M. Latif SALİHOĞLU |
|
Siyasette misyon ve şahıs faktörü |
Kimine göre, siyasette önemli olan şahıs faktörüdür. Böyleleri, temayül ve tercihini vitrinde görünen üst düzey kadrosuna ve bilhassa lider konumundaki kişiye göre belirler. Kimine göre ise, şahsın pek önemi yok. Şahıslardan herhangi biri başa getirilir. Denersin, o olmazsa diğeri gelir. Bakarsın olmadı, bu kez işi eşbaşkanlarla yürütmeye çalışırsın... Böylelerinin nazarında belirleyici olan temel faktör fikirdir, dâvâdır, misyondur, ideolojidir... Bu görüşlerden biri ifrata, diğeri tefrite götürebilir. Zira, iktidara gelebilmek için bu iki faktöre de ihtiyaç var. Öncelik, elbette ki dâvâda, misyonda olmalı. Ancak, misyon sahibi olmak, iktidar olmaya kâfi gelmiyor. Bir partide o misyona uygun lider ve kadro da bulunması lâzımdır ki, başa güreşerek alternatif olma şansını yakalayabilsin. * * * Evet, siyasî partilerin asıl maksadı, iktidara oynamaktır. İktidara gelme şansına, iktidarı belirleme veya alternatif olma potansiyeline sahip olmayan partilerin, fikir klûbünden, etnik yahut ideolojik grup kimliğinden öteye gitme şansları yoktur. Zaman zaman kırktan fazla partinin seçimlere iştirak ettiği Türkiye'de, iktidar şansı olan partilerle ideolojik partileri birbirinden tefrik etmek hayli zorlaşıyor. Günümüzde hem iktidara aday, hem de ideal mânâda veya dört dörtlük mükemmellikte bir siyasî parti bulmak imkân ve ihtimal dışı görünüyor. O halde, asgarî müşterekte birleşmek ve terazideki "hasenatının seyyiatına üstün gelme" noktasına bakmak durumundayız. Terazinin göstergesine bakanlar, elini vicdanına koyarak tercih ve desteğini ona göre tayin eder. Bu noktada herkesin bir başkasına saygı duyması ve farklı tercihleri hoşgörü ile karşılaması, demokrasinin bir icabı olsa gerek. * * * Burada sözü aktüel bir konuya getirmek istiyoruz. Bizim geçen haftaki siyasî muhtevalı yazılarımızda "misyona öncelik" verir tarzdaki yorum ve değerlendirmemizi şiddetle tenkit eden bazı okuyucularımız oldu. Diyorlar ki: "Yahu görmüyor musun, Demokrat Partinin vitrinini birbiriyle uyumsuz adamlarla doldurdular. Başkan Cindoruk bile abuk–subuk konuştu. Hatta kendini tutamayıp Silivri'ye bile gönderme yaparak, bir bakıma Ergenekonculara arka çıktı. Bu tip adamlardan ne hayır beklenir ve nasıl desteklenir?" Bu kulvardaki gelişmeleri yakından takip eden ve sinir uçlarını ziyadesiyle kaşıyarak yayınlayan Zaman gazetesinde konuyla ilgili çıkan habere göre, Cindoruk, Silivri/Ergenekon eksenli çıkışlarında yalnız, hatta yapayalnız kalmış. Prof. Çağrı Erhan başta olmak üzere, partili arkadaşlarından hiçbiri ona destek vermemiş. Aksine, onu eleştirmiş ve bu tür açıklamalarının partiye zarar verdiğini söylemişler. Bu da iyi bir gelişme. Demokrat Partide "demokratik tepki" hiç eksik olmamalı ve daima diri kalmalı. Tâ ki, şahısların hataları asgarî seviyede kalsın, halkın nazarında partiyi ve misyonu yıpratacak boyutlara çıkmasın. Ancak, yaşanan bütün olumsuz gelişmelere rağmen, şahıstan ziyade "misyona öncelik" veren Demokratların, yine de partiden yüz çevirmemeleri gerekiyor. Şayet, şahısların kusur ve hatalarından dolayı bu partiden yüz çevirmeler olsaydı, meselâ Demokrat Partinin 1950'de güçlenmesi ve tek başına iktidara gelme şansı olmazdı. Zira, DP'nin başında tâ 20 Mayıs 1950'ye kadar da Celal Bayar vardı. Bayar, gerek komitacılıkta, gerek İttihatçılıkta ve gerekse Atatürkçülükte, Cindoruk gibi şahısların fersah fersah ilerisinde bir liderdi. Ancak, buna rağmen, Nur Talebeleri, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Partiyi desteklediler. Dahası, Üstad Bediüzzaman, DP'lilerin teklif ve oylarıyla 20 Mayıs günü Cumhurbaşkanı seçilen Bayar'a "Umum Nur Talebeleri adına" Emirdağ'dan bir tebrik telgrafı gönderdi. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 264) Demek ki, şahıs "mükemmel reis" olmasa ve hatta kusurlu olsa bile, yine de misyonu şahıslara fedâ etmemeli, misyondan sapma eğilimi içine girmemeli. Oysa, o tarihte Halkçıların karşısında Demokratlardan çok daha dindar görünümlü kadroya sahip bir Millet Partisi vardı. Tıpkı, bugünkü DP'den daha dindar görünümlü AKP kadrosu gibi. Ancak, yine de onlara yüz verilmedi ve itibar gösterilmedi. Sadece, şu sakıncalı muhtemel gelişmeye dikkat çekildi: "Eğer Demokratlar düşerse, tek başına iktidara Millet Partisi (1950'de oyları yüzde 3'tür) gelir. (Age, s. 387, 422) Buradan anlıyoruz ki, dindar ve muhafazakâr kitlelerin oyları Halk Partisine gitmiyor. Demokratlar ile Milletçiler arasında "yatay geçişler" yaparak yer değiştiriyor. * * * Bizim için misyon birinci plânda gelir. Ancak, şahıs ve lider de kitlelerin nazarında fevkalâde bir öneme sahiptir. Meselâ, Menderes'in zamanla ön plana çıkması ve parti lideri olması sayesinde, DP çok daha güçlendi ve ülkenin her yanına kök salarak gelişti. Şahısların değişmesi, bizim tercih ve temayülümüzü değiştirmez. Çünkü biz, misyon çizgisine bakıyoruz ve vitrine girip çıkan şahıslardan ziyade o misyona bağlıyız. Bu misyon ölüp gitmez. Partinin canlanması ve iktidar maratonunda depara kalkması ise, elbetteki misyona lâyık lider ve kadroların işbaşına gelmesiyle mümkün olur. Biz bunun da pekâlâ farkındayız. Lâkin, partiyi biz yönetmiyoruz, sadece "nokta–i istinad" olma vazifesini görüyoruz. Zira, bize tevdi edilen vazife budur. ............................... NOT: Siyasette şahsı önceleyen ve siyasî sermayesini bütünüyle şahısların muhabbeti veya adaveti üzerine bina edenlerin mesaj göndermemeleri istirham olunur. MLS 16.11.2009 E-Posta: [email protected] |