Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL |
Yeni Asya 12 Eylül’le uzlaşmadı |
Gazeteci-yazar Ruşen Çakır “Anayasaya karşı çıktı diye Yeni Asya’nın canına okudular. O dönem askerle işbirliği yapsaydı, belki bugün Türkiye’nin önde görünen hareketlerinden olabilirdi. Ancak fedakârlık yaptılar, ama doğru bildikleri yoldan şaşmadılar” dedi. DİNDAR GRUPLAR İÇİNDE TEK İSTİSNA YENİ ASYA CEMAATİ
Dindar grupları 12 Eylül’le uzlaştıkları için eleştiren Çakır “Hiç direnmediler. Bu konuda tek istisna Yeni Asya cemaati bildiğim kadarıyla. MSP’lilerin birçoğu tutuklanmıştı, ancak geri kalan dindarlar direnmeyi bırakın, darbecileri desteklediler. İşbirliği, pazarlık yaptılar” diye konuştu.
Yeni Asya askerle uzlaşsaydı, şimdi farklı bir yerde olabilirdi
Son yazılarından birinde muhafazakârların kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini söyleyen, İslâmî kesim hakkında birçok araştırma kitabı bulunan Ruşen Çakır’la değişim sürecinde İslâmî kesimin rolünü konuştuk. Çakır, bugün kendilerini demokrat olarak gösteren bir çok kesimin, buna sol da dahil, önceden takındıkları tavırları unuttuklarını belirtiyor. Kimsenin kimseye akıl öğretir, yol gösterir pozisyonda olmaması gerektiğini söyleyen Çakır, liberaller konusunda da ciddî eleştirilerde bulunuyor
“12 Eylül’de cezaevinde kaldıktan sonra İslâmî kesimler hakkında yazı yazmaya başladım” diyorsunuz. Hapishanede bir tanışıklığınız oldu mu?
O dönem hapishanelerde fazla dindar yoktu. Cezaevlerini solcular doldurmuştu. Aynı koğuşta kalmasanız bile gerek siyasî şubede, gerek sorguda, gerekse mahkemede İslâmî kesimden bir şekilde haberdar oluyorsunuz. Ben üniversite sınavına Selimiye’de girdim. Oraya başka cezaevlerinden de gelenler vardı. Edip Yüksel’le o dönemde karşılaştım. Kendisi Kartal’dan gelmişti, radikal İslâmcıydı. Saatlerce tartıştığımızı hatırlıyorum. O dönem cezaevlerinde pek İslâmcı yoktu. Bir tek Hasdal Askerî Cezaevi’ne gittiğimizde, bizden önce tutulan dindarların izleri kalmıştı ve gardiyanlar onlar hakkında gördüklerini anlatıyorlardı. 12 Eylül bize ve bir şekilde ülkücülere yapılmıştı. Bir de MSP dâvâsı vardı, o da Ankara’da görülüyordu. 12 Eylül’den birinci derece istifade edenler bazı cemaatler oldu. 80 sonrası İslâmî hareketin gelişmesinde belirleyici olmasa bile, 12 Eylül’ün mutlaka etkisi olmuştur.
Dindarlar, cemaatler hakkında neden araştırma yapma ihtiyacı hissettiniz?
82’de cezaevinden çıktıktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde okumaya başladım. 85 Mayıs ayında da Nokta Dergisi’nde gazeteciliğe başladım. İlk yaptığım işlerden biri İslâmcılıktı. Yeni doğmakta olan bir hareketi, militanlık ve siyasetten gazeteciliğe geldiğim için görmüştüm. Sol, 12 Eylül’de darbe yedi, ancak çözüldüğümüzü anlamamız zaman aldı. 85 çözülmenin başlangıcıdır. Ancak İslâmcılar “Allah” gibi bir kavramın etrafında çözülmediler. Bu da imrenilecek bir durumdu benim açımdan. Ben 14 yaşından beri solcuydum, bağlanmış biri olarak başka bağlananlara da ilgi duyuyorsunuz. Nokta Dergisi’ndeki haberler böyle gitti. İslâmî kesim basından gelenlere alışık değildi, basınsa İslâmî kesime mikrofon uzatmıyordu. Bu haberlere iki taraftan da olumlu ve olumsuz ilgi oldu…
Siz bazı cemaatlerin 12 Eylülcülerle anlaşma yaptığını söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Nokta Dergisi’nde Süleymancıları kapak yapmıştım. O dönem bölünme de yaşamışlardı, insanların anlattıkları vardı. Askerî rejim bir yığın şeyi kapatırken Süleymancılar Kur’ân kurslarını, pansiyonlarını kurtarmak için askerî rejimle pazarlık ettiler.
O dönem askerî rejim cemaatlerden ne istiyordu?
Ne kadar diktatörlük olsa bile, askerin meşruiyet arayışı vardı. Anayasa’nın yüzde kaçla geçeceği askerler için önemliydi. Anayasa konusunda pazarlıklar oldu. Asker için yasaklı olan Erbakan ve Demirel’e destek verilmemesi önemliydi. Bir taraftan da darbeye direnme seçeneği olan cemaatlerden korkuyorlardı, çünkü başlarına büyük bir belâ olabilirdi.
Ama siz dindar kesimin darbeye yeterince direnmediğini söylüyorsunuz…
Hiç direnmediler. Bu konuda tek istisna Yeni Asya Cemaati bildiğim kadarıyla. MSP’lilerin birçoğu tutuklanmıştı, ancak geri kalan dindarlar direnmeyi bırakın, darbecileri desteklediler. İşbirliği, pazarlık yaptılar…
Destekleyenler hangi refleksle hareket etmiş olabilirler?
Ne derlerse desinler, cemaatlerin büyük bir kısmı Osmanlılıktan dolayı ulu’lemre itaat geleneğini taşırlar. Bunun yanında askeriye onlar için Peygamber Ocağı’dır. Komünizm dindarlar için ürkütücü bir lâftı. Askeri ne kadar sevmeseler ve korksalar bile komünizme karşı mücadele ettiği için, askere destek vardı. Şu an bakmayın bazı insanların demokrasiyi keşfettiğine, o dönem demokrasiyi telâffuz eden yoktu. Çok partili hayat telâffuz ediliyordu. Askerî darbeye karşı Süleymancıların direnmesini beklemiyordum, ancak aktif işbirliği yapmaları abestir. Bazı Nurcu ve Nakşi gruplar da bunu yaptılar. ANAP’ın örgütlenmesinde eskiden MSP’ye yanaşmış olan Nakşilerin etkisi büyüktür. Bazıları ANAP’ı askerî darbenin karşıtı gibi göstermeye çalışırlar, ama değildir. ANAP askerî darbenin icazet verdiği bir partidir. O dönem Büyük Türkiye Partisi kuruluyor, asker ona izin vermiyor, ANAP’a izin veriyor. Özal’dan demokrasi mücahidi çıkarma çalışmaları bence sorunludur. Özal, askerî rejimin birçok kimsenin elini kolunu bağladığı için gelmiştir.
Türkiye’de siyaset öteden beri icazetle yapılmıyor mu ki?
Oradaki olay çok daha netti. Demirel ve Erbakan’ın seçime girmesine asker izin vermedi. Bunun yanında, Özal siyasî yasakların kalkmasını referanduma soktu. Yasaklar askerî rejimin uygulamasıdır, nesini referanduma sunuyorsun? İsviçre’yi niye tartışıyoruz şu an?
Özgürlükleri referanduma götürdüğü için…
İşte, Özal da bunu yaptı. Bazı insanlar bir taraftan Özal’ı referans alıp, öbür taraftan da İsviçre’yi eleştirebiliyorlar.
Birçok kişi, Türkiye’nin değişiminde Özal’ın büyük payı olduğunu söyler. Bunlara katılıyor musunuz?
Tabiî Özal’ın artıları vardır, ancak Türkiye zaten bir değişim yaşayacaktı. BTP ve RP o dönem seçime girseydi, daha gerçekçi bir siyasî tablo ortaya çıkar ve daha sağlıklı bir değişim yaşardık. Yasaklı partilerin oyları ANAP’ta toplanmıştır. Bu sayede aldılar başlarını gittiler. Özal, 12 Eylül’ün yasaklarından o kadar memnundu ki, kalkmasını istemedi…
Bir de 80 sonrasında İmam Hatip Liselerinin açılmasını ‘Solculara karşı devletin bilinçli planı” ve “Devletin gelişen İslâmî hareketi kontrol etmesi” olarak yorumlayanlar var. Sizin görüşünüz nedir?
Sola karşı açıldığını söylemek abartılı olur. Siz sevseniz de, sevmeseniz de Türkiye dindar bir ülke. Bütün rejimler; ister sağ olsun, ister sol “Dini ve dindarı ne yapalım?” sorusuyla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’de insanların büyük beklentileri yok; dinlerine karışılmasın ve çocukları dinlerini öğrensin istiyorlar. İmam Hatipler bu taleplerin devlet tarafından giderilmesinin bir karşılığıdır. Tabiî, bunun yanında, komünizm tehlikesi olduğunda devlet tekelindeki bir dini pompalama olmuştur. Ama esas olan insanların talepleriydi…
Siz 70 ve 80’lerin solcu ve dindarlarıyla bugünün solcu ve dindarlarını nasıl buluyorsunuz?
Çok şey fark etti. 70’lerde insan hakları ve demokrasi gibi kavramlar yoktu. Demokrasi kavramı herkes açısından araçsal kullanılıyordu. Sol da dahil, demokrasi, bir şeyleri kamufle etmek için kullanılıyordu. O dönemki solda eşitlik, adalet, özgürlük ve antiemperyalizm değerleri güçlüydü. Daha sonrası malûm… İslâmî kesimlerle sol arasındaki fark, sistemle kurdukları ilişkidir. İstisnalar olmakla birlikte, Türkiye’de İslâmî kesim devrim istemez. Sistemin merkezinde yer alıp, onu yeniden inşa etmeyi arzular. AKP’ye bakıyorsun, YÖK’ün başına kendi istedikleri adamı getiriyorlar YÖK aynen devam ediyor…
Şu anki solun vaziyeti nedir?
Çok kötü durumda, büyük bir kafa karışıklığı var. Etkileri ve sayıları azaldı. CHP burada işleri daha da karıştıran bir rol üstleniyor. Yeni arayışlar var, netice çıkmıyor. Ancak sol kültürel anlamda birinci derece etkili diyebiliriz. Şu an hemen hemen herkesin diline yerleşmiş olan kavramların müellifi soldur. 80 sonrasında sol insan hakları deyince küfür gibi algılanıyordu. Bu ülkede polisler “Kahrolsun insan hakları” diye yürüyüş yaptılar. Mazlumder gibi kuruluşlarla İslâmî kesim de bu işin içine girdi.
Ya İslâmî kesim…
İslâmî duyarlılığın içi o kadar boşaltıldı ki… İnsanlar bir dâvânın içine girdiklerinde zamanla ona yabancılaşıyorlar, neyi savunduklarını unutuyorlar. 25 yıldır gazetecilik yaptığımdan biliyorum, kim nasıl hayatlardaydı, şimdi nasıl hayatlar yaşıyor. Biz birbirimizi biliriz. Bugün İslâmî kesim denilen insanların, Allah için, ne yaptıklarını bilmiyorum, ancak kendileri için yaptıklarını çok iyi biliyorum. Bunun yanında eğer dindarlar beraber yaşama kültürünü sindirebilirlerse, Türkiye daha demokratik bir ülke olur. O zaman birlikte durmaları gereken insanların illa ki kendileri gibi dindar olmaları gerekmediğini anlarlar. “Müslüman değiller, ama iyi insanlar” yaklaşımı çok yanlış. Sen dindar olursun öbürü Nurcu, başkası Hıristiyan… Önemli olan başka platformlarda birleşebilmek, mahallenin, ülkenin sorunlarını çözüme kavuşturabilmektir. Okul aile birliği toplantılarında başı açıklarla kapalıların farklı gruplaşması refleksinden kurtulmamız gerekiyor…
Bu değişimler ve dönüşümler karşısında Kemalistlerin de değişmesi gerekmiyor mu?
Gerekmez olur mu? Türkiye’nin temel sorunu, kutupların hallerinden memnun olup birbirlerine mesafeli olmalarından kaynaklanıyor. Burada yapılması gereken, ortada kalan insanların sesinin belirgin hale getirilmesidir. Tartışılan başka bir konu ise, İbdacıların “Taraf olmayan bertaraf olur” lâfının yanlış olduğudur. Bence taraf olan gazeteci bertaraf olur. Meselâ Ergenekon dâvâsında kafası karışık olan insanlara, “İki tarafı okuyun, karar verin” diyemezsiniz. Savcılardan ve avukatlardan yana olan gazetecileri okuyarak Ergenekon’u anlamanın imkânı yok. Önemli olan herkese eleştirel bakabilmek.
İnsan tarafsız olabilir mi?
Taraf olmamak, tavır almamak anlamına gelmez. Haktan ve hukuk devletinden yana tavır almak gerekir. Ancak o zaman bir ihtiyaca karşılık vermiş olabilirsin. Özeleştiri meselesine gelince, Ergenekon sürecinde ulusalcı kesimde büyük bir altüst oluş yaşadı. Bunun içinde, Kemalist ve İslâmcı ulusalcılar da var. Bu insanlar birilerinin bir şey anlatmasıyla hareket edecek insanlar değiller. Bu insanların demokrasi dertleri yoktur. Bir zamanın İslâmcıları gibi, demokrasiden bahsetmezler. Ancak bugün demokrasi diyen muhafazakârların da özeleştiri yapması gerekir. Gömlek değiştirmek o kadar basit değil. Demokrat oldun, hoş geldin, helâl olsun, ama bunu olabilmen için önce geçmişinle hesaplaşman gerekiyor. Şimdi olmamış darbelerin üstüne gitmek iyi, ama bir de olmuş darbelerin üzerine gitmek lâzım. Darbe dönemlerinde ne yaptıklarını unutmamak gerek. Ayıplarıyla yaşamayı öğrensinler. Hiçbir şey yapmamış gibi, sütten çıkmış ak kaşık değiller. Anayasaya karşı çıktı diye Yeni Asya’nın canına okudular. O dönem askerle işbirliği yapsaydı, belki bugün Türkiye’nin önde görünen hareketlerinden olabilirdi. Ancak fedakârlık yaptılar, ama doğru bildikleri yoldan şaşmadılar. Bazılarını eleştirmek onların bugünkü duruşlarını sorgulamak anlamına gelmez. Burada samimiyet sorunu var. Bu, sadece onlar için geçerli değil. Daha dün liberal geçinenler “Kürtler Türkleri sömürüyor” diyorlardı. Ver kurtulculardı. Bugün İzmir’de taş atanların düşüncelerinin bir kısmını onlar işliyorlardı. Şimdi, bunların hiçbiri olmamış gibi davranmasınlar. Bunların hepsi olabilir, insanlar değişebilir, ancak değişirken de değiştim demek lâzım. Bugünkü pozisyonlarına bakıp bütün tarihi bunun üzerinden okuyorlar. Hep hayatları boyu doğru yapmışlar gibi, bütün insanlara ders vermeye kalkmaları insanları rahatsız ediyor. Kimse onlardan günah çıkarmasını beklemiyor, ama bunları da unutmamak gerek.
Sizce liberaller siyasette etkililer mi?
Bir yerden beslenmedikleri sürece, etkileri olabilecek insanlar değiller. Son dönemde birileriyle ittifak yaptıkları için öne çıkıyorlar. Belgeler falan servis edilmese nasıl öne çıkacaklardı? O belgeleri gazetecilik yapıp arayıp bulmuyorlar. Bu ucuz bir şey…Biz bu ülkede cesur gazetecilik örnekleri gördük. Onların yaptıklarını küçümsemiyorum, ancak bir yerden sonra büyük kahramanlık algısı oluşmasın.
Anladığım kadarıyla liberallere büyük eleştirileriniz var?
Onlarla polemiğe girecek halim yok, ancak liberal insanların, aslında çok otoriter bir dile sahip olduklarını, kendisi gibi düşünmeyen insanları çok kolayca harcadıklarını ve aşağıladıklarını görüyoruz. Bu yazarların yaptıklarına baktığımızda, bir toplum projesi olduğunu görüyoruz. Ayrıca bir arada yaşama kültürünü geliştirmekten çok, dışlayıcı pozisyonlar takındıklarına şahidiz. İzmir’de yaşananlar üzücü, eleştirilmesi gerekir, eleştiriliyor da, ama koca bir şehri faşizmin başkenti, bütün İzmirlileri faşist ilân etmenin insafa sığar tarafı yok. Ben liberal olmadım, olmayacağım inşallah! Her zaman özgürlüklerden yanayım. Bunun yanında liberal duruşta acayip bir kibir var. Benim hayatta en nefret ettiğim karakter özelliklerinden biridir. Bildiğim kadarıyla İslâm’daki “Müstekbir” kavramı da buna tekabül ediyor. Kibirli olmanız için illâ ülke yönetmeniz gerekmez. Kimi zaman Kemaliste, kimi zaman dindara, kimi zaman başkasına öyle bir tavır takınırsınız ki, o zaman kibirle zulmeden biri olursunuz. Liberallerden kimi kastettiğim ortada; böyle bir öğretmen adam pozisyonu çok kötü. Liberaller halkçı ve cumhuriyetçi değiller. Cumhuriyet eşitlik, kardeşlik, özgürlük üzerine kuruludur. Liberal olma iddiasındaki insanlar eşitlik ve kardeşlik konusunda ciddî sorunlular.
Ama liberallerin üstlendiği rolün cesaret istediğini söyleyenler var…
Cesaret bu kadar basit bir şey değil. Türkiye’de gazetecilik ölme noktasında ve o tür cesur olma iddiasındaki çıkışlarla gazetecilik yapılacağını düşünmüyorum. Gazetecilik derinlikli bir şey, oralarda derinlik görmüyorum. O anlamda önemsediğim gazetecilik değil. Bir takım belgelerle çıkmış haberler var. Gerçek gazeteci, o belgelerin üzerinden, açık kaynaklar üzerinden çok fazla şey yapabilir.
Meselâ?
Ergenekon iddianamesine girecek belgeleri alıp yayınlamak yerine, Ergenekon iddianamesini hatmedip, analiz etmek gerekir. Orada bulduğun bir ipucunun izini sürüp savcıların bile haberi olmayacağı bir kanıtı ortaya çıkarabilmek gerekir. Gazetecilik, bir isim görüp ondan başka yere gidip ortaya bağlantı çıkarabilmektir. Belgeleri yayınlamak da gazeteciliktir, ama önemli bir gazetecilik değildir. O belgeleri yayınlatmak istediklerinde yayınlayanı bulurlar zaten, bu belgeler daha önce internetten yayınlanıyordu. Hatırlarsak, Darbe Günlüklerinin ilk dolaşımı internet üzerindendi. Bir takım riskleri göze alıyorlar, ama artık bu tür habercilik yapmanın getirisi götürüsünden fazla. Eskiden MİT raporlarını haber yapanların başlarına gelenleri biliyoruz, işte bu ayrı bir gazetecilik. Hükümetin oluşturduğu ortam olmasa, bu belgeleri yayınlayabilirler miydi, bu da merak konusu.
Zaten Ergenekon meselesi kutupların referans aldığı bir noktaya doğru kaydı. Sizce meseleye nasıl yaklaşmak lâzım?
Mümkün olduğunca dengeli olmak gerekir. Ergenekon soruşturmasının Türkiye’nin hayrına olduğuna inanıyorum, ancak bu soruşturmayı yürütenlerin, aynı Kürt açılımında olduğu gibi, yeterince işlerinin ehli olmadıklarını, Türkiye’yi iyi bilmediklerini zannediyorum. Hukuku çok zorladılar, aştılar. Türkan Saylan olayı soruşturmanın üzerine gölge düşürdü. Birisi bu süreci sabote etmek isteseydi, bundan daha iyi bir şey yapamazdı. Bunu neden yaptıklarını biliyorum, ama söylemek istemiyorum… |
H. HÜSEYİN KEMAL 07.12.2009 |