Ali OKTAY |
|
Hollandalı bir Mevlânâ aşığı |
Yolu İstanbul Cağaloğlu’na düşenler Cezerî Kasım Paşa Camiini bilirler. Camiin altındaki Diyanet İşleri Başkanlığına ait genişçe salonda kitap ve müzik kasetleri satılır. Burada, aradığınız pek çok sesli veya yazılı yayını bulmanız mümkündür. Âdet üzere ben de uğrar son çıkan yayınları takip eder, ilgimi çekenlere bir göz atarım. Yine bir gün kapıdan içeri girip dinî albümlerin bulunduğu reyona doğru ilerlerken, oldukça uzun sarı saçlı, zayıfça ve kıyafetinden bir yabancı olduğu anlaşılan kişi dikkatimi çekmişti. Dinî kasetler reyonundan bir kaset arıyor, ama sanıyorum bulamıyordu. Bana dönerek: “Yunus Emre’nin şiirlerini içeren sufi bir kaset aradığını, ama bulamadığını, yardımcı olup olamayacağımı” sordu. “Hay hay” diyerek albümü aramaya koyulduk. Bu arada sohbete de başlamıştık. Tahmin ettiğim üzere bir yabancı olan bu zat Hollandalı bir mühendisti. Aradığımız albümü bulamamıştık. Çalışma ofisime dâvet ettim. Birlikte çaylarımızı yudumlarken adını sordum. “Alim” dedi. “Alim Foundation”. Biraz merak ve heyecanla “Müslüman mısınız?” diye sordum. “Değilim. Ben Sufi’yim” dedi. Sufiliği araştırıyordu. Bana her sene Aralık ayında kesinlikle Türkiye’ye geldiğini söyledi. Sebebi ise her sene 17 Aralık’ta Konya’da yapılan Şeb-i Arus töreniydi. Burada yapılan sema töreninin etkisi altında olduğu belliydi. Yarım saat kadar süren sohbetin ardından vedalaştık. İçimden bu arayışının İnşallah bir gün İslâmiyet’le şereflenerek son bulması duâsını yaparken, kendimi düşünmekten de alıkoyamadım. Hıristiyan bir Hollandalı’yı buraya getiren ve kendisine sufiliği benimseten şeyin ne olabileceğinin cevabını aradım zihnimde. Samimiyetle kendimize şu soruyu soralım: “Acaba kaçımız her sene 17 Aralıkta Şeb-i Arus törenleri düzenlendiğini biliyoruz ya da muhtelif yerlerde yapılan bu sema ayinlerinden birini izledik?” “Canım bunca iş güç arasında onu nasıl takip edelim” diyorsak, Hollandalı Alim’inde en az bizler kadar yoğun ve elbette bizden kilometrelerce daha uzak bir diyarda yaşadığını unutmamak lâzım. Bu eleştiriyi elbette önce kendi nefsime yapıyorum—Alim ne ilk, ne de son. Alman şarkiyatçı Prof. Dr. Annemarie Schimmel gibi, Hz. Mevlânâ hakkında kitaplar yazmış bir kalemden, Amerikalı Prof. Dr. Abdulkebir Helmiski’ye kadar nice kimseler bu ışığa geliyorlar. Amerika’daki mukabele töreninde okunan Kur’ân-ı Kerim’i dinleyenlerden bir çoğunun “sanki bu ses cennetten geliyor” dediklerini, ney dinleyenlerin yine çoğunun gözyaşlarını tutamadıklarını burada konserler veren Hafız Kani Karaca anlatmıştı. Öyle görünüyor ki Hz. Mevlânâ’nın dâvetini duyup icabet edenlerin sayısı her geçen gün daha çok artacak inşallah. Biz de o dâveti bir kez daha tekrarlayalım dilerseniz:
“Gel! Gel Ne olursan yine gel! Bizim kapımız ümitsizlik kapısı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.’’ GÖNÜLDEN DİLE “Her gün bir yerden göçmek ne iyi. Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağzım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.” Hz. Mevlânâ 10.12.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |