Yasemin YAŞAR |
|
Kâmil insan kimdir? |
Her varlığın kendine göre kemâlât derecesi vardır. İnsandaki kemâlât derecesi terakkî adını alır. Kemâlât dediğimiz mertebeler ise, bütün insânî değerleri birlikte gelişmiş insan demektir. İnsanın kemâlâtı ne meleklerinkine, ne de diğer mahlûkatın kemâline benzer. Meleklerin şehvet ve gadapları yoktur. Hayvanlarda ise durum daha farklıdır. Onlar da sırf topraktan oldukları için, şehvet hâkimdir. İnsan ise, hem meleklerin sahip olduğu akla, hem hayvanların şehvet ve gadabına sahiptir. İnsan bu yönüyle meleklerden ve hayvanâttan farklı bir mertebededir. Dolayısıyla aklı olmasına rağmen şehvetin esiri olan insan, hayvanâttan aşağı düşer; şehveti olmasına rağmen aklı hikmette kullanan insan, meleklerden üst seviyeye çıkabilir. Yani insan, melek ile hayvan arasında gidip gelen hadsiz derece ve derekâta namzet bir mahlûktur. İnsanın kemâli, işte bu yapısında mevcut bulunan farklı istidat ve kabiliyetler arasında meydana getireceği denge halidir. Kâmil insan, onca yeteneklerin içerisinde sadece birine meyil gösteren insan değildir. Farklı istidat ve kabiliyetlerini ihmal eden, sadece bir yönde ilerleyen insan, kemâle doğru mertebe katedemez. Bütün istidatlarını sırat-ı müstakîm denen vasatta kullanan insan kemâlâta ulaşabilir. İnsanın kemâlâtı, hem kendi içindeki maddî ve manevî yönüyle uyum içerisinde olması, hem de dış âlemindeki bütün mahlûkat ile uyum içinde olması ile mümkündür. Meselâ, bazı insanların insânî eğilimleri fazladır. Fakat bu temâyüllerinden yalnızca birinin etkisinde olup, öyle ilerleyip gider. Diğeri insânî değerleri ihmal edebilir. Bu bir dengesizlik hâlidir. Özellikle misyon insanlarındaki bu dengesizlik hâli, içinde bulundukları misyona büyük zararlar getirebilir. Meselâ bir hayır kurumunda canla başla çalışan bir insanın, ev içindeki ahalisine davranışlarındaki problem veya komşularıyla ilişkilerindeki samimiyetsizlik veya Cenâb-ı Hak ile irtibatındaki problem gibi daha bir dizi sayabileceğimiz sorunlar neticesinde, onun yapmış olduğu hayırlı amellerin tesiri kırılacaktır. Bu tür haller, yozlaşmanın ve sapmaların doğmasını netice verir. Toplum içindeki bozulmalar, sadece batılın o toplumda hâkim olmasıyla oluşmaz. Bazen hakta olan ifrat ve tefritler de o toplumu yozlaştırabilir. Meselâ, putperestliği kaldıran Hıristiyanlık, kendi içinde sûretperestliği doğurmuş ve bu aşırılık bu dini tahrif etmiştir. Peygamber Efendimizin (asm) bir hadis-i şerifinde, ‘dinin felâket kaynaklarından birisi de, ibadete düşkün cahildir’ denilmektedir. İlk bakışta anlamakta zorlanılan bu hadis-i şerifte, birçok anlam ve hikmetler vardır. Bunlardan birisi de, şu olsa gerektir: İbadet, İslâm’ın olmazsa olmaz şartlarındandır. İman, amelle takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. (İşârâtü’l-İ’câz) İbadet, içtimaî ve şahsî hayatı kemâle götüren bir unsurdur. Fakat, dikkatli davranılmadığı takdirde, toplum veya ferdin sadece bu değerin cazibesine kapılmasını netice verir. Ve böyle insanlar artık, İslâm’ı sadece camiye gitmekten, ibadet etmekten, duâ ve tespihten ibaretmiş gibi görürler. Bu ise, o konuda aşırılığa kaçmayı ve İslâmiyetin diğer meselelerini ihmali netice verir. Osmanlının yıkılışına zemin hazırlayan sebeplerden birisi de, tekke ve medreselerdeki ifrat hâllerin yozlaşmalara sebebiyet vermesidir. Tekkelerde ibadet, evrad ve zikirlere verilen ehemmiyet, diğer ilimleri ihmâli netice vermiş; medreselerde sadece ilim tahsili de ibadet ve tâatte ihmâli doğurmuştur. Böyle bir gidişâtı ortadan kaldırmak için Bediüzzaman, Medresetü’z-Zehra projesini bir tiryak gibi sunmuştur. İşte bu dengelerin bir yön lehinde bozulması, değerleri menfîleştirmeye, sonra da çirkinleştirici bir değişime uğratmıştır. İnsanların en kâmilleri peygamberlerdir. Peygamberler içinde de en kemâl noktada Resûlullah (asm) vardır. 63 yıllık ömründe, ‘denge insanı ve kâmil insan nasıl olunur’un derslerini vermiştir. Bir gün, ashabdan bazı kimselerin kendilerini bütünüyle ibadete verdiklerini söylerler. Bu haberi duyan Resûlullah (asm) rahatsız olur, “Ne oluyor bazılarına?” diyerek, tepkili bir ifade ile, “Duydum ki ümmetim arasında böyleleri türemiş, ben sizin peygamberiniz olduğum halde, böyle davranmadığımı görmez misiniz? Ben hiçbir zaman, bütün geceleri, sabaha kadar ibadetle geçirmem. Gecenin fazla bir kısmını uyku ve istirahatle geçiririm. Ben ailemle ilgilenir, haklarını eda ederim. Her günü oruçlu geçirmem. Bazı günler oruç tutarım, bazı günler ise tutmam. Bu yolu tutturup gidenler (ifrat edenler / aşırı davrananlar), benim sünnetimden çıkmışlardır”, buyurmuştur. Hâsılı, sünnet-i seniyye, denge ve kıvam bulmak ölçüsüdür. Nefsi kötülüklerden kurtarmak, şeytanın desiselerine kapılmamak, dengede kalıp kâmil insan olmak, sünnete uymakla mümkündür. İslâmî değerlerin birine olan aşırı eğilimin, diğer İslâmî değerleri unutturmaması gerekir. Kâmil insan, sadece âbid olan değildir. Sadece zâhid olan da, mücahid olan da, hür olan da, akıllı olan da değildir. Kâmil insan, bütün yönleriyle kemâle ermiş, örnek insandır. Değerlerin bütününü benliğinde yerleştirmiş ve geliştirmiş insandır. 13.12.2009 E-Posta: [email protected] |