Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yanlış ortak payda |
Meslekteki 70. yılını yeni kutlayan Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık’ın gündeme getirdiği konuyla ilgili olarak, “günün adamı” Onur Öymen iki buçuk yıl önce, 27 Nisan sürecinde yine çok sivri bir lâf etmiş: “ ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü kimse küçümseyemez ve bunu küçümseyenleri devlet düşmanı sayarız.” (Eser Karakaş, Star, 17.11.09) Burada da, Dersim tartışmalarının alevlenmesi üzerine “Cesaretiniz varsa Atatürk dönemini eleştirin” diye meydan okurken, tabuların ve yasal zırhların ardına gizlenerek sergilediği “rahatlık ve pervasızlık” tavrının bir örneği gözleniyor. Orada önce anayasaya, sonra Atatürk’ü Koruma Kanununa sığınarak meydan okurken, burada altıoktan birinin milliyetçilik olmasına, yine anayasaya ve meşhur 301. maddeye yaslanıyor. Yürürlükteki anayasanın “Siyasî Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde, “Türk vatandaşlığı” ara başlığı altında yer alan 66. maddenin ilk fıkrası, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” buyuruyor. Aynı anayasanın, “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleriyle atıf yapılan başlangıç kısmında da “hiçbir faaliyetin Atatürk milliyetçiliği ile Atatürk ilke ve inkılâpları karşısında koruma göremeyeceği” belirtiliyor. Türk Ceza Kanununun yıllardır tartışılan ve defalarca değiştirildiği halde bir türlü düzeltilemeyen 301. (eski 159.) maddesinde “Türk milletini alenen aşağılamak” hapisle cezalandırılıyor. Maddenin eski şeklinde “Türklük” ifadesi vardı, değişiklikle “Türk milleti” yapıldı; gerekçesi de şöyle ifade edildi: “Türklük deyişinden (kavramından) maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Türk Milleti kavramı bu varlıktan geniştir; Türklük ve Türk ırkıyla ilgili tüm konu ve kavramları kapsar...” İşte, gerek CHP’nin, gerekse MHP’nin “Türk milleti” vurguları, aynı ideolojik kaynaktan besleniyor olmalarının yanı sıra, böyle bir anayasal ve yasal arkaplana dayanıyor. AKP’nin 301’de aktardığımız gerekçeyle yaptığı değişiklik ise, bu yasal zemine daha geniş bir yorum alanı açıyor. Sonuçta, Kemalizmin altı okundan yola çıkan devrimci ve milliyetçi çizgilerin kimi zaman vuruşup çoğu zaman örtüştüğü ve özellikle resmî ideoloji ve statüko muhafızlığında tam bir dayanışma içine girdiği bir tabloda CHP-MHP ikilisinin aynı telden çalmaları yadırganmazken, onların hedef almış göründüğü AKP’nin de statükonun temel kabullerinde çok farklı bir duruşa sahip olmadığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Üç partinin, hattâ tersinden de olsa DTP’nin de, açıkça telâffuz etmeseler dahi, fiiliyatta Kemalizmle ifade edilen resmî ideolojinin temel ilkelerini ortak payda olarak paylaştığı görülüyor. AKP’nin bu noktada farklı bir düşüncesi ve itirazı olsaydı, dört buçuk yıl önce kabul ederek uygulamaya koyduğu Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde yer alan “Türkiye’nin bütünlüğünü korumanın temel yolu Atatürk milliyetçiliğidir. Atatürk’ün ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ sözü temel bir ilkedir. Atatürk’ün ‘Millet; dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasî ve sosyal bir birliktir’ sözü bugün de geçerli olan, çağımızın gereklerine yanıt veren bir yaklaşımdır” gibi ifadelere “evet” demezdi... Ama “Milyonları bulan azınlıklar kendi millî bilincini oluşturdu. ‘Türk milletinin bir parçası değilim’ hissiyatı doğdu” diyen İnalcık’ın tesbit ve uyarıları, seksen küsur yıllık bir mazisi olan bütün bu tarif ve tevil çabalarını ve bunlara bina edilen tahkimatın dayandığı temeli bir anda berhava edip yalın ve acı gerçeği önümüze koyuyor. Bu temelle birlikte devlet de sarsılıyor... Atatürk milliyetçiliğinin, kendi eseri olan bu vahim durumu düzeltip tamir ve telâfi etmek, devleti bu sarsıntıdan çıkarıp kurtarmak için önerebileceği yeni ve yapıcı bir formül var mı? 19.11.2009 E-Posta: [email protected] |