Halil USLU |
|
Gönül sultanımız |
Yine onun haftasında, yine onun sene-i devriyesindeyiz. 1ve 17 Aralık günlerinde ilk akla gelen o. 1207 yılında dünyaya gözlerini açan büyük gönüller sultanı Hazreti Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, küçük yaşlarında, birçok muârız ve münekkitlere muhatap olan babaları Sultanü’l-Ulema Bahâeddin Veled Hazretleri ve bütün ailesince, Belh şehrinden halkın gözyaşları arasında hicret ederler. Sırası ile Belh, Semerkant, Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine, Şam, Malatya, Erzincan, Larende ve nihayet de Konya... Babaları Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled Hazretleri Konya surlarının dışında, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın gül bahçeleri olan, şimdiki türbe ve mezarlarının bulunduğu yerde ellerini semaya açarak ”Benim ve çocuklarımın ve onların evlât ve ahfadının mezarı burada olacaktır” diye duâ ettiği Konya, bu aziz aile için son durak olur ve buraya yerleşirler.. Hz. Mevlânâ döneminde, Konya’da kilise, havra, sinagog ve camiler vardı. Hz. Mevlânâ’nın böyle bir zemin ve zamanda halkın her kesimiyle ilişkisi vardır. Kimseyi dışlamaz. Onun için, insan olarak cami imamı, kilise papazı hiç fark yok. Herkese muhatap olmaktadır. Tevazuda nakledilen rivayetlerde papazları geride bırakmış ve bıraktığı papazlar Müslüman olmuşlar. Nitekim 17 Aralık 1273’te cenazesini taşıyan tabutuna, o günün gayr-ı müslimleri el atmışlar ve mani olmak isteyenlere “Mevlânâ ekmek gibidir, biz ekmeğe muhtacız, o bize peygamberleri öğretti“ gibi feryatlarla tabutunu mezarına kadar taşımışlardır. Aradan yüz yıllar geçmesine rağmen, onun insanları kucaklayan mesaj ve müjdeleri bütün dünya ülkelerini, saraylarını, kürsülerini, divanlarını kucakladı, dalgalar husûle geldi ve bu dalgaların nuranî akisleri UNESCO’nun duvarlarını çatlatarak arşivlerini meydana çıkardı. UNESCO, BM’nin kuruluşundan bugüne, yani 24 Ekim 1945’ten itibaren, dünya milletleri arasında çok geniş bir sahada icraat yapan ve doğruluğunu ispatlayan “Eğitim, Bilim ve Kültür” koludur. Uzun yıllardan beri takip ederim, bilhassa Yunus Emre ve Hz. Mevlânâ hakkında yaptıkları çalışmayı yakînen müşahede etmişimdir. Bu zatların yaptıkları faaliyetler hengâmında da, çok kişiler gibi bizler de mülaki olmuşuzdur. UNESCO geçtiğimiz yıllarda Yunus Emre Hazretlerinin vefatının 700’üncü sene-i devriyesinde “Yunus Emre ve Sevgi yılı”, Hz. Mevlânâ’nın vefatının 700’üncü yılı münasebetiyle de “Hz. Mevlânâ ve sevgi yılı” ilân etmiş ve bu hususlar o tarihlerde Konya’da Uluslararası Mevlânâ sempozyumlarında ve İstanbul, İzmir illerimizde dile getirilmişti. Geçtiğimiz 2007 yılında ise, bu sefer Hz. Mevlânâ’nın doğumunun 800. yıl dönümü münasebetiyle “Mevlânâ ve Hoşgörü” yılı ilân edildi ve 193 devletin kısm-ı azamında faaliyetler ve gösteriler yapıldı ve büyük hizmetlere vesile oldu. Hazreti Mevlânâ gibi koca bir okyanus, asırlara sığmadı. Esasında bu ve bu nev'î zatların her bir sözü okyanus misâldir. 66 yıllık bir ömre sıkıştırdığı, ilham-ı Rabbânî olarak kaleme aldığı 5 büyük eseri; Mesnevî, Divan-ı Kebir, Mektubat, Mecâlis-i Seb’a ve Fihi mâ fih, derin mânâları ve çıkış yollarını içine almaktadır. “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Sehavet ve cömertlikte akar su gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Mesnevî-i Şerif’indeki bu veciz ve ölümsüz ifadeler, bugünkü iktidar ve hükûmetin içini açıklamadığı fakat efkâr-ı âmmeye takdim ettiği “açılım paketi”nin tavanı ve tabanı olması lâzımdır. Bu itibarla da hem UNESCO’yu yakalamış, hem de âlem çarşısında ve aziz vatanımızda millî birliğimizin ve bölünmez bütünlüğümüzün bekasına vesile olmuş oluruz kanaatindeyim. Konya gibi 10 bin yıllık maziye sahip tarihî şehirde, Hz. Mevlânâ’ya komşu olmak bile büyük bir lütf-u İlâhîdir. Onun eserleriyle yaşamak ise ayrı bir ikram-ı Rabbânîdir. 04.12.2009 E-Posta: [email protected] |