Basından Seçmeler |
31 Mart medrese-mektep rekabetinden çıkmıştı
YÖK’ÜN imam-hatip lisesi çıkışlı öğrencilere üniversite sınavında uygulanan ‘katsayı’ engelini kaldıran kararı Danıştay tarafından iptal edildi... Şimdi YÖK itiraza hazırlanıyor, Danıştay’ın nasıl tavır alacağı meçhul. Meçhul diyorum zira geçmişte aynı konuda bir müracaatı Danıştay ‘Yetkinin YÖK’te olduğu’ gerekçesiyle reddetmişti. YÖK kararıyla haksızlığın giderileceği umuduna kapılan binlerce öğrenci Danıştay kararıyla bir kere daha hayal kırıklığı yaşamaya başladı. Dini eğitim veren kurumların sistemle çatışması bugünün meselesi değil. İmam- hatip liselerini ne müfredat ne idari açıdan ‘medrese’ olarak görmek yanlış; ama sistemin temeldeki itirazı genel eğitim sürecinde dine alan açılmasına. Dini eğitim veren okullardan mezun olan kişilerin din hizmetlerinde görevlendirilmesine karşı çıkmayan aydın-bürokrat çevrenin muhalif olduğu husus klasik eğitim programına ek olarak dini bilgilerle donanmış kişilerin idarede görev almalarının önünün açılması. Her dönemde etkili olan çevrelerin tedirginliği günümüzde de kimi kamu kurumlarında bazı dini cemaatlerin etkin olduğu iddiasıyla sık sık gündeme geliyor, hatta yargı önüne taşınıyor.
Tarihi bir katsayı! Yakın siyasi tarihimizin her döneminde dini tedrisat merkezi idare tarafından sorun olarak görüldü. Zaman zaman görülen ferahlama özellikle darbe dönemlerinde askeri idarenin başlıca meşgalelerinden biri oldu. 27 Mayıs’tan başlayarak 12 Eylül’e 28 Şubat sürecine kadar müdahalelerin ana vasfı ne kadar siyaseti tasfiyeyse de yanında hep din eğitimini engelleyici kararlar olageldi. Nitekim bugün gerek halk gerekse Diyanet 28 Şubat sürecinde alınan kararla Kur’an kurlarına 12 yaşından küçük çocukların alınmasına getirilen yasaklamayı aşmaya çalışıyor. Ankara’nın kılını kıpırdatmamasının sonucu ise malum, gayrı sıhhi ya da güvenliksiz mekanlarda gizli saklı faaliyet gösteren kursların çığ gibi çoğalması. Osmanlı İmparatorluğu’nun son bir asrında başlamıştı aslında çekişme. 31 Mart hadisesi ‘kapışmanın’ zirve noktalarından sadece biriydi. 2. Abdülhamid’in tahta çıktığı günlerde yaşanan olay ‘Medrese talebelerinin ayaklanması’ydı. Sultan Hamid’i tahttan indiren de askerin medrese eğitimine itirazına dayandırdığı anlayışı oldu. İttihat Terakki iktidarı medrese eğitimi görmüş kişileri devlet hizmetinden tasfiye kararı aldığında, bu eğitim kurumları kendilerine yönelen husumeti fark edip müfredat programlarını gözden geçirmişler ve önemli değişiklikler yapmışlardı. 2. Meşrutiyet öncesinde medreselerde dini tedrisat yanında ‘Sultani’ denilen klasik çağdaş eğitin kurumları gibi Türkçe, tarih, cografya gibi sosyal derslerle, matematik, fizik, kimya gibi fen dersleri okutulmaya başlanmış, bilahare Seyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin girişimiyle medreselerde yeni bir sisteme geçilip talebeler, İngilizce, Almanca, Fransızca veya Rusça dillerinden birini seçip öğrenmek ayrıca beden eğitimi derslerine girmek mecburiyetine tabi tutulmuşlardı.
Üç önemli kurum Ama İttihat Terakki’nin gözünde bu düzenlemelerin kıymeti yoktu. Klasik eğitim yanında dini eğitim veren kurumlardan mezun olacak kişilerin harbokulu, askeri tıbbiye ya da hariciye kaleminde görev almasına şiddetle karşıydılar. Bu düşüncesinin sonucu olarak kamu hizmetine yeni alınacak kişilerin tahsil ve diplomalarına bakılarak fiili engel konuldu; yanı sıra şimdi ‘katsayılı’ dediğimiz o günün ‘alaylı’ subay ve erbaşlarının ordudan uzaklaştırılması kararı alındı. 12 Nisan 1909 Pazartesi gününü 13 Nisan’a bağlayan gece (Rumi takvime göre 31 Mart 1325) Taksim Kışlası’ndaki avcı taburlarındaki askerler başlarına komutan olarak tayin edilen askeri okul mezunu subaylara karşı ayaklandılar. Medrese hocaları yanında desteklediği askerler Meclis-i Mebusan’ın önünde toplanıp gösteri yaptılar. Sadaret makamındaki Hüseyin Hilmi Paşa uzlaşma yolunu seçti ve İttihatçı bakanlar tek tek istifa ettiler. Ayaklanma Mebusan Meclisi üzerinde de etkili oldu. İttihat ve Terakki üyesi mebuslar can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle ne meclise gittiler ne de ortalıkta göründüler. Bir kısmı İstanbul’u terk etti. Ama olaylar kısa sürede kontroldan çıkıp İttihatçı subay avına dönüştü. İstanbul’da denetimi kaybeden İttihat Terakki asıl dayanağı olan Selanik’e başvurdu ve 3. Ordu’yu İstanbul üzerine harekete geçirdi. Hareket Ordusu böylece kuruldu. Ayaklananlar teslim oldu, Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun başkente girişinin meşruluğunu onaylayan İttihatçı mebuslar aynı zamanda sıkıyönetim ilanına karar verdiler. Sonrası malum, askeri mahkemenin aldığı bir dizi idam kararı, 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi... Süleyman Hilmi Tunahan 1888’de Silistre’de doğmuş, İstanbul’un büyük camilerinde görev kaptıktan sonra kurduğu medresede talebe yetiştirmeye başlamış bir din alimi. Bilinen onun Nakşibendi geleneğine bağlı bir şeyh olduğu... Cumhuriyet laik devlet anlayışını benimsediğinde Tunahan haklı olarak bunu devletin din hizmetini cemaate bırakması şeklinde anlayarak eğitim faaliyetine hız vermiş ve ehliyetini bilenlerce tavrı desteklenip geliştirdiği metot pek çok merkezde tatbike başlanmıştı... Ancak sonra önce yasaklarla engellendi, ardından Tek Parti idaresinin içine sürüklendiği açmazdan çıkmak için aldığı İmam-hatip okulları açma kararıyla safdışı edilmek istendi. ‘Hani laiktiniz, din ve devlet işleri ayrılmıştı’ itirazları Ankara’nın bir kulağından girdi, diğerinden çıktı.. Ve ‘hareket’ ogün bugün fiilen var, resmiyette yok addedilerek varlığını sürdürdü...
Avni Özgürel Radikal, 6.12.2009 |
07.12.2009 |
Dağa karşı ‘ikna timleri’
POLİS istihbaratı, PKK’ya katılmak üzere dağa çıkma çağrıları alan gençleri saptıyor. Polis Akademisi’nde “ikna eğitimi” almış genç polis timleri, aileye gidiyorlar. Durumu anlatıyorlar. “Demokratik açılım” süreci için bilgi veriyorlar. Oğullarının ya da kızlarının dağa çıkmalarını anaların, babaların engellemeleri için “ikna konuşmaları” yapıyorlar. Öyle bir kez yapılan “göstermelik” konuşmadan değil... 1-2-3... Gereğinde daha fazla ziyaretler... Ana, oğlunu ya da kızını çağırıyor. Hep beraber de konuşuyorlar. Çoğu kez çocuğun dağa çıkması engelleniyor. (...) “İkna eğitimi” çok önemli. Sadece “dağa çıkma çağrılarına kapılan gençler” için değil, başka sorunlu durumlarda da uzmanlık alanı bu. Örneğin... Canlı bombaların istihbaratını alıp vazgeçirmek... İnsanları, rehin alanların elinden müzakere ile kurtarmak... İntihar girişimlerini kırmak...
Güneri Cıvaoğlu / Milliyet, 6.12.2009 |
07.12.2009 |
Nedir bu Yavuz Sultan Selim’le alıp veremediğiniz
SON zamanlarda sık sık , Yavuz Sultan Selim kırk bin Alevi’yi kesti, gibisinden haberler ya da yorumlar çıkmaya başladı. Her şeyden önce Alevi olduğu öne sürülen, ünlü tarihçi Mustafa Akdağ’ın Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi adlı yapıtına bir göz atarsanız şu satırları okursunuz: “Yavuz Sultan Selim’in o zaman, Kızılbaş mezhepli kırk bin kişi öldürttüğü hakkında tarihlere geçmiş bir rivayet vardır... Ancak biz bunu pek şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü, bu Padişah’ın dönemine ait pek çok mahkeme defterleri hala elimizdedir. Bunlar üzerine yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bnu defterlerde yer alması zorunluydu.” Sayıyı çok abartılı bulan diğer bir tarihçi Robert Mantran şunları söylüyor: “Göründüğü kadarıyla bu büyücü avı, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen ele başılarını öldürmekten ibaret kaldı. Elde, 1513 ya da 1514’te olduğu söylenen, kırk bin kişinin kırılması efsanesini destekleyen hiç bir kanıt yok.” Alevilerin öldürüldüğü görüşünü destekleyenlerse, Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı olan Müftü El Hamza’nın 1512 tarihli fetvasını göstermekte ve bu fetvanın ‘katliamların’ izni olduğuna inanmaktadır. Ancak, birçok ciddi, aklı başında tarihci bu kırk bin sayısının doğruluğunu kanıtlar bir tek belge bulamadığını söylüyor. Bu bir söylenti, bir tür şehir efsanesinden öte gitmiyor. Ayrıca üzerinden 500 yıl geçmiş bir söylenti ya da olayı bu gün kaşımanın ve gündeme getirmenin nasıl bir mantığı olabilir, huzur bozmak istemenin dışında? Yavuz’un Çaldıran seferini ise, tahta çıktığı günlerde, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok sıkıntılı bir dönemden geçmesine bağlamak gerekir. Yoksa, amaç, Alevileri ortadan kaldırmak değildir. Bu sıkıntının kökeninde de Safevi Devleti yatmaktaydı, o günkü verilere göre. Yavuz’la Şah İsmail’in ilginç mektupları Yavuz, 20 Nisan 1514’de, Şah İsmail’in adamlarından olan Kılıç adlı biri aracılığıyla Şah İsmail’e, Farsça bir name gönderdi: “Fitneler çıkardınız. İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezası katldir; üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz” Lütfü Paşa Tarihi’ne göre, Şah İsmail, nameyi getiren Kılıç’ı öldürtmüştür. Yavuz’a yolladığı namedeyse: “Er isen meydana gelesin: Biz de senden kurtuluruz!” demiş ve Yavuz’a bir kadın elbisesiyle yaşmak yollamıştır. Yavuz’un yanıtı, Erzincan’a ulaştığında yola çıkar. Şah İsmail’i er meydanına davet ederek hala kendisinden bir eser olmadığını söyler: (...) “Davete icabet edip uzun yollardan geçerek memleketine girdik. Ancak sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların elindeki memleket onların nikahlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona dokunmasına izin vermezler. Bense bunca gündür ülkende yürüyorum, hala senden haber yok. Seni korkutmamak için 40 bin kişiyi ayırıp Sıvas’la Kayseri arasında bıraktım; bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır. Miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giyip ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vaz geçesin.” (İsmail Hakkı Uzunçarşılı-Büyük Osmanlı Tarihi Cit II)Bunca “name” alışverişinden sonra Osmanlı ve Safevi Orduları, 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovasında karşılaşır; bozguna uğrayan Şah İsmail kaçarak yaşamını zor kurtarır. Yavuz Tebriz’e girer. Benim okuduğum ve araştırdığım ünlü tarihcilerin kitaplarında, Yavuz’un, “katliam yaptığı yolunda” somut bir bilgiye rastlamadım. Hele 40 bin Aleviyi öldürttüğü yolunda bir tek satır bulamadım; bütün tarihciler bunun gerçeklerle örtüşmediğini yazmakta. Eğer aksini kanıtlayacak varsa buyursun yollasın, alıp okuyalım... Yoksa gereksiz yere huzur bozmaya bırakın lütfen!
Aziz Üstel / Star, 6.12.2009 |
07.12.2009 |