Aile-Sağlık |
Sevgi, tutku ve benlik arasında
"Onsuz yaşayamam artık, onsuz nefes bile alamıyorum, onu görmeden yapamam”
İLK seans ve ilk cümleler her zaman için en önemli ipuçlarını sunar terapiste. Nereden başlayacağını bilmeyen insan, genelde en sondan başlar. İlk söylenen cümleler, aslında kişinin geldiği son noktalardır. Çıkışın kapalı göründüğü, duyguların doruğa vurduğu yerlerdir son noktalar… Hayatın tamamı yaşadığın olay gibi görünür gözüne… Bir toz bulutunun içindeymiş gibi çevrende olup biteni göremezsin. Bütün duyguların tek bir olaya kilitlendiği için, baktığın her yerde onu görürsün. Her şey sana onu hatırlatır, dinlediğin her şeyde bir çözüm yolu ararsın. Bu hal seni daha da gömer içindeki dehlizlere, aklının kuyularına mantığının kovasını daldıramazsın artık. Sadece olsun istersin, iyi ya da kötü fark etmez sadece olsun dersin… İkili ilişkilerde yaşanan duygusallık bazen öyle boyutlara ulaşır ki, taraflar adeta birbirleri olmadan nefes alamaz hale gelirler. Sevgi, sahip olmak ya da olmamak ikileminde gidip gelir. Ya benimsin, ya toprağın, tarzındaki söylemlerin temelinde de bu mantık yatar. “Ya bana ait olmalısın ya da hiç olma daha iyi” şeklindeki bir düşünce tarzı bencil sevmelere götürür insanı… Sevdiği insanı hayatın amacı haline koyan insan, sevdiğine de haksızlık eder. Onu kendi gerçekliğinden çıkarıp, kocaman çerçevelere yerleştirmeye çalışır. Her hareketini kusursuz olarak algılar. Denenmemiş ve yaşanmamış her şey mükemmel göründüğü için, hayatın içine girilip, aynı evi paylaşmaya başlayınca hayat arkadaşımızın aslında bizim tanıdığımızdan ne kadar farklı olduğunu anlarız. Değişen o değildir, değişen sadece onu koyduğumuz çerçevenin gerçek dışılığıdır. Gerçek sevgi karşımızdakini kendi gerçeğiyle kabullenmektir. Onu imkânsız bir mükemmelliğin içinde boğmak değildir. Gerçek sevgi karşımızdakine kendi olma alanı tanımaktır. Kendi olabilen insan daha kolay değişir, gereksiz savunmalara girmez. Sevgiye ve karşındakine yüklediğin anlam aslında senin kendi ihtiyaçlarındır. Kendini zayıf ve değersiz hisseden insan, eşinin kendisinde var olmayan değeri ona hissettirmesini bekler. Aslında ve özünde kimse kimseyi, ne değerli hissettirebilir ne de değersizleştirebilir. Tabi sen izin vermediğin sürece… Erkek kadın arasında yaşanan duygusallığa yüklenen gerçek dışı anlamlar, kişileri yıprattığı gibi ilişkiyi de yıpratır. Düşüncelerimiz ve olaylara kattığımız yorumlarımız, ne hissedeceğimizi de belirler. Düşünceler duyguları tetikler. Duygularda davranışlara yön verir. “İnsanı üzen olaylar değil, olaylara getirdiğimiz yorumlardır” diyor bir düşünür… ‘Onsuz yaşayamam’ da bir yorum aslında, hem de insanı tarifsiz sıkıntılara sokan bir yorum… İnsan kendine zulmediyor aslında, hayatı kendine koyduğu anlamsız sınırlarla daraltıyor. Nefes alamaz hale geliyor ya da aldığı nefesi karşısındaki insanın suretinde arıyor. Asıl sahibinden istenmeyen şefkat, yanlış yerlerde aranıyor. Sevenler bir sürü sancılı yorgunlukla beraber, “neden beni istediğim gibi sevmedin diye” birbirlerini suçlamaya başlıyorlar. Oysa ki, insan sevdiğiyle büyür ve olgunlaşır, hatalarımızla öğreniriz, eksikliklerimizle birbirimizi tamamlarız. Karşımızdakini zaaflarıyla ve korkularıyla kabul ettikçe, korkularından ağladığına şahit oldukça ve onu kendi gerçeğiyle gördükçe, aslında daha da çok severiz. Hayatta her şeye bir vazifeli gözüyle baktığımızda, her ilişki ve her arkadaşlığın bir görevi olduğunu ve yine her şeye bir ömür biçildiği gibi, ilişkilere bir ömür verildiğini fark ederiz. Her süreç ve her olay görevini tamamlar ve geriye bize öğrettikleri kalır. Bu öğrettiklerinden ancak kendi kabımız nispetince doldururuz. İki kişilik bir süreçte, birlikte aynı kabı doldurmaya çalışırken, aynı zamanda kabın kendi tarafımıza bakan yerlerini de tamir etmeye çalışırız. Biz olmanın içinde sağlıklı bir ben olmaya çalışırız. Birlikteliğin kalitesinde ‘biz’ olmak ne kadar önemliyse, biz içinde ben olarak varlık hissedebilmek de en az o kadar önemlidir. Farklılıklara takılıp, karşımızdakini kendimize benzetme çabaları ilişkiyi sağlıksız zeminlere taşır. Kişiliklerdeki farklılıklardan ziyade, amaçlardaki benzerliklere yoğunlaşmak ilişkiyi daha da güçlendirir. Sağlıklı evliliklerde bu dengenin kurulması oldukça önemlidir. Birlikte bir imtihan sürecini sürdürürken kendi imtihanını da yaşamak emek istediği kadar, basiret de ister. Hayatta her şey istediğimiz gibi olsun isteriz, kendi görebildiklerimizde mutluluğun bizi beklediğini düşünürüz. Ama Kaderin Sahibi, her zaman, bize bizim istediğimiz gibi yardım etmeyebilir. Bir annenin şefkatinden dolayı çocuğuna “hayır” demesi gibi, gerçekleşmeyen olaylarda da bir tür korunma vardır aslında… Bizi bizden daha iyi bilen, çizdiği yolun virajlarını ve engebelerini çok uzaklardan gören, tabiî ki biz istesek de kendimizi uçurumdan atmamıza izin vermeyecektir. İnsan, gerçekleşmeyen her arzusunda, Kâinatın Sahibine bir rıza ve sabır borçludur.
BANU YAŞAR / Psikolog&Psikoterapist |
20.12.2009 |
Emzik ve biberon çocukların diş ve çene yapısını bozuyor UZUN süre biberonla beslenen ve yalancı emzik kullanan, parmağını emen çocukların diş ve çene yapılarında bozukluklar oluşuyor. Uzmanlar, özellikle 3 yaşından sonra çocuklara emzik ve biberon verilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bu yaştan sonra parmağını emme alışkanlığı olan çocukların da bu alışkanlıklarından vazgeçirilmesi gerektiği belirtiliyor. Diş Hekimi Tülay Tacettinoğlu, emzik ve biberonun dişlerde çapraşıklığa neden olabileceğini, ayrıca sürekli emme refleksi sonrasında ağızda oluşan hava boşluğu basıncıyla damak derinliğinin artarak diş arkı darlığı oluşacağını söyledi. İki yanak tarafından baskı oluşacağı için çene yapısının bozulacağı uyarısında bulunan Tacettinoğlu, ailelerin çocuklarına üç yaşından sonra mümkün olduğu kadar biberon ve emzik vermemesi gerektiğini dile getirdi. Çocuklarda süt dişlerin anne karnında oluşmaya başlaması dolayısıyla anne adaylarının gebelik dönemince çok iyi beslenmesi gerektiğinin altını çizen Tacettinoğlu, özellikle diş ve kemik yapısının gelişimi için gerekli olan kalsiyum muhtevalı gıdaların tüketimine özen gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Mineral bakımından zengin tabiî gıdaların yanı sıra süt, yoğurt, peynir gibi gıdaların gebelik esnasında mutlaka tüketilmesi gerektiğini kaydeden Tacettinoğlu, doğumdan sonrada çocuğun bu gıdalara devam etmesinin diş ve kemik gelişime katkı sağlayacağını dile getirdi.
HER AĞLADIĞINDA ÇOCUĞA YALANCI EMZİK VERMEYİN
ÇOCUK yetiştirirken ebeveynlerin yaptığı en büyük hatalardan birisinin sürekli biberonla besleme veya çocuk her ağladığında yalancı emzik verme alışkanlığı olduğuna dikkat çeken Tacettinoğlu, kazanılan alışkanlığın uzun süre devam ettiğini ve bu durumun çene ve diş yapısında bozulmalara sebep olduğunu söyledi. Çene yapısının bozulması sonrasında dişlerin çapraşık çıktığını ve çocukların ileriki yaşamlarında hem görünüş hem de diş sağlığı açısından farklı problemlere sebep olduğunu aktaran Tacettinoğlu, “Çapraşık dişlerin temizliği ve bakımı normal dişlere oranla çok daha zor olduğu için çürüme riski daha fazladır. Ayrıca görünüm olarak ta insanları rahatsız edeceği için hayat kalitesini olumsuz etkileyebilir. Çocuklar bu durumu psikolojik bir sorun haline getirebilir. Bu sebeple ailelerin çocukluk döneminde biberon ve emzik kullanımına dikkat etmeleri gerekiyor. AYRICA parmağını emen çocukların da bu davranıştan uzaklaştırılması unutturulması gerekiyor. Çünkü parmak emmede çene ve diş yapısını bozan en büyük faktörler arasında yer alıyor. Sürekli emme refleksi içerisinde olan çocukların damak derinliği artıyor ve yanlardan basınç uygulanarak diş arkları daralıyor. Bu da dişlerin olması gerekenden farklı yerlerde çıkmasına neden oluyor.” diye konuştu. |
20.12.2009 |
Kış hastalıkları yatağa düşürmesin KIŞ mevsiminde soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, tranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürree gibi hastalıkların görülme sıklığının önemli ölçüde arttığı bildirildi. Enfeksiyonlar özellikle çocukları, yaşlıları, hamileleri, kronik sağlık sorunları olanları olumsuz olarak etkiliyor. Kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcandığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanamadığında da vücut direnci düşüyor. Soğuk kış ikliminde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk havanın özellikle akciğerin akut ve kronik bütün hastalıkları tetiklediğini belirten uzmanlar, bu dönemlerde bronşit ve astım gibi sağlık sorunlarının daha sık görüldüğünü belirtiyorlar. Kronik böbrek, diyabet, kalp hastaları ve by-pass geçiren kişileri soğuk havalardan daha fazla etkilediğini kaydedildi. |
20.12.2009 |
ÖĞÜNLER MUNTAZAM YENMELİ Kış mevsiminde enfeksiyonların ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesi gerektiğini dile getiren uzmanlar, “Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamalarını öneriyoruz. Bu dönemlerde giyime özen gösterilmesi, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanı sıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir. Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket kilo almaya sebep olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına enerji verecek mevsim sebze ve meyvelerine de ağırlık verilmeli, soğukta özellikle hamileler mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı ve maske ile korunmalıdır” diye konuştular. |
20.12.2009 |
Uykusuzluğunu mutlaka tedâvî ettirin TÜRK Uyku Tıbbı Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Derya Karadeniz, uyku hastalıklarının, kişinin gündelik ve özel hayatını, sağlığını çok etkilemesi, iş ve trafik kazalarına yol açması sebebiyle mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini bildirdi. Prof. Dr. Karadeniz, uyku tıbbının multi disipliner yaklaşım isteyen, uykuya ait bozuklukları, uyku hastalıklarını inceleyen ve tedavisi ile ilgilenen bir bilim dalı olduğunu söyledi. İnsan hayatının üçte birinin uykuda geçtiğini, uykunun uyanıklık kadar insan için gerekli olduğunu kaydeden Karadeniz, uykuda ortaya çıkan hastalıkların polisomnografi denilen ve gece boyunca yapılan uyku tetkiki ile teşhisinin konulabildiğini ifade etti. Uyku hastalıklarını çok çeşitli olduğunu dile getiren Karadeniz, bu hastalıkların horlama, gece terlemeleri, gece tuvalete kalkma, sabah yorgun uyanma, gündüz yorgunluk ve uykululuk hali, gündüz dikkatte ve hafızada bozulma, cinsel fonksiyonlarda bozulma, giderek kilo alma gibi birtakım belirtileri olduğunu anlattı. |
20.12.2009 |