Basından Seçmeler |
Askerden arınıyor muyuz?
Şu fikri yıllardır taşıyor ve işliyoruz: “Türkiye’nin asker sorunu çözülmeden başka hiçbir temel sorunu tam olarak çözülmez…” Türkiye hemen her zaman, her sorunda gelip asker meselesine takılı kalmıştır. Son yıllarda ise askerin müdahaleleri kadar, kışlasına geri itilme tartışmalarını yapıyor ve yaşıyoruz. Bu sanıldığından çok daha önemlidir… Ergenekon dâvâsı, çeşitli andıçlar karşısında alınan ortak sivil tavır, olan en önemlisi askerin siyasî rolünden hareketle ürettiği “vahim eylemler”le ilgili sürmekte olan dâvâlar ve soruşturmalar ortada… Şemdinli günlerinden, askerin yüksek sesle itiraz ettiği, kendi mensuplarını sivil yargıdan kaçırdığı günler geride kaldı. Sadece son bir yılda sivil makamların “siyasi girişim ve eylem gerekçesiyle” gözaltına aldığı, tutukladığı onlarca asker var. Onlarca subay, astsubay meselesi önemlidir. Bir yandan temizliğe, demokratik sivilleşme konusunda alınan yola işaret ederler. Ama öte yandan kuyunun derinliğini de gösterirler. Dün, kuyunun bir yanına, asker içinde olanlara değinmiştik. Kuyunun diğer yanında ise askerin dışa reva gördükleri var. Bunlara henüz yeteri kadar dikkat kesilmiş değil ülke. Ergenekon davasının da kalbini oluşturan jandarma meselesi var, örneğin. Denetimi hukuken sınırlı, siyasallaşmış, sıkça kendi alanının dışına çıkan, şehirlerde operasyonlara girişen, bazı operasyonlarla siyasi nokta atışları yapan bir yapı ve bir jandarma karargâh politikası var. Bu yapı ve politika askeri vesayetin en etkin ve geniş uygulama sahalarından birisini oluşturur. Jandarma değil midir, bir dönemler, JİTEM’in varlığı ve eylemleri üzerinden devletin karanlık Kürt politikasının temelini oluşturan? Öykü malum… 1980’lerin ortasından itibaren jandarma PKK ve sivil uzantılarıyla mücadeleye göre yeniden yapılandı. 1987’de JİTEM kuruldu. JİTEM sonrası politikalar değişmedi. Örneğin 2001’de Silopi’de kaybolan iki HADEP’li son olarak (Ergenekon sanığı Jandarma İstihbarat Dairesi eski Başkanı) Levent Ersöz’ün komutanlığını yaptığı jandarma binasına girerken görülmüşlerdi. Yaklaşık yirmi yıl süren bir yapılanma ve politikadan söz ediyoruz… Bugün binbaşı ve yukarısı rütbede jandarma sınıfı tüm askerler bu politika ve yapılanmanın laboratuarı olan Güneydoğu’dan geçmiştir. Bugün 81 ilin jandarma alay komutanları bu düzenin tam ortasında görev almış, istisnalar dışında, parçası olmuşlardır. Onları ve görevlerini izleyebilecek bir “harita” çıkarılabilse, elbet o istisnalar dışında, Türkiye gerçekten tarihinin bir dönemine başka bir gözle bakıp, büyük bir temizlik gereğini hissedebilir. Kişiler ve kurum ilişkilerinin nasıl bütünleştiğini görmek böylece mümkün olabilir… Peki, o zaman bu kadar kolay mı yol almak? Bu iş kolay temizlenebilecek mi ya da şu an olup bitenler bir miladı tarif etmek için yeterli mi? Üzerine gidersek belki… Aksi halde bizi yeniden kuşatacak bir ateşten söz ediyoruz demektir. Demokratik açılım sadece bu işe soyunsa bile, psikolojik blokajın kırılmasında, Kürt siyasi alanının tabiileşmesinde, çift yönlü militer hâkimiyetten uzaklaşmasında hatırı sayılır bir yol alınır. Somut örnek için küçük bir hatırlama yapalım… Cemal Temizöz. Kayseri Jandarma İl Alay Komutan’ıydı. Görevi esnasında tutuklandı. İddia albayın Cizre’de JİTEM komutanı olarak görev yaptığı zaman yaşananlardan sorumlu olmasıydı. Yaşananlar mı? İddianameden okuyalım: “Cemal TEMİZÖZ’ün yukarıda detayları anlatıldığı şekilde cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek, suç işlemek için oluşturulan teşekkül mensuplarını azmettirmek suretiyle Ramazan Elçi, Abdullah Efelti, İbrahim Adak, Mehmet Gürri Özer, İbrahim Danış, Abdurrahman Afşar, İzzet Padır, Abdullah Özdemir, Mustafa Aydın, Süleyman Gasyak, Abdulaziz Gasyak, Yahya Akmam, Ömer Candoruk’u öldürmek suçlarını işlediği aşağıda dökümü yapılan delillerden anlaşılmakla…” Bir yapıyı, bir düzeni tarif ediyor, bu iddianame… Arınmak zor ama şart…
Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 6 Kasım 2009 |
07.11.2009 |
Karargâhtaki ‘Derin Gırtlak’
“İhbarcI” ya da “muhbir” subay diyorlar ondan bahsederken. Niçin? AK Parti hükümetini devirmeyi, Gülen Hareketi’ni silahlı terör örgütü gibi göstermeyi ve Alevî-Sünnî çatışmasını çıkarmayı hedefleyen Dursun Çiçek imzalı millete komplo belgesinin orijinalini Ergenekon savcılarına gönderdiği için... Meçhul subay, gönderdiği ikinci mektupla yeniden gündemde... Meşum planı hazırlayanların kara propagandaya devam ettiğini, aynı ekibin “millete ve hükümete komplo” belgesi ile birinci mektubun muhtevası üzerine “güvensizlik” damgası vurmak için yeni projeler geliştirdiğini ileri sürüyor. Ayrıca... Söz konusu ekibin internet siteleriyle ilgili hazırladığı “andıç” belgesini de iliştiriyor ikinci mektuba... Bu belgede ilginç bir ayrıntı var. Birinci mektupta isimleri zikredilen karargâhta görevli askerî personelin mezkûr andıç belgesini peşi sıra paraf ettikleri görülüyor. Listenin en sonunda da dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın el yazısıyla düştüğü bir not yer alıyor: - Sayın komutana arz... Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a sunulduğu anlaşılan belge, planı hazırlayanların nasıl bir “hiyerarşi” içinde yer aldığını gösteriyor bize. Hâl böyle olunca da gözler Başbakan Erdoğan’a çevriliyor ister istemez. Neden? “Açığa çıkan bunca belgeden sonra nasıl bir tavır sergileyecek acaba?” diye... Aynı şekilde... Başbuğ’un izleyeceği yol ve yöntem de büyük merak konusu. “Genelkurmay Başkanı, karargâha sirayet etmiş bu yapıyı tasfiye edecek mi?” sorusu zihinleri kurcalıyor sürekli. Şüphesiz kafalardaki soru işaretlerinden biri de meçhul subayın kimliği. Kamuoyu, bu isimsiz subayı merak ediyor şimdi. Sadece kamuoyu mu? Değil elbette... Sabah gazetesinde yayınlanan bir habere göre Genelkurmay da, Emniyet de, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) da bu subayı bulmaya çalışıyor. Örneğin... Genelkurmay, karargâhtaki personelin telefon görüşmelerini baz istasyonlarını mercek altına alarak araştırıyor. Emniyet, birinci mektubun Ankara’dan nasıl gönderildiğini tespit etmek amacıyla kamera kayıtlarını inceliyor. MİT de mektubu kimin yazdığını bulmak için “içerik analizi” yapıyor. Özetle... Kurumların, ıslak imzalı orijinal belgenin dehşetengiz muhtevasından ziyade ihbarları yapanın kimliğiyle ilgilendiği anlaşılıyor. Peki, bu atmosferde meçhul subay ortaya çıkar mı? Biraz zor. Belki yıllar sonra kim olduğunu açıklayabilir. Tıpkı... Amerikalı gazeteci Bob Woodward’a verdiği bilgilerle Watergate Skandalı’nın ortaya çıkmasını sağlayan ve kim olduğunu 30 yıl sonra açıklayan “Derin Gırtlak” gibi... 2008’de ölen FBI’ın iki numaralı adamı Mark Felt, derin gırtlak olduğunu 4 yıl önce açıklamıştı. Woodward’ın, 1972’de Demokrat Parti’nin merkez binası Watergate’teki bir hırsızlık olayını Felt’in verdiği bilgiler ışığında derinleştirmesiyle patlak veren Watergate Skandalı, 1973’te dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’ın istifasıyla sonuçlanmıştı. Cumhuriyetçi Nixon’ın günahı nedir? - 1972 seçimleri öncesinde Demokrat Parti’nin genel merkez telefonlarını CIA’in yardımıyla dinletmesidir. Bu operasyondan sonra Nixon ikinci kez başkan seçilir; ama skandalın ayyuka çıkmasından sonra istifa eden ilk başkan olarak Amerikan tarihine geçer. Sonuç?.. Meçhul subayın kim olduğu önemli değil aslında. O, Türkiye’nin demokratikleşmesine yaptığı katkıdan dolayı büyük bir saygıyı daha şimdiden hak ediyor. Galiba milletimiz de sessizce onu bağrına basmış durumda.
Mehmet Yılmaz, Zaman, 6 Kasım 2009 |
07.11.2009 |
Fişlenmenize niye bu kadar şaşırıyorsunuz?
Genelkurmay’In fişlediği internet siteleri arasında, CHP sempatizanı olup, sürekli AKP’ye yüklenenler de var. Bu tip sitelerin yöneticileri, andıçlandıkları için pek şaşırmışlar. Her fırsatta orduyu öven, “siyaseten devletçi” Koç Ailesi’nin dahi fişlenmiş olmasının yanında, internet sitelerinin lafı mı olur? Ergenekoncuların suikast planlarını öğrenen Kemalist Aleviler de aynı şekilde derin bir şaşkınlık geçirmişlerdi. Destekledikleri kurumun bünyesinde kendilerine karşı böyle şer planlarının yapılması olacak iş miydi? *** Halbuki şaşıracak bir şey yok. Askeri zihniyetin temel özelliklerinden biri, ‘sürekli dostluk’ diye bir anlayışı kabul etmemesidir. Onun açısından ancak (geçici) ittifaklar ve (arıza çıkarabilecek) araçlar vardır. Bu yaklaşımın olağan sonucu olarak askeri zihniyet sürekli derin kuşkular içindedir. Mesela o sitelerin bir yöneticisi, “Ama biz CHP’liler geleneksel olarak zaten ordunun yanındayız” diyebilir. Psikolojik operasyon uzmanı hemen geçmişten örnek verecektir: “Şimdi öyle ama Bülent Ecevit, CHP’ye başkan seçildiğinde parti/ordu koalisyonunu bozmuştu...” Benzeri bir durum MHP’de de var: 1970’lerde Ülkücüler solcuların üstüne yürütüldü. 12 Eylül 1980 darbesi olunca, solcularla aynı cezaevini paylaşıp, aynı işkenceleri gören MHP yöneticilerinin ağzı yandı. Kullanıldıklarını anladılar. Önce Alparslan Türkeş, ardından da Devlet Bahçeli, Ülkücüleri sokaktan çekerek, devletin kuklası olmaktan çıkarmaya çalıştı. O araç ellerinden çıkınca Ergenekon şebekesi, Alperenler’e yöneldi. Operasyonlarında onları kullanmaya başladılar. Bu durumu fark eden BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, “Bizim tarlayı çok önceden sürmüşler” diye yakınıyordu. *** Asker (ve istihbaratçı) mantığında, kuşkuyu sürekli kılan bir başka olgu da, o kadim tekniktir: Düşmanın, ‘dostları’ kullanarak ‘içeri’ sızması... Yani ittifak kurulan kesim, farkında olmadan, düşmana yardımcı olabilir. O halde müttefikler ve kullanılanlar da fişlenmeli ve izlenmelidir. Askerin siyasete bulaşmasının en kötü yanı, karşı tarafı geçilecek “rakip” değil, imha edilecek “düşman” olarak görmesidir.
Emre Aköz, Sabah, 6 Kasım 2009 |
07.11.2009 |
Dağ fare doğurur mu?
Hükümetİn başlattığı demokratik açılımda çok kritik bir dönemece girildi.Dün Başbakanlık’ta geniş katılımlı bir toplantı yapıldı, Meclis’te açıklanacak yol haritasına son şekli verildi. Konu artık Meclis’te. Peki 10 Kasım günü ne yaşanacak? Bazı şeyleri tahmin etmek için çok gizli bilgilere sahip olmak gerekmiyor. Konu genel görüşme şeklinde olduğu için isteyen istediği kadar konuşabilecek. Yani gergin bir güne hazırlıklı olmak lazım. Aslında bu tercih hükümet açısından büyük risk. Muhalefetin bombardımanına uygun bir zemin olacak. Fakat hükümet çevreleri farklı düşünüyor. Hükümetin etkili bir ismi ‘Bizim ne diyeceğimizi az çok biliyorsunuz. Fakat muhalefet ne diyecek bakalım. Tüm Türkiye onların çözüm önerilerini de görmüş olacak’ diyor. Yani AK Parti’de resmen değilse bile fiilen ‘meydan okuyan’ bir anlayış var. Peki yol haritası nasıl olacak? Dünkü toplantıya katılanlar çok ketumdu. Ama Bakan Atalay’ın temaslarından ve bugüne kadar yaptığı çalışmalardan bir projeksiyon yaparsak açılımın aslında bir dil açılımı olduğunu görebiliriz. Yani Kürtçe’nin öğrenilmesi ve kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılacağı, bunun için düzenlemeler yapılacağını söylemek mümkün. Köy adlarının iadesi, Kürtçe’nin seçmeli dil olması, kurslarda birtakım kolaylaştırıcı mevzuat değişiklikleri ve özel kanalların Kürtçe yayın yapabilmesi ilk başta akla gelenler. Kürtler’in de bu ülkenin vatandaşı olduğu bilincini güçlendirecek projeler var. Yani konuşulanlar dışında bir adım yok gibi. Dağdan inişlerin hızlandırılması için teşvik edici birtakım düzenlemeler de gündeme gelecektir. Ama kapsamlı bir af ya da örgüt yöneticilerine siyaset hakkı gibi beklentiler bir başka bahara kalır. Serbest kalmayı bekleyen Öcalan’a en fazla F tipi cezaevi imkânı tanınacak. Şunu da tahmin etmek zor değil. Demokratik Açılım süreci ile ilgili Meclis’te açıklanacak yol haritası ne PKK’yı ne de DTP’yi tatmin etmeyecektir. Bu yüzden başta DTP ve belki bazı siyasi partiler ‘dağ fare doğurdu’ diyecektir. Ama unutmamak gerek ki Öcalan’ın serbest kalmadığı, Güneydoğu’da federasyon ve koşulsuz genel affın olmadığı bir çözüm paketi de terör örgütünü tatmin etmeyecektir. Bu beklentileri de değil AK Parti hiçbir hükümet yapamaz. O yüzden hükümetin görüşü “açılımı örgüte değil kendi vatandaşlarımıza yapıyoruz” şeklinde. Özetle Salı günü ‘vay be’ dedirtecek bir paket beklememek lazım.
Adem Yavuz Aslan, Bugün, 6 Kasım 2009 |
07.11.2009 |