip bir şekilde Türkçe meâlleri de okunuyor. Zannımca, tek parti döneminde başarılı olamayan Türkçe ibadet projesini bugün İslâmcılar dini her alanda meâlcilik yaparak uyguluyor. Birgün namaza da bugüne kadar başarısız olan, Kemalist müdahalenin, bu sefer İslâmcılar tarafından yapılacağı korkusu içindeyim.

Bunun yanında Diyanet’te de Kürt açılımının, özellikle medreseler ve Şafiilik bağlamında olması gerekiyor.

g Nasıl olacak?

Şafiî- Kürt taleplerinin Diyanetçe tanınması ve karşılanması lâzım. Şafiilik ve Kürt kimliği iç içe girmiştir. Mısır'dan sonra Şafiiliğin en önemli merkezi Kürdistan’dır. Eskiden Şafiî bölgelere, köylere Hanefi imam atanmaması konusunda özen gösterilirdi. Bugün ise buna hiç riâyet edilmiyor. Bu tutuma son verilip Diyanette Şafii-Kürt kimliğinin temsil edilmesi gerekir. Bölgede insanlar kan dâvâsı, vs. gibi bir çok sorununun çözümü için oradaki molla ve din âlimlerine müracaat ediyordu. Düne kadar Diyarbakır Müftüsü (Molla Halîl gibi) Ağır Ceza Reisi gibiydi. İnsanlar bölgeye gelen Hanefi imamlara “Bizim Şafii mollamız var sen maaşını al git, biz seni idare ederiz” diyordu.

g Siz bir bakıma Diyanetten mezhepsel bir özerklik talebi içerisindesiniz?

Diyanetin sadece ciddî denetleyici olup ibadetleri, mezhepleri serbest bırakması gerekir. Bunu Hanefi ve Şafiî arasında bir kavga olduğu için söylemiyorum tarihten bugüne böyle birşey yok. İkisi de Ehl-i Sünnet mezhebi. Ancak namazda ve bazı ibadetlerde Şafiiler ve Hanefiler arasında cüz’i de olsa farklar var. Yatsı namazının vaktinin girmesi meselesinde olduğu gibi. Eskiden Diyarbakır Ulu Camii’nin iki bölümü vardı, bir bölümünde Hanefiler diğer bölümünde Şafiiler namaz kılardı. Buna son verildi. Diyanet, Murakıp baskısıyla Şafiî imam ve cemaate Hanefi öğretilerine göre ibadet yapması konusunda baskı yapıyor. Maalesef, tek tipçilik dayatılıyor.

g İnsanlar mezheplerine göre cami aramak zorunda kalmaz mı?

Daha önce varolan özgürlüğün yeniden geri verilmesinden bahsediyorum yoksa Şafiî ve Hanefi birbirinin arkasında pekâla namaz kılabilir. Zâten böyle de oluyor. Problem olan zorlama, dayatma olması. Yoksa camiler birbirinden ayrılmaz. Böyle birşey sözkonusu olamaz. Mısır’dan sonra Şafiiliğin ikinci merkezi olan Kürdistan’da Şafiiliği, bu geleneği ortadan kaldırmaya çalışmanın bir mânâsı yoktur.

g Diyanet işlerinde Şafiiler nasıl temsil edilebilir?

Misal olarak, Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Sayın Nihat Hatipoğlu Şafii’dir, Kürttür. Hatipoğlu halkın önemsediği bir kişi de olarak Diyanette Şafiiliği temsil eden Diyanet İşleri başkan yardımcılığına getirilebilir.

g Cumhurbaşka’nın yaşayan medreseler merkezi olan Norşin’e atıfta bulunması, sizde ne tür bir anlam ifade ediyor?

Norşin, Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî’den (Vefatı: 1304/1886) başlayıp Şeyh Muhammed Ziyaeddin, Büyük Molla lâkaplı Şeyh Mehmed Emîn, Şeyh Masum, Şeyh Maşuk, Şeyh Taha ile devam eden, 130 senelik bir Nakşibendi-Hâlidî geleneğini, ayrıca da medrese geleneğini temsil ediyor. Bediüzzaman Said Nursî, Rahmetli pederim Molla Sadreddin Yüksel buradaki medreseden yetişti. Norşin, Nakşibendi-Hâlidî tarikatının çok önemli bir merkezi olmasından dolayı komşu ülkeler dahil büyük bir nüfuz alanına sahip. Bu açıdan bakıldığında böyle bir dinî merkezin öne çıkarılması Kürt meselesinde silâhların susması açısından, meselenin barışçı çözümünde çok ciddî katkıda bulunacak zemini hazırlar. Norşin bu açıdan son derece önemlidir. Türkiye’de dinî-tasavvufî vs. kimliklerin birbirine kavuştuğu önemli bir kavşak noktasıdır.

14.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (07.12.2009) - Yeni Asya 12 Eylül’le uzlaşmadı

  (30.11.2009) - Türkiye’de asker ağalar var

  (23.11.2009) - Din özgürlüğü için devlet ideolojiden arındırılmalı

  (22.11.2009) - Hedef, kardeşliği perçinlemek

  (16.11.2009) - PERŞEMBE GECELERİ KİLİSEDE EZAN OKUNUYOR

  (09.11.2009) - PKK'nın silâh bırakması, Türk ırkçılığı için felâkettir

  (05.11.2009) - İlahiyatçılar Risâle-i Nur’a daha fazla sahip çıkmalı

  (04.11.2009) - Risâle-i Nur okuduğum için imam hatip lisesinden uzaklaştırıldım

  (02.11.2009) - Uzlaşma teslimiyete dönüşmesin

  (26.10.2009) - TÜRKİYE’DE ÇEKİRDEK ÇATLAMIŞTIR

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl