Dizi Yazı |
|
Rİsâle-İ Nurlara bütün dünya muhtaç |
MUHAMMED TAHA GÜLTEKİN (HAFIZ TAHA HOCA):
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Muhammed Taha Gültekin. Tillo’da ve Türkiye’de “Hafız Taha Hoca” olarak bilinirim. 1938 Tillo doğumluyum. Küçük yaşlarda Kur’ân-ı Kerim okumayı öğrenerek 11-12 yaşlarında Cenâb-ı Allah’ın inayetiyle Kur’ân-ı Azimüşşan’ı ezberleme şerefine nâil oldum. Siirt ve Tillo’da çok hizmeti geçen bir zat olan Molla Halil Toprak Hocamın yanında hıfzımı tamamladım. Akabinde adı geçen zatın oğlu rahmetli Molla Muhammed Hocamın yanında Sarf ve Nahiv ilimlerini tahsil ettim. 1961 yılına kadar devam ettim ve aynı yıl askere gittim. 2 sene askerlik vazifesini yaptıktan sonra Ulu Cami İmamı muhterem hocam Molla Bedreddin Sancar’ın yanında ilim tahsiline devam ettim. Yanında ilim tahsil ederken müezzin olarak Tillo Ulu Camii’ne atamam yapıldı. Gerek askerlik yaparken gerek daha sonra Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleriyle görüşme imkânı buldum. İlim tahsilini bitirip Molla Bedrettin Sancar Hocamdan icazet aldıktan sonra uzun yıllardan beri talebelere ilim öğretmeye gayret etmekteyim. Cenâb-ı Hakk’ın fazl ve keremiyle 1956’dan beri talebelere Risâle-i Nurları da anlatıyorum. 1981 yılından beri Tillo’da meşhur ve tanınmış büyük zat Sultan Memduh Hazretlerinin Camii’nde imam hatip olarak görev yapmaktayım.
Medrese tahsilinize ilk defa kaç yaşında, nerede başladınız? Kaç yıl sürdü?
Medrese tahsiline 12 yaşında Tillo’da, zikrettiğim Molla Halil ve oğlu Molla Muhammed Hocalarımın yanında başladım. 1961 yılına kadar askere gidinceye dek devam ettim. Askerlikten sonra da yine bahsettiğim gibi Molla Bedrettin Sancar Hocamın yanında şarkta okutulan kitapları okudum.
Tahsiliniz boyunca hangi eserleri okuyup mütalâa ettiniz ve nerelere kadar okudunuz?
Tahsilim boyunca Şark usûlünde okutulan âlet ilimlerini sırasıyla okudum. Molla Bedreddin Hocamın yanında ayrıca Ebdau’l-Beyan adlı kendi telif ettiği tefsiri baştan sona kadar yanında okudum. Fıkıh, Hadis ve Tefsirle alâkalı kitapları da hocamın yanında tahsil ettim. Bu arada Risâle-i Nurları da okuyordum.
Risâle-i Nurlarla ilgili değerlendirmelerinizi anlatır mısınız?
1956’da Ankara’ya gitmiştim. Akrabam olan Üstad Hazretlerinin talebesi olan Sait Özdemir Ağabeyin ziyaretine gittiğimde, bana Üstadın Tarihçe-i Hayat’ını hediye etti. Aşk ve şevk ile okudum. Üstadın muhabbeti iliklerime kadar işleyip muhabbeti kalbime doğdu. O tarihten itibaren Risâle-i Nurları zevkle okumaya devam ediyorum. Hatta hocam Molla Bedrettin Sancar’ın yanında okuyorken, muhterem hocam Risâle-i Nurları ve Üstadı çok sevip takdir ettiğinden, her gece yatsıdan sonra Risâle-i Nur’dan bütün talebelere bir ders okumamı emretmişti. Çünkü Risâle-i Nur’un bereketinin çok olduğunu ve herkesin faydalanması gerektiğini ifade buyuruyordu.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şarkta doğmuş, şark medreselerinde okumuş, eserleriyle milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olmuştur. Böylesine muhteşem bir âlimi anlatır mısınız? Varsa hatıralarınız bizimle paylaşır mısınız?
Üstad Hazretlerini bizim kelimelerimizle anlatmamız çok zor. Ancak şunu söyleyebilirim ki, o kesinlikle vazifelidir. Cenâb-ı Hak onu bu asrın ihtiyacı çok olduğundan vazifelendirmiştir. Ali Ulvi Kurucu Ağabeyin dediği gibi “Milyonların imanını kurtardı cihadın, / Par par yanar imanlı gönüllerdeki yâdın. / İmanlı nesiller seni takip edecektir, / Yıllarca asırlarca peşinden gidecektir” ve yine Denizli kahramanı Hasan Feyzi Ağabeyin dediği gibi “Hele ol nur-u Şerifin kime değmişse eğer, / Küçücük zerre de olsa mah-i tâbân olacak” ve yine “Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayan, / O güzel nuru bedi manevî sultan olacak” buyurduğu gibi ben de o kanaatteyim ki Risâle-i Nur bu zamanda yeryüzünde manevî saltanat makamındadır. 54 lisana çevrilmiş ve bütün dünyada okunan bu muhteşem eser ve müellifini ancak Risâle-i Nur’u okuyanlar anlar ve takdir eder. Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki Üstadın yakın talebelerinden rahmetli Tahiri Ağabey, Zübeyir Ağabey, Hulusi Ağabey ve Bayram Ağabeylerle vefatlarından önce defalarca görüşme şerefine nâil oldum. Hayatta olanlardan Abdullah Yeğin Ağabey, Mustafa Sungur Ağabey, Said Özdemir Ağabey, Hüsnü Bayram Ağabey, Ahmet Aytemur Ağabey, Gültekin Sarıgül Ağabey ve yine rahmetli Mustafa Polat Ağabey ve yine kahraman Mehmet Kayalar Ağabey, Van’daki Molla Hamit Ağabey, Molla Resul, Mahmut Allahverdi Ağabey. Bunlarla birlikte defalarca Mehmet Kırkıncı Hoca, rahmetli Osman Demirci Hoca, Nusret Hoca ve daha birçok mübarek Nur Talebeleriyle görüşme imkânım oldu. Ayrıca bir gün Van’a, Üstadın mevlidine iştirak için gittiğimizde mahkemeye sevk edildiğimizde bizim müdafaamızı yapan fedakâr Rahmetli Bekir Berk Ağabeyi de rahmetle anıyorum. Bu hatırayı da yeri gelmişken anlatayım. Mahkemeye gitmeden bir hafta önce bir yaz günü sabah namazından sonra Fahr-ı Kâinat ve Eşrefü’l-Mahlûkat olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı rüyada görme şerefine nâil oldum. Defalarca yed-i mübarekini öptüm. Rüyada Efendimiz Aleyhissalatu Vesselâma dedim ki: “Ya Rasulallah, bu asırda kendimizi nasıl kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz?” Allah Resulü şöyle buyurdu: ”Siz Risâle-i Nur Talebeleri, korkmayınız.” Bu hem benim, hem de Nur Talebeleri için dünya ve içindeki her şeyden daha kıymetli bir müjde ve şerefti. Bu rüyayı kardeşlerime anlatınca çok sevindiler ve rahatladılar. Çoravanis Köyüne mahkemeden sonra giderken bu rüyayı, rahmetli Bekir Berk Ağabey ve diğer kardeşlerime de anlatmıştım. Yine bir müddet önce rüyada Üstad Hazretlerini görmüştüm. Üstad taht üzerinde yaslanmış oturuyor vaziyette, ben ve Said Özdemir Ağabey de huzurunda ayaktaydık. Said Ağabey bir temenni mahiyetinde “Keşke Üstad evlenseydi ve çocukları olsaydı” deyince; ben hemen araya girdim ve “Üstadın binlerce evlâdı var” dedim. Üstad Hazretleri elini bana doğru uzatarak ”Ne güzel söyledi” buyurdu. Bir müddet sonra bizden ayrılırken bize doğru dönerek, konuşmadan, sadece ellerini kaldırarak, sanki ”Bana duâ edin” der gibiydi. Ben öyle anladım. Ayrıca Ali Ulvi Kurucu Ağabeyle Medine-i Münevvere’de bir çok kez sohbet etme şerefine nail oldum. Cenâb-ı Hak başta Üstadımız olmak üzere ahirete intikal etmiş bütün ağabeylerimize rahmet etsin, hayatta olanlara da hayırlı ömürler versin.
Risâle-i Nurlar nasıl bir tefsirdir? Risâle-i Nurlar hakkında değerlendirmelerde bulunur musunuz?
Risâle-i Nurlar hakkında en güzel değerlendirme, yine Risâle-i Nurlarda mevcuttur. Tarihçe-i Hayat’tan aynen aktarmak daha muvafık olur kanaatindeyim: “Kur’ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risâle-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan ‘Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?’ gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’î bir şekilde, çekici bir üslûb ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor. “Yirminci asrın Kur’ân felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san’at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir... “Risâle-i Nur nasıl bir tefsirdir? “Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ânın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risâle-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir. “Risâle-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır. “Risâle-i Nur!.. Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiri... Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen... Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış... Müsbet ilimlerle mücehhez... Vesveseli şübhecileri ikna ediyor... En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor... “Risâle-i Nur!.. Nurlu bir külliyat... Yüzotuz eser... Büyüklü küçüklü risâleler halinde... Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir... Aklı ve kalbi tatmin eder... Kur’ân-ı Kerim’in yirminci asırdaki -lâfzî değil- manevî tefsiri...” (Tarihçe-i Hayat, s. 593)
Risâle-i Nurlar ülkemizde olduğu gibi, dış ülkelerde de önemli bir ilgiye mazhar olmaktadır. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Kanaatime göre Risâle-i Nurlara bütün dünya muhtaç. Getirdiği düsturlara gayr-i müslimlerin bile ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Çünkü hariç memleketlerden gelen kardeşlerimizden ve sempozyumlarda tebliğlerini sunan konuşmacılardan anladığım; Risâle-i Nurlar bu asra ve bu asrın hastalıklarına adeta bir ilâç gibidir. Gayr-i müslimler dahi Risâle-i Nur eczalarından istifade etmektedirler. Risâle-i Nurların hariç memleketlerde çok alâkaya mazhar olması da bir inayet-i Rabbaniyenin olduğuna işaret etmektedir. Üstad Hazretlerinin ”Evet ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbatı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın olacaktır” sözü bana bu inkılâbatın Kur’ân’dan nebeân eden Risâle-i Nurlarla olacağı kanaatini veriyor.
Üstad Hazretleri bir eserinde, “Risâle-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikate yol açmış, hakikî sahipleri ve taraftarları medreseden çıkan hocalar olduğuna binaen...” demektedir. Üstad’ın bu sözü muvacehesinde bir değerlendirme yapar mısınız?
Eskiden dinle ilgili şüpheler ilim ve fenden gelmiyordu, belki bazı kalbî hastalıklar ve za’f-ı diyanet vardı. Ancak bu zamanda şüpheler ve dine karşı yapılan saldırılar ilim ve fenden gelmektedir. İşte bu saldırılara karşı; Risâle-i Nurlarda bulunan ilmî ve kat’î deliller ile bütün şüphe ve vesveseler izale edilip, ispat yoluna gidildiğinden itiraza kalkışılamıyor. Dolayısıyla Risâle-i Nurlar ilim içinde hakikate yol açtıklarından; elbette ilim konusunda medrese hocaları daha liyakatlı olduklarından hakikî sahipleri onlar olsa gerek kanaatindeyim. Yine Risâle-i Nur’da yer alan şu tesbit konuya açıklık getirmesi açısından manidardır: “Üstad, Risâle-i Nur Küliyatı’nda dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara temas etmiş ve hepsinde de harikulâde bir surette muvaffak olmuştur. “İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlikeli yollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şekilde ve en kat’î bir sûrette hallettiği gibi, en girdaplı derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurlu yolu takip ederek sâhil-i selâmete çıkmış ve eserlerini okuyanları da öylece çıkarmıştır.”
Medrese hocaları ile alâkalı bu değerlendirmelerin yanı sıra, ehl-i mektebin Risâle-i Nur karşısındaki duruşuyla ilgili değerlendirmeleriniz nelerdir?
Evet Risâle-i Nurlar Kur’ân’dan süzülmüş hakikatler olduğu için onlara Kur’ân’ın malı nazarıyla bakmak lâzım. Binâenaleyh bu asrın anlayışına uygun olarak telif edilen bu elmas liyakatindeki hakikatlere medrese hocalarının yanı sıra ehl-i mektebin de sahiplendiğini görüyoruz. Risâle-i Nur, yirminci asrın ilim ve fen seviyesine uygun müsbet bir metodla akla ve kalbe hitap ederek iknâ ve ispat yoluyla gittiği için ehl-i mektep için bulunmaz bir nimettir. Tarihçe-i Hayat’ta geçen bazı mektuplardan anlaşılacağı üzere, Said Nursî, bir zamanlar felsefe mesleğinde çok ileri gitmiş, sonra Kur’ân-ı Hakîm’in irşadıyla, hak ve hakîkate erişmiş ve bu zamanda fen ve felsefe ile iştigal edip şek ve şüphelere maruz kalanları aklî delillerle şüphelerden kurtaracak eserler telif etmiştir. Risâle-i Nur’un yolu, mesleği, bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahvâl-i rûhiyelerine göre en selâmetli, en kısa ve umûmi bir cadde-i Kur’ân’dır; serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir. İçtimâî hayatta çeşitli hizmetler gören fertlerin istifadesi büyüktür.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Yine Risâle-i Nur’dan konuşalım: “Risâle-i Nur’u okuyan ve ondan ders alarak tefekkür-ü îmaniyeyi kazananlar, dünyevî vazife ve mesleklerini, ahiret hayatına ve ebedî saadete vesîle yaparak büyük bahtiyarlığa erişecektir. İslâm dînindeki bu büyük hakîkati derk eden münevverler; elbette, hak dîninin hizmetini büyük bir saadetle deruhte edecekler, hakîkati arayan fakat bulamayan insanlığa da neşre çalışacaklar. Evet, talebe, profesör, mebus, kim olursa olsun, mesûliyet dairesi olanlar, muhîtini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hatta bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. “Said Nursî, Risâle-i Nur’la bu millete en büyük hizmeti, iyiliği yapmıştır. Mukabilinde, şahsı için bir teşekkür dahi istemiyor. Gerçi şahsına tevcih edilen yüksek medih ve tavsifatı havî mektuplar var; bunları, okuyucuların Nurlardan istifadelerine bir alâmet olduğu cihetle, Risâle-i Nur hesabına kabul etmiş. Hakîkatte, Said Nursî’nin bu milletten, gençlikten istediği, îmanla dünyevî ve uhrevî saadeti kazanmalarıdır. Bunun için, Kur’ân’ın bu zamana ait dersi olan Risâle-i Nur’u esas tutup, her yerde, her dairede neşrini, îman hakîkatlerinin öğrenilmesini istemektedir. Kendisi, defalarca bu millet ve memleket aleyhindeki cereyanlara karşı yegâne çarenin Risâle-i Nur olduğunu ihtar etmekte ve müjdelemektedir. (...) “İnsanın yüksek mahiyet ve rûhunun istediği hakîki saadet, ancak Kur’ân’ın gösterdiği yolda ve rıza-i İlahînin parıldadığı ufuktadır. Bediüzzaman, Risâle-i Nur’la insanlığa bu yolu ve bu ufku göstermekte, sırat-ı müstakîm ashabının nurlu kâfilesine iltihak etmenin insan için elzem olduğunu duyurmakta ve ispat etmektedir.” (Tarihçe-i Hayat) |
04.12.2009 |