01 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

ORHAN DÜNDAR

Osmanlı’da farklı bölgelerde farklı uygulamalar olmuştur

Eyaletlerin ve sancakların statüsünün tayin edilmesinde, o eyalet ya da sancağın merkezî idarenin hakimiyetini kabullenmesi ile askerî ve malî mükellefiyetlerini yerine getirip getirmediğini belirleyici olmuştur.

TANZİMAT SONRASI İDARÎ SİSTEM

18. yüzyıl Avrupa’sında; uzmanlaşmış bir bürokrasi, üstün silâh gücüyle techiz edilmiş ordular ve ciddî bir şekilde kayıt altına alınmış malî sisteme sahip olan güçlü merkezi yapıda modern devletler ortaya çıkmıştı. Aynı dönemde Osmanlı devletinde de bütün bu alanlarda geri kalmışlığın fark ve idrak edildiği, yeni arayışların başladığı bir süreç yaşanmaktaydı. Timar sistemi fiilî olarak çökmüştü. İltizam sistemi ortaya çıkmış ve mültezimler vergilerini tahsil ettikleri bölgelerin fiilî hâkimi haline gelmişlerdi. Zamanla askerî ve idarî vazifeleri de sahiplenen âyan adı verilen bu mahallî eşraf, iktidara ortak olmaya başlamışlardı ve kendilerine ait askerî birlikleri dahi vardı. Ege’de Karaosmanoğulları, Trabzon’da Tuzcuoğulları, Yozgat’ta Çapanoğulları, Kilis’te Canbolatoğulları, Suriye’de Şahabîler ve Hazımîler, Musul’da Kotalhalilzadeler, Arnavutluk’ta Tepedelenliler bunların en meşhurlarındandı.

İmparatorluğun merkezinde modern bir bürokratik sistem mevcut değildi. İstanbul’da sadece Sadrazam, Şeyhülislâm ve Yeniçeriağası gibi bazı üst düzey devlet görevlilerinin resmî daireleri bulunmakta, diğer üst düzey görevliler resmî mekân olarak ikamet ettikleri konakları kullanmaktaydılar. Orta ve alt seviyedeki devlet görevlileri ise gerek merkezde ve gerekse eyâletlerde bu üst seviyedeki devlet görevlilerinin kapıkulu şeklindeydiler. Devletin bütün varidat ve masarifini kayıt altına alan bir maliye nezareti henüz ortaya çıkmamıştı. Klâsik dönemlerde olduğu gibi, İstanbul’da malî işlere bakan bir defterdar bulunmakta, o da sadece eyâletlerden merkeze gönderilen vergilerin kaydını tutmaktaydı. İmparatorluğun gelirlerini ve giderlerini tam olarak bilen merkezde herhangi bir görevli ya da kayıt bulunmamaktaydı. Askerî alanda ise, timar sistemine dayalı eyâlet askerî sistemi çökmeye başlamıştı. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı da kaldırılmış ancak nizamî bir askerî sistem de henüz tam mânâsıyla tesis edilememişti.

1828-1829 yıllarında Rusya ile yapılan savaşlarda ağır mağlûbiyetler alınmış, Fransa Cezayir’i işgal etmiş, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyan ederek oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordusunu İstanbul’a doğru sevk etmişti. İbrahim Paşa komutasındaki Mısır askerî gücü Nizip’te Osmanlı ordusunu bozguna uğratarak önce Konya sonra da Kütahya’ya kadar ilerlemişti. Böyle bir ortamda gelişmeleri yakından takip eden bazı Kürt beyleri, giderek bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Botan Emiri Bedirhan Bey, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşında kendisinden istenilen aşiret askerlerini göndermemişti. Revanduz’lu Mir Muhammed ise, İbrahim Paşa komutasındaki isyancı Mısır birliklerinin İstanbul’a doğru yürümesini fırsat bilerek bugünkü Kuzey Irak’ın neredeyse tamamına yakınını eline geçirmiş ve istiklâlinin ifadesi olarak kendi adına da sikke bastırmıştı. Botan Emiri Bedirhan Bey daha sonraki yıllarda kendi adına sikke bastıran ikinci Kürt Beyi’dir. Bir ara Musul, Diyarbakır ve İran sınırları arasındaki bütün bölgeleri eline geçiren Bedirhan Bey 1847 yılında üzerine gönderilen Osmanlı birliklerine teslim olmuştur. Dikkat edilmesi gerekir ki; yukarıda bahsedilen ve kısa bir süre için de olsa resmî olarak kurulan Kürdistan Eyâleti, bu Kürt Beyliklerinin tasfiye edilmesinin hemen akabinde teşkil edilmiştir.

İmparatorluğun nerede ise dağılma tehlikesiyle karşı karşıya geldiği ve merkezi otoritenin ciddî bir şekilde sarsıldığı bu yıllarda, III. Selim’den başlayarak, II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinde köklü reformlara girişildi. Bu reformların ana gâyesi merkezi otoritenin güçlü bir şekilde tesis edilmesiydi. II. Mahmut döneminde, daha önce ortaya çıkmış bulunan âyanlar ve mahallî beyler birer birer ortadan kaldırıldılar. Abdülmecit zamanında Tanzimat’ın ilân edilmesiyle bu tür merkeziyetçi yenilikler hızlanarak devam etti. Bu dönemde kara ve demir yollarının geliştirilmesine özel bir önem verildi. Bir yandan posta şebekesi ıslâh edilirken diğer yandan sür'atle telgraf şebekesi tesis edildi. Yerli ve yabancı vapur kumpanyaları da hizmete girmeye başladı. Bütün bunların ehemmiyeti, merkeziyetçi bir sistemin tesis edilmesindeki temel alt yapı hizmetleri olmasıdır.

Bütün bu yenilikler arasında çalışmamızın konusu açısından esas önemli olan 1864 tarihli “Vilâyet Nizamnamesi” dir. Önceleri Tuna Vilayeti (Bugünkü Bulgaristan), Bosna, Edirne, Halep, Mâmûretülaziz ve Trablusgarb’da tatbik edilen ve cesaret verici neticeler alınan bu nizamname 1871’de yeniden tanzim edilerek “İdare-i Umumiye-i Vilâyet Nizamnamesi” adıyla bütün İmparatorlukta tatbik edilmeye başlandı. Bu idarî düzenlemeyle Avrupalı büyük devletlerin zorladığı, vilayetlerin idarî muhtariyeti gibi talepler bertaraf edilmişti. Mısır, Bosna ve Girit özerk durumlarından, Hicaz ve Yemen uzaklıkları ve aşiret düzenine dayanmalarından dolayı bu nizamnamenin dışında bırakıldılar. Buradaki Vilâyet tâbiri Eyâlet yerine kullanılmakta olup, Cumhuriyet dönemi vilâyetleriyle karıştırılmamalıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Cumhuriyet dönemi vilâyetleri Osmanlı döneminin sancaklarına (Liva) tekabül etmektedir.

Bu yeni idarî düzenlemelerle Beylerbeyliği/Eyâlet yerine Vilâyet sistemine geçilmiş, eyâlet-sancak-kaza yerine vilâyet-liva-kaza hiyerarşisi tesis edilmişti. Ancak liva ile birlikte sancak tabiri kullanılmaya devam edilmiştir. Başlarındaki idareciler de vali-mutasarrıf-kaymakam olarak isimlendirilmişti. Bu idarecilerin tamamı, yakın geçmişte ihdas edilmiş olan Umur-u Dahiliye Nezareti vasıtasıyla merkezden tayin edilmeye başlandı. Artık her üst kademe astlarının bütün icraatlarından mesûldü. Vilâyetlerde valinin yanında maarif, nafia, zaptiye, baytar, tabib ve defterdar gibi daire amirleri bulunmaktaydı. Halkdan müslim ve gayrımüslim ikişer üye seçilerek bu daire amirleriyle birlikte “Vilayet İdare Meclisi” meydana getirilmişti. Bu suretle bir yandan merkezi idare takviye edilirken diğer yandan istişâri mahiyette de olsa mahallî idareler teşekkül etmeye başlamıştı. Ve yine iptidai bir tarzda da olsa mahallî idarelerde seçim usûlü ortaya çıkmıştı. Vilâyetlerdeki daire amirlikleri ve meclisler, benzeri bir şekilde sancaklarda da tesis edilmişti.

Doğu Anadolu ve Mezopotamya’daki vilâyetlerde daha önce mevcut olan Yurtluk-Ocaklık türü tatbikat ile yarı muhtar beyliklere ve bütün emirliklere son verilmişti. Daha önce beylere bırakılan araziler ve gelirleri geri alınarak, bu beylerin bazılarına resmî vazifeler verilmiş ve maaş bağlanmıştı. Yeni idarî sistemin merkeziyetçi karakterini takviye etmek için Kudüs, Canik (Samsun), Şehrizor, Bingazi, Bolu, İzmit, Urfa ve Karesi (Balıkesir) gibi bazı livalar doğrudan merkeze bağlanmıştı. Çok önemli diğer bir yeni tatbikat da, artık vali ve mutasarrıfların askerî selâhiyetleri bulunmamaktaydı. İmparatorluk toprakları üzerinde dağılmış altı tane ordu kurulmuş ve başlarına da müşir rütbesinde ordu komutanları atanmıştı. Bu ordular merkezdeki Bab-ı Seraskeri’ye bağlıydı.

1908 yılına gelindiğinde, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşamakta olduğu bölgelerde idarî yapı, vilâyet ve sancaklar olarak şu şekilde teşekkül etmişti:

Erzurum Vilâyeti (Erzurum, Bayezid/Ağrı, Erzincan ve Hınıs sancakları), Mâmuretü’l-Aziz Vilâyeti (Elazığ, Malatya, Dersim/Tunceli sancakları), Bitlis Vilâyeti (Bitlis, Muş, Siirt, Genç/Bingöl sancakları), Van Vilâyeti (Van, Hakkâri sancakları), Diyâr-ı Bekr Vilâyeti (Diyarbakır, Mardin, Ergani sancakları), Haleb Vilâyeti (Halep, Urfa, Maraş sancakları), Musul Vilâyeti (Musul, Kerkük, Süleymaniye sancakları),

Birinci kısmın neticesi olarak:

-Osmanlı Devleti, imparatorluk haline geldiği on dördüncü asırdan itibaren on dokuzuncu asra kadar eyâlet sistemiyle idare edilmiştir. Genel olarak muasır bütün devletlerde tatbik edilen bu sistem, zamanın imkân ve şartlarının zarurî bir neticesidir. Bu sistem İmparatorluk genelinde mütecanis bir tarzda tatbik edilmiş olmayıp, farklı bölgelerde mahallî şartlar dikkate alınarak farklı statüler tatbik edilmiştir. Müslüman nüfusun ekseriyette olduğu, merkeze yakın ve ulaşım imkânlarının nisbeten daha müsait olduğu eyâletlerle daha merkeziyetçi bir sistemle idare edilirken, gayrımüslim bir nüfusa sahip olan eyâletler ile, imparatorluk merkezinden uzakta ve özellikle göçebe tarzı hayatın hakim olduğu dağlık bölgelerde daha adem-i merkeziyetçi idarî sistemler tatbik edilmiştir.

-Eyâletlerin ve sancakların statüsünün tayin edilmesinde, o eyâlet ya da sancağın merkezî idarenin hakimiyetini kabullenmesi ile bunun bir neticesi olarak özellikle askerî ve malî mükellefiyetlerini yerine getirip getirmediği belirleyici olmuştur.

-Kürt Beylerinin kendi rızalarıyla Osmanlı’ya iltihak ettikleri tarihten sonra, Kürdistan Eyâleti adı altında idarî bir birim resmî olarak ancak 1847 tarihinde teşkil edilmiş ve sadece on yedi sene müddetle mevcud olmuştur. Öncesinde ve sonrasında, Kürt nüfusun tamamını içine alan müstakil bir idarî birim teşkil edilmemiştir. Kürt halkının yaşadığı bölgelerde devamlı olarak birden fazla eyâlet teşkil edilmiştir. Üstelik bu eyâletler de, kendi içerisinde müttehid ve mütecanis bir yapıda değildir. Eyâlet sınırları içinde daha alt seviyelerde, farklı statülerin tatbik edildiği münferid birimler teşkil edilmiştir. Beylerbeyi, bu münferid ve müteferrik birimlerin intizam ve koordinasyonunu temin eden merkezi idarenin temsilcisi ve eyâlette nihâî otorite durumundadır. “İdare-i Umumiye-i Vilâyet Nizamnamesi”nin tatbikatına başlandığı 1871 yılından sonra ise vilâyet sistemine geçilerek, Osmanlı Devleti içindeki Kürdistan coğrafyasında doğrudan merkeze bağlı bir çok vilâyet teşkil edilmiştir. Muhtar ve imtiyazlı bütün idarî birimlere son verilmiştir.

-Osmanlı’nın, idaresi altında bulundurduğu farklı din ve unsurlardan müteşekkil toplulukların varlıklarına gösterdiği saygı ile, onların inanç ve kültürlerinin devamını temin etmek maksadıyla tatbik ettiği idarî, siyasî ve kültürel tedbirlerden alınacak ciddî dersler olduğu bir hakikattir. Ancak; günümüzde “Demokratik Açılım” olarak isimlendirilen teşebbüse ışık tutacak bir “Kürdistan Eyâleti” örneğinin Osmanlı tecrübesinden çıkarılması mümkün değildir.

Bu bölümde istifade edilen kaynaklar:

nAğa, Şeyh, Devlet; Martin van Bruinessen, İletişim Yayınları, 1992.

nBilinmeyen Osmanlı, Ahmet Akgündüz-Said Öztürk, OSAV Yayınları, 1999.

nBüyük Türkiye Tarihi, 12. Cilt, Yılmaz Öztuna.

nKürtler, Naci Kutay, Peri Yayınları, 2002.

nTürkiye Teşkilât ve İdare Tarihi, İlber Ortaylı, Cedit Neşriyat, 2008.

{YARIN: TEŞEBBÜS-İ ŞAHSî}

II- PRENS SABAHADDİN, ADEM-İ MERKEZİYET VE BEDİÜZZAMAN

Prens Sabahaddin

Prens Sabahaddin, Sultan Abdülmecid’in Kızı, II. Abdülhamid’in kızkardeşi Seniha Sultan ile Mahmud Celâleddin Paşa’nın oğludur. Damad Mahmud Celâleddin Paşa II. Abdülhamid’in Adliye Nazırlığını yapmıştır. Ancak, Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirerek yerine tekrar Sultan Murad’ın getirilmesi maksadıyla kurulan “Skaliyeri-Aziz Bey Komitesi” ile münasebeti bulunması sebebiyle nâzırlıktan azledilmiş ve Abdülhamid’le araları bozulmuştur. Daha sonraları, çocukları Sabahaddin ve Lûtfi Beylere özel ders veren yabancı bir hocanın ricası üzerine, bir İngiliz firması adına Bağdat Demiryolu imtiyazı için Abdülhamid’e müracaat etmiş, fakat bu talebi Sultan tarafından reddedilmiştir. Sultan’la münasebetleri iyice bozulan Damad Mahmud Paşa, o devrin muhaliflerinin genel temayülüne uyarak, iki oğlunu da yanına alıp yurtdışına, Paris’e kaçmıştır. O tarihlerde Paris, Jön Türklerin toplandığı önemli bir muhalefet merkeziydi. Yurt dışındaki Jön Türkler, Paşa ve iki oğlunun da kendilerine katılmasıyla fevkalâde bir bir hareketlilik ve kuvvet kazanmıştı.

1902’de Prens Sabahaddin ve Lütfi, Abdülhamid muhaliflerinin tamamını bir cephede birleştirmek maksadıyla Paris’te bir kongre tertip ederler. Prens Sabahaddin ittifakla kongre başkanı seçilir. Kongrede, Abdülhamid’in devrilmesi için yabancı güçlerden yardım alınması fikri üzerinde ihtilâf çıkar. Prens Sabahaddin yabancı bir gücün yardımına müracaat edilmesinden yanadır. Ahmet Rıza liderliğindeki diğer grup buna şiddetle karşı çıkmıştır. İttifakın temin edilemediği kongreden sonra Prens Sabahaddin “Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurar. Rakipleri de “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti altında (sonraları İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacaktır) teşkilâtlanırlar. II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra İstanbul’a dönen Prens Sabahaddin ile İttihat ve Terakki’nin aralarındaki ihtilâf giderek sertleşir. Sabahaddin Bey resmen iştirak etmemekle beraber o devirde İttihat ve Terakki karşısındaki yegâne siyasî güç olan Osmanlı Ahrar Fırkası’nı desteklemektedir. Genel kanaat, Prens’in Ahrar Fırkası’nın perde gerisindeki manevî lideri olduğu şeklindedir. Özellikle de “Adem-i Merkeziyet” fikri sebebiyle sert münakaşalar yaşanır. 31 Mart Vak’ası’nın tertipçilerinden olarak itham edilmesi üzerine, Prens tekrar yurtdışına gitmek mecburiyetinde kalır. Birinci Dünya Harbi’nin kaybedilmesi, İttihat ve Terakki liderlerinin memleketi terk etmelerinden sonra tekrar döner. Anadolu’da başlatılan İstiklâl mücadelesine destek verir. En önemli eseri olan “Türkiye Nasıl Kurtulur” o yıllarda basılır. Cumhuriyet’in ilânından sonra ise, Osmanlı Hanedanı’yla birlikte tekrar yurtdışına sürgün edilir. 1948’de İsviçre’de vefat eder. Mezarı Eyüp Sultan Kabristanındadır.

[email protected]

ORHAN DÜNDAR

01.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (30.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP - 7

  (29.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP - 6

  (28.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP-5

  (27.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP-4

  (26.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP-3 - CEVHER İLHAN

  (25.10.2009) - ‘HABER TÜRK’ PROGRAMINDAKİ ÇARPITMALAR VE ÇELİŞKİLERE CEVAP-2

  (24.10.2009) - Memlekete 6 ay sonra kavuştuk

  (23.10.2009) - Çin dünyanın süper gücü olabilir

  (22.10.2009) - Çin'in en büyük problemi inançsızlık

  (21.10.2009) - Okyanusta bir gün daha az yaşadık

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.