M. Latif SALİHOĞLU |
|
Vicdanımız rahat mı? |
Her 7 Kasım günü, yaşı 47'yi geçmiş seçmen vatandaşlar için aynı zamanda bir muhasebe ve murakabe günü olmalı. Zira, 7 Kasım 1982'de referanduma sunulan Darbe Anayasası, bundan 27 sene önce bugün kabul edildi. Sandık başına gitmenin mecburi tutulduğu o tarihte seçmen yaşı da 20 olduğuna göre, referandumda evet, ya da hayır oyu verenlerin bugün itibariyle en az 47 yaşında olması gerekiyor. Referandum, darbecilerin uyguladığı şiddetli baskı ve tek taraflı propaganda bombardımanı altında yapıldı. Hatta, anayasaya hayır oyu verecek kimseler peşinen ve alenen "bölücü, anarşist, komünist, vatan haini..." ilân edildi. Dahası, bu ihtilâl anayasasını beğenmediğini izhar eden gazete ve dergiler, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin süresiz şekilde kapatıldı. Nitekim kendi gazetemiz ve aylık Köprü dergimiz de aynı akıbete uğratıldı. Hatta diyebiliriz ki, faturanın büyüğü Yeni Asya camiasına kesildi: Defalarca ve aylarca sürüp giden haksız ve keyfi kapatılma muamelesine maruz kaldık. Sebep belli ve gayet açıktı: Oldum olası hürriyet ve demokrasi taraftarı olan Yeni Asya, darbecilerin de Darbe Anayasasının da yanında değil, karşısındaydı. Bundan dolayı da çok ağır bedeller ödedi. Ödenen bedel iki ana eksende gelişti. Birincisi: Cuntacılar tarafından yapılan doğrudan cezalandırma. Sık sık kapatma, basın ilân gelirinden mahrum bırakma, vesaire… İkincisi: Okuyucu kitlesini caydırma, zihnini bulandırma, gazete almaktan vazgeçirme ve nihayet tercihlerini "Anayasaya evet" çizgisine çekme tarzındaki canhıraş gayretler. Hiç şüphe yok ki, Yeni Asya'ya en ağır darbe bu ikinci kısma giren münafıkane manevralarla indirildi. Şimdi, o dehşet verici hadisenin üzerinden tam 27 sene geçti. Unutulması, bizim açımızdan imkân ve ihtimal harici. Zira, bugün hâlâ yaşamakta olduğumuz maddî ve mânevî birtakım sıkıntıların temelinde, o zamanki kahredici ihtilâflar yatıyor. Dolayısıyla, 1982 yılı sonlarında yapılan Darbe Anayasası referandumu esnasında olup bitenleri yok sayarak hiçbir yere varamaz, sosyal ve bilhassa siyasî çatallaşmanın önünü alamazsınız. Zira, referandumda seçmen kitlenin yüzde 90'ına kabul ettirilen o anayasa, bir dizi ayrılık ve gayrılığın başlangıç noktasını teşkil ediyor. Aynı anayasa bugün itibariyle referanduma götürülse, neticenin eskisinden çok farklı çıkacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Durum ortada. Bir kısım maddesi değişmek zorunda kalan 82 Anayasasından, bugün acaba vatandaşın yüzde kaçı memnun? Bunu düşünmek ve bir iç muhasebesi yapmak gerekmez mi? Gerekir elbet. 27 sene evvel bugün, Evren Paşanın Cumhurbaşkanı olmasına da endeksli olan İhtilal Anayasasına evet diyenler de, hayır diyenler de kendi vicdanına dönerek şu soruların cevabını bulmaya çalışmalı diye düşünüyoruz: O zaman yaptığım tercihten dolayı pişman mıyım, yoksa memnun muyum? Bizler, red oyu vermekten dolayı şimdiye kadar hiçbir pişmanlık hissi duymadık. Zamanın ve gelişen hadiselerin bizi haklı çıkarmasından dolayı da, ayrıca memnuniyet duymaktayız. Yine de, yapılacak vicdan muhasebesini kolaylaştırmak için, 27 sene önce bugün halka dayatılan 82 Anayasasında ne gibi hususlar olduğunu dikkat nazarlarına kısaca sunmak istiyoruz. İşte, 7 Kasım 1982'de referanduma sunulan ve seçmenin yüzde 90'ına kabul ettirilen Darbe Anayasasının "Giriş" bölümünde zikredilen birkaç cümle: * "…Bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; * "Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, …Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği; "Fikir, inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere hazırlanmıştır." Anayasanın 174. Maddesi: "Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kànunlarının, …Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz…" Anayasanın bu maddesine dahil edilen 8 inkılâp kànunu, kısaca şunlardır: 1) 3 Mart 1924 tarihli Hilâfetin kaldırılması, medreselerin kapatılması ve Tevhid–i Tedrisat hakkındaki 430 sayılı kànun. 2) 25 Kasım 1925 tarihli ve Şapka ve kıyafet mecburiyetine dair 671 sayılı kànun. 3) 30 Kasım 1925 Türbe, Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair 677 sayılı kànun. 4) 17 Şubat 1926 tarihli İsviçre'den aynen iktibas edilen Medeni Kànunun kabulü. 5) 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Rakamların Kabulü kànunu. 6) 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Kur'ân harflerini yasaklayan, Latin Harflerinin Kabul ve Tatbiki hakkındaki kànun. 7) 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair kànun. 8) 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı, sarık, cübbe gibi Dinî Kıyafet ve Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair kânun. Son olarak, 82 Anayasasının "Geçici 15. Madde"sinden, 12 Eylül Darbesini yapan ve onlara yardım edenlere karşı hiçbir hak dâvâ edilemeyeceği, her ne yapmış olurlarsa olsunlar, onlardan hiçbir şekilde hesap sorulamayacağını şart koşan bir ifadeyi iktibas ile, bunun muhasebesini kamunun vicdanına havale ederek bitirelim. Söz konusu maddede aynen şu ifade kullanılıyor: "12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı kànunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kànunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz." 07.11.2009 E-Posta: [email protected] |