Faruk ÇAKIR |
|
Tarih yeniden öğrenilir |
Geçen günlerde Ülke TV’deki bir programda, geçmişte bakanlık da yapmış bir siyasetçi ‘doğru ve gerçek tarih’in bilinmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Programa katılan hakperest bir konuşmacı, Bediüzzaman Said Nursî’nin Bitlis Müdafaasındaki gayretlerinden bahsedip, nihayetinde onun TBMM’ye dâvet edildiğini hatırlatması üzerine itiraz edecek olmuş. Bu ve benzer konuların tartışılması üzerine de “Neredeyse yakın tarihi yeniden yazacaksınız” demiş. Hakperest konuşmacı da, “Yalan dolan, hile hurda olursa bir daha yazılacak bu tarih” deyip o şahsı susturmuş. İstenen nedir? Yalan, yanlış bir ‘resmî tarih’ anlatımının sonsuza kadar sürüp gitmesi mi? Böyle bir arzusu olan varsa bilsin ki bu arzu hem Türkiye, hem de dünya gerçeklerine uymaz. Gerçekler er ya da geç öğrenilecek ve öğrenilmelidir. “Gerçeklerin öğrenilmesini istemeyen var mı?” diye bir soru akla gelmesin. Böyle bir istek bugün değil, seksen yıldan beri var. “Tek parti” devrinde yaşananların kaçta kaçını biliyoruz? Çocuklarımıza okutulan tarih kitaplarında ‘yakın tarih’ ne ölçüde anlatılıyor? Hâlâ, ezanın aslının okutulmasının yasaklandığından haberi olmayanlar var. Söylendiğinde de ciddî ciddî itiraz ediyorlar. Çünkü onların okudukları kitap, gazete ve dergilerle izledikleri TV’lerden öğrenmek mümkün değil. Onlara göre ‘tek parti’ devri başarılarla dolup taşan bir devir. Gerçekler ise bunun tam tersi... 10 Kasım’da yapılan ‘anma’lar tartışılırken belki bazılarını güldüren, ama gerçekte hepimizi dehşete düşürmesi gereken bir hadise yaşanmış. Yıldıray Oğur’un aktardığı hadise şöyle: “Bir arkadaşımın arkadaşının beş yaşındaki kızı üç gün su içmedi. Sebep: Atatürk içimizde. Su içersem boğulur. Kızı psikoloğa götürdüler. Psikolog, Atatürk’ün denizde yüzerken resimlerini gösterdi, çocuk öyle düzelebildi.” (Taraf, 12 Kasım 2009) Bu hadise karşısında “Çocuktur, ne yapsa yeridir” deyip geçemeyiz. Bu örnek, hem okulda hem de okul öncesi anlatımlarda nasıl bir program uygulandığının delili olabilir. Orduların kazandığı zaferleri ölçüsüz ve dengesiz bir şekilde bir kişiye havâle etmekle geldiğimiz noktayı gösteriyor. Bunun yerine her şey olduğu gibi, objektif bir şekilde öğretilse ve insanlar ‘resmî tarih’ kıskacına alınmasa ne kaybedilir? Dünya şahittir ki, insanları uzun süre yanıltmak mümkün değil. Yalancıların mumu bazen akşama, bazen de yatsıya kadar yanıyor. Söndüğünde de bir daha yanması mümkün olmuyor. Son günlerdeki tartışmalar Türkiye’nin tarihî gerçekleriyle yüzleşmesini netice vermeli. Bir adım sonra da ‘sanal tarih’ten gerçek tarihe adım atılmalı. Resmî tarih yerine gerçek tarih bilgileri ortaya konulduğunda pek çok tarihî şahsiyetin yer değiştireceğinden emin olun. ‘Tek parti’ anlayışında olanların ‘resmî tarih’ noktasındaki ısrarları da zaten bu sebeple değil mi? Ne var ki hem sular tersine akmaz, hem de yalancıların mumu gece boyu yanamaz. Hakikat dalgaları, kumdan kaleleri yerle bir etmek üzere. Mevlâm ‘dalga’ların neticelerini hayreylesin. Âmin. 16.11.2009 E-Posta: [email protected] |