Fatma Nur ZENGİN |
|
Yeşil açılım |
Sınırın öteki yanına olan merakımı kısa bir süre önce gerçekleştirdiğim Gürcistan ziyaretimle gidermeye çalıştım. Çalıştım diyorum, fakat oraya gittiğimde bunun sadece bir başlangıç olabileceğini görmemek mümkün değildi, bunu anladım. Mısırlı şoförlerden çok daha çılgın araba kullanan şoförleri, Türkiye’deki tüm otobüs firmalarının yazıhanelerinin bulunduğu Batum şehri, anneannemin Erzurum’da yaptığı yemeklerin belki de yüzde 90’ının baş köşede bulunduğu mutfak kültürüyle, bu çok bilindik, ama ilk defa gittiğiim ülkeye gidişim; komşularımızı daha çok ziyaret etme gerekliliğini hatırlatmıştı bana. Ne de olsa komşuyduk ve hazır açılım da bu kadar gündemdeyken, komşularımızı sık sık ziyaret etmeliydik belki de. Benzerlikler, ufak tefek ayrılıklar, birleştiren unsurlar, sevgi dolu kalpler, uçsuz bucaksız hoşgörü, seminerin konusu yer yer ağırlaşsa da, grubun atmosferini olumsuz yönde etkilemiyordu. Gürcü dostların yanı sıra, Ermeni ve Azeri arkadaşlar da edinmiştim ve bu iki ülkeye ziyaretimin de yakın olduğunu çoktan hissetmiştim, halen de hissetmekteyim. Özellikle hassasiyetler, yeni gündemin getirdikleri, tarih, siyaset, ekonomi v.s. gibi nedenlerden dolayı bazen çözüm, bazen bir sorun olan Ermenistan’ı ve oradaki sevdiğim arkadaşları bir an önce görmeyi isteyerek Gürcistan’dan ayrılırken, bir an önce benim yazılarımı okumak isteyen ve Türkçe sözlükle bilgisayarın karşısına geçeceğine söz veren Ermeni bir arkadaşıma, eski bir yazımı gönderdim; Ermeni meselesiyle ilgili olanı. Doğup büyüdüğü coğrafyada Ermenilerle yıllarca iç içe yaşamış ve tecrübe sahibi olmuş olan büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin bu konuyla ilgili güzel görüşlerine de yer vermiştim. “Size bunu katiyyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir (bağlıdır). Fakat mütezellilâne (kendimizi alçaltarak) dost olmak değil; belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, musâlâha (barış) elini uzatmaktır” sözünün “açılım” mevzuunun doğu ayağına ne kadar uyduğu apaçık ortada. Bütün bunların ışığında, ilk fırsatta Ermenistan’a gitme isteğiyle döndüm Gürcistan’dan. Birkaç hafta sonra ani ve beklenmedik bir şekilde Ermenistan’a davet edildiğimde çok heyecanlandım. Bir an önce gitmek ve mümkün oldukça uzun kalmak istiyordum. Gezecek çok yer, duyacak çok söz vardı ne de olsa. Ama bazı nedenlerden dolayı son anda gitmekten vazgeçtim. Ben gitmekten vazgeçmişim kendi kendime ama, Ermenistan benden çoktan vazgeçmiş meğer. Gruptan giden arkadaşlardan birinin sınırdan içeri alınmadığını öğrendiğimde bunu anladım. Meselenin detayına inersek, “yeşil” yani “hususî” pasaporta sahip olanlara sınırda vize ve sınırı geçmelerine izin verilmiyormuş. Öncelikle Tiflis’te (tabiî burada da, bir asır öncesindeki Bediüzzaman’ı hatırladık) vize başvurusunda bulunmaları ve akabinde birkaç gün beklenmesi gerekiyormuş. Son dakikada, hatta sınıra girildiğinde bu durumla karşılaşan ve Gürcistan’da (vizenin ortalama 3 günde çıkabileceğini öğrenerek) çaresiz eve dönebileceği ilk uçağı bekleyen arkadaşımız ise, çektiği maddî sıkıntıların yanı sıra, manevî olarak da çok şey ifade etmesi muhtemel bu geziyi, çektiği tüm sıkıntılara rağmen gerçekleştirememekle kaldı. Bu konunun ortaya çıkmasının ardından, internette küçük bir araştırma yaptım ve “Ermenistan’da yakınlaşma çabalarına yeşil pasaport darbesi” isimli haber, birkaç yerde karşıma çıktı. Bunun, daha önce de yaşanmış bir sorun olduğunu net bir şekilde görmek, neden çözüme ulaşma yolunda hâlâ bir iyileşme olmadığı sorusunu bir kez daha sordurttu bana. Neden? Açılımlarda; acaba bir tarafın imtiyazları çoğaltılırken, diğer tarafınkiler kısılmalı mıydı? Hayır. Özellikle de Ermenistan gibi, kendi ekonomik gelişmezinin hayrı için Türkiye sınırının hayatî önem taşıdığı bir ülke tarafından hiç de değil. “Bu, açılıma yeşil bir darbe” dedim olayı duyduğumda. Oldukça da üzüldüm. Bazı şeylerin değişmesi için; şimdi sınırın açılmasını mı, yeni kanunların yürürlüğe girmesini mi , yoksa hükümetlerin görev değiştirmesini mi bekleyeceğiz? Bence cevap “hayır.” Çok kısa olmayan birkaç işlemin ardından, yeşil pasaport sahiplerinin büyükelçiliklerden vize alabileceğini öğrenmiş olmama rağmen, bu davranışın âcilen düzeltilmemesi halinde, açılım sürecine gölge düşüreceği kanaatindeyim. Ben Ermenistan’a gitme planlarımdan vazgeçmedim, “Sinek küçük, ama mide bulandırır” atasözünün mânâsını da daha iyi anladım. Kimse birbirine yüzde yüz güvenmiyordu. Bu beklenen bir durumdu, fakat ayrımcılık çoğalıp krize dönüşmeden, birkaç adım atılmasının her iki taraf için de faydalı olacağı kanaatindeyim. Yoksa, sınıra kadar gidip de geri çevrilerek, saatlerce yol giderek, gecenin bir yarısı Tiflis’e ancak ulaşan ve sıkıntılı anlar geçiren bir kişiye, komşuyu anlatmak güçleşebilir. 17.11.2009 E-Posta: [email protected] |