Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Katsayı ve referandum |
Danıştay’ın katsayı kararı ile girdiğimiz Kurban Bayramından, İsviçre’deki minare referandumu ile çıktık. Araya bayram girmesine rağmen katsayı tepkileri devam ederken, yeni ve sıcak bir gelişme olarak İsviçre’deki minare yasağına yönelik tepkiler de sürüyor. Katsayı tepkileri, işin tabiatı gereği içeriyle sınırlı kalırken, minare yasağına tepkiler ise Avrupa merkezli olarak küresel boyutlarda gelişiyor. Gerçi katsayı konusunun, yargıya bakan cihetiyle, özellikle son dönemdeki gelişmeleri yorumlarken yargı reformunun âciliyetine giderek daha güçlü vurgularla dikkat çeken AB’nin gündeminde yer bulması her halde sürpriz olmaz. Ama şu aşamada katsayı bir “iç mesele” durumunda. Ve Danıştay kararının tam bayram öncesi açıklanmasından mı, yoksa daha başka sebeplerin de etkisiyle mi, bilemiyoruz; ama tepki göstermesi beklenenlerin dahi bazılarının anlaşılmaz bir tavırla suskun kaldığı bir “iç mesele.” KOBİDER, evvelce “Meslek lisesi memleket meselesi” kampanyaları açmış olan Koç Grubunu ve irtibatlı olduğu TÜSİAD çevrelerini Danıştay kararına karşı sessiz kalmakla eleştiriyor. Peki, onlardan da evvel MÜSİAD ve ASKON gibi, hem iş dünyasının gereklerini iyi bilmek durumunda olup, hem de bu konudaki duyarlılıkları öncelikle seslendirmesi beklenenlerin suskunluğu ne anlama geliyor? Sebep bayram rehaveti mi, yoksa işin içinde başka şeyler de var mı? Gelelim YÖK ve hükümete. YÖK itiraz hakkını kullandı. Ama bu itirazdan olumlu sonuç çıkacağına kendisi dahil, ihtimal veren kimse yok. Yine YÖK’e atfen telâffuz edilen virgüllü formüllerle, katsayı farklılığını kâğıt üzerinde devam ettirirken,, aradaki farkı bindelik küsuratlara indirme tarzı çözümlerin ise, şimdiden “arkadan dolanma, hülle” damgası yediklerini de dikkate alırsak, sonuç vermeleri zor görünüyor. Aynı şey, hükümet ve AKP adına seslendirilen “YÖK kanununda değişiklik yapma” şıkkı için de geçerli. Zira orada da, yapılan değişiklikliğin Anayasa Mahkemesine götürülme ihtimali söz konusu. Ve bilhassa kapatma dâvâsından sonra AKP bir kez daha AYM’lik olmaktan çekiniyor. Unutmayalım ki, o dâvâdan sonra Türkiye daha da koyulaşan bir yargı vesayetine hapsedildi. Bunun pratikteki sonucu, görünüşte AKP iktidarının, ama gerçekte, özellikle kritik konularda yargının yönettiği bir ülkede yaşıyor olmamız. Anayasayı yenileyip demokratik hale getirmeden bu durumu değiştirmek mümkün olmadığı gibi, bu iktidar ve Meclis yapısıyla böyle bir anayasa reformunu gerçekleştirmenin imkânsızlığı da her geçen gün daha net görülüp anlaşılıyor. Bu bağlamda, AKP iktidarının, gerek Başbakanından, gerekse bakanlarından sâdır olan çıkışlarla tepki vermeye devam ettiği İsviçre’deki minare yasağına bakarsak. Tepkiler bir yana, bu olaydan da çıkarmamız gereken bazı dersler var. Onlardan birini hükümet üyeleri de ifade ediyor; “Temel hak ve hürriyetler referandum konusu olmaz, halkoylamasına sunulmaz” diyerek. Ama yine AKP’lilerin zaman zaman referandumdan söz ettiklerini, nitekim son olarak Bülent Arınç’ın, yakın zaman önce, hâlâ yapamadıkları ve bu gidişle hiç yapamayıp bir başka bahara daha erteleyecekleri anayasa değişikliklerini halkoyuna sunmaktan bahis açtığını biliyoruz. Söz gelişi, başörtüsü yasağını kaldıracak bir anayasal düzenlemenin, diğer engel ve barikatları aşıp referandum aşamasına ulaştırılabildiği takdirde, halkın büyük çoğunluğunun tasvibini alacağında şüphe yok. Ama bir temel hakkın oylanması anlamına gelecek böyle bir yolu açmak doğru olur mu? O zaman AKP’lilerin şimdi İsviçre’ye yönelttikleri eleştiri boşluğa düşmez mi? İsviçre’deki olay, demokratik bir yöntem olduğunda kuşku bulunmayan referandumun çok sakıncalı sonuçlara da yol açabildiğini gösteriyor. Bilhassa temel hak ve özgürlüklerin kapsama alanına giren hassas konularda yapıldığı zaman... 04.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (27.11.2009) - Kurban Bayramınız mübarek olsun (26.11.2009) - Ankara ekseni mi? (24.11.2009) - Kemalizm ve AKP (21.11.2009) - Türklüğe de suikast (20.11.2009) - İslâm ve Türkler |