Şükrü BULUT |
|
Almanya hükümetleri aileye önem vermelidirler |
Dışardan bakıldığında Almanya AB’nin motoru olarak görülür. Belki de doğrudur. Son zamanlarda, bilhassa 11 Eylül hadisesinden bu yana bu motordaki geçici arızalar ve sıkıntılar, dışardan gözleyenlerin dikkatini daha fazla çekiyor. Meselâ, düne kadar insan hakları ihlâlinde listenin üst sıralarında bulunan ülkeler bile, Almanya’daki yanlış uygulamaları ve çifte standartlı tatbikatları gözler hale gelmişler. Din karşıtı uygulamalar, ahlâksızlığı teşvik ve sosyal devleti tahrip noktalarındaki icraatlar iyice öne çıkmaya başlamış olacak ki, her taraftan itiraz sesleri yükselmeye başladı. Biz, şu yazımızda yalnızca “aile” ile ilgili haklı itirazların mahiyeti üzerinde duracağız. Daha önceleri, sosyal yapıda güzellikle aileye vurgu yapılırken son zamanlarda “aile bakanlığının” da inisiyatifiyle vurgunun aile bireylerine ayrı ayrı yapılması çok kişinin dikkatini çekmiyordur. Ailenin yanı sıra kadın, gençlik ve ihtiyarların zikredilmesi, belli cereyanların “aileyi tahriplerinde” mesafe aldıkları izlenimi veriyor. Bilhassa, kadını ve gençleri aileden ayrı değerlendiren, aile bireyleri arasındaki alâkaları öne çıkarmayan bu anlayışın, “iyilik yapıyorum” zannıyla aile içindeki en küçük sıkıntıyı bahane ederek resmî kurumların negatif olarak aileye müdahale yolunu açması, aileyi emniyet ve güven noktasında sorgulanır hale getirdi. Yeni evlenmiş çiftlerin birbirlerinden küçücük bir şikâyetini değerlendiren resmî kurumların, bazen haftalar sürecek “evine girme yasakları” genellikle yuvanın dağılmasına yol açıyor. Bilhassa Müslüman ailelerle ilgili çalışmalarda, kadının; insanî temel kuralları ve inançları çiğnenerek pozitif ayırıma tabi tutulması, erkeğin yuvadan ayrılmasını sağlıyor. Bir müddet sonra “dul kalmış, hamisiz ve yardımcısız” kadını psikiyatri merkezlerinde, hastahanelerde ve maalesef bazen de sokaklarda görmeye başlıyorsunuz. Bu neticenin yalnızca maddî maliyetini hesaplamak, Almanya’nın ne kadar zarar uğratıldığını ortaya çıkarır. Almanya’nın yabancılar politikası çerçevesinde aile ile ilgili yaptığı en büyük bir yanlışlık da “gençlik yurtları” meselesidir. Terbiyede ölçüyü kaçıran ailelerin çocuğu veya terbiyeden kurtulup nefsinin istediği şekilde yaşamak isteyen gençlerin genellikle doldurdukları “gençlik evleri veya yurtları” netice itibariyle Almanya ailesine büyük zarar vermiştir. Anne-babasıyla tartışırken resmî kurumlara müracaat eden çocuklara, maalesef devlet adeta el koymuş, çocukları öz anne-babadan kaçırırken, düşmandan kaçırıyormuş muamelesi yapmış ve yıllar sonra da (18 yaşını doldurduktan sonra) insanî terbiyeden mahrum yetişmiş birer genç olarak onları sokağa terk etmiş. Sokak diyoruz, çünkü sosyal devlet giderek zayıfladığından, bu gençler netice itibariyle sokağa kalacaklar. Bu konuda ciddî bir istatistik yapılsa, devletin “koruma gayesiyle” öz anne babasından kaçırdığı, çocukların doğru dürüst bir tahsil yapamadıkları, meslek edinemedikleri için bir çoğu zararlı alışkanlıklarıyla hem topluma, hem de devlete “ağır yükler” haline gelmişler. Almanya’nın son yıllardaki sosyal politikaları, aileyi kuvvetlendireceğine maalesef çözüyor. Eski devletçi politikaları tedaî ettiren “kurumların resmî” müdahaleleri aileyi yıpratıyor. Anne-babaya güvenin mütemadiyen sorgulandığı, bilhassa İslâm ülkelerinden gelen ailede, babaya potansiyel suçlu nazarıyla bakıldığı, baba hakkındaki en küçük bir şikâyetin bile mübalâğa ile değerlendirildiği bir cemiyette, aile, ayakta zor kalır. Almanya’daki hükümetler; bazı kuruluş ve düşüncelerin temelden aileye karşı olduklarını, elbette biliyorlardır. Kuzey Avrupa tarihinin bir parçası olan “Bolşevik hareketi”nin en önemli düşmanlarından birisi aile idi. Ailede de en büyük faşist baba idi. Bütün insanlardan ekonomik olarak faydalanmak için “aile” engelinin kaldırılması esas alınmıştı. Leo Troçki ve Vera Schmidt’in organizeleriyle bu ideoloji Rusya’da tatbik edilmiştir. Tamamı Sigmund Freud’un hayranı olan bu dönemin “dinsiz ve ahlâksız” pratisyenlerinin yolunda yürüyen “aile düşmanlarına”, Almanya Federal ve eyalet hükümetleri kesinlikle “dur” demelidir. Kaldı ki, bu hükümetler müteveffa Papa John Paul’ün Avrupa “İslâmî aileyi” örnek verdiğini de bildiriyorlardır. İslâmî prensiplerri ailede tatbik eden Müsmülanların buradaki başarılarını istatistikler ortaya koyuyor. Aileyi korumada dinî pratiklerin ehemmiyeti ortada iken, bazı politikacı ve resmî kurum temsilcilerinin “düzmece raporlarla” Müslüman aileleri suçlamaları, hakikî medeniyete giden Avrupa’yı şaşırtma oyunlarıdır. İnsanlığa medeniyette AB örnek olacaksa, elbetteki insanlığın en sağlam kalesi, çekirdeği ve sığınağı olan aile ile olacaktır. Ailenin dağıldığı ve insanların aralarındaki rabıtaların tamamen koptuğu ve sosyal hayatın hayvanî hayata yuvarlandığı bir Avrupa, elbette ki medenî Avrupa olamaz. 06.11.2009 E-Posta: [email protected] |