Basından Seçmeler |
İşin kolayına kaçacaksan bir Atatürk hikâyesi bul
BU lafım, her meseleyi tarihten bir anekdot cımbızlayarak halletmeye çalışan köşe yazarlarımızadır.. Durumun bir benzerini bulur, hikâyeni anlatırsın.. “Atatürk o zaman böyle yapmıştı..” dersin.. Okurun kafasına iyi girsin diye bir de “Yaaaa işte böyleee!” çekersin.. Olur biter.. Bizim köşeciler de arada sırada kitap okur.. Eğer okudukları kitap Atatürk veya Kurtuluş Savaşı üzerine ise onlara fazladan üç beş günlük yazı konusu çıkar.. Ben de o yazıları okur, oturduğum yerden keyiflenirim.. Demokrasinin tartışıldığı her zeminde “Ama..” diye başlayan bir cümle varsa o cümlenin sonu mutlaka Gazi Paşamız’a ait bir anekdotla tamamlanır.. Oradan ahaliye verilecek ders çıkarılır.. Gazi Paşamız zamanında söylediği her yenin başına kakılacağını bilse adım gibi eminim bu kadar çok konuşmazdı.. Lakin ne yapacaksın? Çankaya’da oturuyorsun.. Ahalinin iki gözü sana dikili.. Herkes ağzından çıkacak yeni bir keramet bekliyor.. Mecburen konuşacaksın.. *** Temsil.. O zamanın taksi şoförleri bir dernek yapıp Çankaya’ya Gazi Paşamız’ı ziyarete gitmişler.. Gazi Paşa’nın da onlara bir şey demesi gerekir ki şoför milletinin kulağına küpe olsun.. O devirde oluk oluk gelen turist de yok ki “Türk şoförü turisti kazıklamaz..” gibisinden özlü bir söz çıksın.. Veya “Acele giden ecele gider..” mealinde bir şey söylensin.. Bu da söylenemez.. Çünkü daha önce “Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri..” lafı marşa girmiş.. Sözü edilen Türk şoförse mecburen yavaşlamayacak, önüne geleni sollayacak.. Gazi Paşamız da mecburen; huzuruna kadar gelip, gözünü kendine diken şoförlerimiz için önüne konulan şeref defterine “Şurası muhakkak ki Türk şoförleri çok derin hislerin sahibidir..” gibisinden bir şeyler yazmış.. Alın size bir adet alamet daha.. Bu laf üzerine “Atatürk ileride arabeskin moda olacağını bilmişti..” diye köşe yazısı yazabilirsiniz..
KÖŞECİ DEYİNCE.. Bizim ahalinin sosyal şuurundaki kaymanın birinci sebebi budur.. O sebep de yazısında Atatürk’ten söz edecek olan köşeci makûlesinin, söz konusu meseleyi kendine lazım olan ucundan tutmasıdır.. Bunu sokaktaki adam bir psikiyatrın önünde yapsa cebine bir deli raporu konur.. “Zengin yapınca beli derler, fakir yapınca deli derler..” hesabı köşecinin böyle fikir sektirmesi delilik alameti sayılmaz.. Tam tersine fikrinin taştığını gösterir.. Şu arada “Kürt açılımı” tartışılıyor ya! Birileri yine Atatürk’ten üç beş mesel bulup “Aha işte..” yazısı yazdı.. Bu mesellerden biri de Gazi Paşamız’ın Dersim Mebusu Diyab Ağa ile otomobil makinasında yan yana çekilmiş fotoğrafıdır.. Durup dururken böyle bir fotoğrafı basarsan onun altına da “Aha işte.. Devr-i Atatürk’te böyle bir sorun yoktu..” hükmü yakışır.. Oysa o fotoğraf çekildiğinde Dersim Koçgiri’de kıyamet kopuyordu.. Sivas Valisi Ebubekir Hazım Teperyan Ankara’ya “Buradaki kumandan Paşa’ya laf geçirin.. Ahaliyi yok yere kırıyor..” telgrafı çekiyordu.. Haydi bakalım, çık işin içinden.. *** Benim sevgili arkadaşım, değerli demokrat Reha Muhtar’ın da eline bir kitap geçmiş.. Hatta iki kitap.. Biri Gazi Paşa’nın uşaklarından Cemal Granada’nın hatıratı, öbürü Gazi Paşamız’ın kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun hatıratı.. İkisi de Gazi Paşamız’ın portresine dair dikkat çekici malzemeye sahip olduğundan çok değerlidir.. Ancak bütün bu anılardan anlaşılmaz.. Reha Kardeşim anılardan giderek bahar akşamı Gazi Paşa’nın yalnızlığını anlatıyor.. Sofra dağılmış, herkes gitmiş.. Gazi Paşa tek başına ve hüzünlü.. Çevresinde ne birlikte savaştığı paşalar var, ne inkılâpları başlattığı ideal arkadaşları.. Kadın desen o saatten sonra hiç arama..
FATURASI KİME? İyi de Reha Abi.. bu yalnızlıkta bizim suçumuz ne ki bize laf sokuyorsun? Biz mi dağıttık yakın çevreyi? Yakın çevrenin başına ne gelmiş şöyle bir bakalım.. İstiklâl Savaşı’nın bir numaralı askeri gücüne sahip Kazım Karabekir Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. En yakın arkadaşlarından ve komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Refet Bele Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Cafer Tayyar Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Yakın arkadaşı ve başbakanı Fethi Okyar.. İdamla yargılanmamak için yurt dışına kaçtı.. Yakın arkadaşı ve başbakanlarından Rauf Orbay.. Asılma ihtimaline kadar yurt dışına kaçtı.. Kurtuluş Savaşı’nın Rüştü Paşası.. Emekliydi.. Niye asıldığını bile anlamadı.. Anadolu’ya geçerken annesini emanet ettiği ve Şişli’deki evinin anahtarınını verdiği İsmail Canpolat.. Asıldı.. Lozan’da İsmet Paşa’ya teknik bilgi anlamında büyük yardımlar yapan Maliyeci Cavit Bey.. Asıldı.. Cephe ve sofra arkadaşı Albay Ayıcı Arif.. Asıldı.. Sadık adamlarından Sarı Edip Efe.. Asıldı.. Eşi Latife Hanım.. Anadolu Ajansı’nda yayınlanan iki satırlık bir tebliğle kendisini boşanmış halde baba evinde buldu.. Çankaya’nın savaş yıllarındaki gözdesi, annesinin büyüttüğü Fikriye Hanım.. Sırtından girip göğsünden çıkan yirmi iki kalibrelik bir kurşun ile tuhaf biçimde ihtihar etti.. Gazi’nin arkadaşlarını asan İstiklâl Mahkemesi’nin korku veren hakimi Kel Ali (Çetinkaya) yaka paça sofradan atıldı, bir daha köşke dönemedi.. Yazar Halide Edip.. Ölene kadar muhalif yaşadı.. Kocası Adnan Bey asılma ihtimali üzerine kaçtı.. *** Bunu da anlat bana Reha Abi? Asılanlar, sürülenler, kaçanlar olmasa o devrin Çankaya’sı daha şenlikli olur muydu olmaz mıydı? O sofranın güzelliklerini polislerden, garsonlardan, uşaklardan okuyacak yerde bu ağızlardan da dinler miydik dinlemez miydik?
Selahattin Duman Vatan, 15.11.2009 |
16.11.2009 |
Bari silâhla bassalardı
BAŞBAKAN Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşurken telefonum çalıyor. Haber kanallarından biri Başbakan’ın konuştuğu dakikalarda “Albay Çiçek’in tahliye edildiğini” söylüyor. Belli ki... İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı hazırlayan “cuntacılar” muhtemelen bu ayrıntıyı da hesaplayıp kendilerince posta atıyorlar. Neden mi? Çiçek daha önce “fotokopi” ortada iken 18 saat... Belgenin “aslı” çıkınca ise 46 saat sonra tahliye oldu. Mesaj ne? “Cunta sanığıma” dokunma... *** Adli Tıp Kurumu raporuna göre İrticayla Mücadele Eylem Planı’nda ıslak imzası olduğu kesinleşen Albay Dursun Çiçek neden tutuklanmıştı? “Darbeye teşebbüs”... Ve “Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmak...” Peki, tutuklandıktan 43 saat sonra neden yine tahliye edildi? Kaçma şüphesinin bulunmaması nedeniyle. Geçmişte hem “darbe” hem de “terör örgütü” üyesi şüphesiyle tutuklanıp, “adresi belli” gerekçesiyle bırakılıveren kimse var mı? Benim bildiğim kadarıyla yok. O halde fark ne? Rütbeli Genelkurmay çalışanı olması mı? *** Acaba... Adres belli olunca mı darbe yapmıyorlar ve Ergenekon Terör Örgütü faaliyetlerine son veriyorlar? Ya da darbe teşebbüsçüsü ya da Ergenekon Terör Örgütü üyesi olunca mı, bırakılıverme sebebi “adres belli” oluveriyor? Mahkemeler Türkiye Cumhuriyet’i mahkemeleri... Hâkim ve savcılar da aşağı yukarı aynı hukuk fakültelerden, muhtemelen aynı hocalardan ve aynı kitaplardan süzülerek buraya gelmiş hukukçular. Nasıl oluyor da birinin tutukladığını, diğerleri tutuklanma koşulları tıpatıp aynı iken “adres belli” diyerek serbest bırakıyor? *** İtiraz değerlendirmesine, Nöbetçi 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin asıl üyesi İdris Hasan, tutuklama kararını verdiği için katılmamış. Mahkemenin yedek üyesi olmadığı için Hâkim İdris Hasan’ın yerine 12. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Oktay Kuban görev almış. Mahkeme Başkanı Nurettin Ak, üyeler Tuncay Arslan, Oktay Kuban oybirliği ile tahliye kararı vermiş. *** Durum aynı... Ama mahkemenin birinin mahkûm ettiğini, üyeler değişir değişmez diğeri “darbecilik” suçlamasına rağmen “adresi belli” diyerek serbest bırakıyor ise burada nasıl “hukuk” arayacağız? Üstelik yargı “Ergenekoncu” olduğundan şüphelendiği kimi hukukçuları “mahkeme kararı” ile dinletiyor ise acaba burada hukuktan ziyade “Ergenekoncular” ve “Ergenekoncuları açığa çıkartmak isteyenler” arasında gittikçe büyüyen bir kavga mı söz konusu? Eğer böyle ise iyi ki silahla basıp serbest bıraktırmadılar? *** “Cuntacı” zihniyet direniyor. Şemdinli’de sivil mahkemenin 39 yıl dört ay ceza verdiği askerleri, askeri mahkeme salıvermişti. Gözümüzün önünde seyreden olayların failleri tahliye olurken, olayın iddianamesini yazan savcı da meslekten ihraç edilmişti. 27 Nisan e-muhtırasında ise o kadar bile bir zorlanma olmadı. Eski Genelkurmay Başkanı ise hem savcıyla Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’nı görevden aldırmanın, hem de 27 Nisan e-muhtırasının kendi icraatı olduğunu canlı yayında bir güzel anlatmıştı... *** Cuntacılar... Darbeciler... Ergenekoncular direnip posta atarak bir yere varabilirler mi? Sanmam. Çünkü fotokopi ortalıkta iken “aslını” bulmamak için sonuna kadar her türlü şov ve atraksiyondan sakınmayarak olayı örtbas ettiler... Siyasete, darbeye, Ergenekon’a, İttihat ve Terakki ruhuna bulanmış olanlar direnince ne oldu? Belgenin “ıslak imzalı” aslı çıktı ortaya. “Darbe ve terör” sanığını “adres belli” diyerek, üyeleri değişmiş bir mahkemeden fetva çıkartarak serbest bırakınca ne olacak? Belli ki, “direnilmesi daha zor” yeni bir bilgi ve belge çıkacak. Neden? Çünkü “tarihin temposu” ve “zamanın ruhu” darbeciliği, cuntacılığı, İttihatçılığı askeriyeden tasfiye etmek istiyor. Bunu askeriye yönetimi nasıl göremiyor, gelişmelere körü körüne nasıl direniyor, anlaşılır gibi değil. *** Neyse ki modernleşiyoruz. Sanık artık İttihat ve Terakki’nin azgın döneminde olduğu gibi silahlı baskın sonucu serbest kalmıyor. 43 saat sonra “darbecilik” ve “terör örgütü üyeliği” konusuna hiç itiraz edilmeden, “yeri belli” olduğu için salıveriliyor. Doğrudur, “darbe” ve “terör örgütü” sanığı, “adres” belli ise hiçbir şey yapmaz, “melek” gibi oturur... Üstelik nöbetçi mahkemenin nöbetçi üyeleri de böyle buyurmuş ise mutlaka böyle olur.
Mehmet Altan Star, 15.11.2009 |
16.11.2009 |
Ya kimi dinleyeceklerdi?
ERGENEKON gözaltılarının ilk dalgasını hatırlarsınız.Soruşturma başlayıp da ünlü ünlü rektörler, köşe yazarları, emekli paşalar gözaltına alınmaya başlayınca nasıl bir şamata koptuğunu da... Vay, bu önemli şahsiyetleri nasıl gözaltına alırsınız; nasıl böyle muamele edersiniz diye... Şimdi de hakim ve savcıların telefon dinlemeleri olayı üzerinden aynı gürültü koparılıyor: Bu kadarı da olur muymuş; filanca ilin başsavcısının telefonu bile dinleniyormuş! Bunlar “sahibinin” yargısını yaratmaya çalışıyorlarmış. Bu bir Watergate skandalıymış! İnsan sormadan edemiyor: Eğer bir kısım yargı mensubu Ergenekon gibi dört kollu bir canavarı açığa çıkarmak uğraşındaysa; hakimi, savcıyı, rektörü, paşayı, köşe yazarını dinlemeyecek de kimi dinleyecek Allah aşkına? Sokaktaki vatandaşı mı? Ergenekon’un kollarını İşçi Hasan’ın, esnaf Hüseyin’in, er Mehmet’in telefon konuşmalarından iz sürerek mi ortaya çıkaracak? İsmi Veli Küçük’ün ajandasında ya da Ergenekon sanıklarının bilgisayarında kayıtlı olan ya da kayda alınan telefonlarda adı geçen hakim ve savcıları dinlemeyecekler de kimi dinleyecekler? Ergenekon sanıklarının GATA’ya sığınması için sanık yakınlarıyla birlikte planlar yapanlar; el çabukluğu ile heyet değiştirip tahliye kararı çıkartanlar, JİTEM davalarına savcı değişiklikleriyle müdahale etmeye çalışanlar da saygın yargı mensuplarımız değiller mi? Burada tek mesele, bu dinlemelerin yasalara uygun bir biçimde yapılıp yapılmadığıdır ki, Bakanın açıklamalarından öyle olduğu anlaşılıyor. O zaman daha ne konuşuyorsunuz? *** Yaşadığımız süreci değerlendirirken şunu hiç unutmamak gerek: Türkiye bugün tarihinde yaşadığı en büyük temizlenme-arınma operasyonunu yaşıyor. Devlet, kendi içindeki Derin Devlet’i -diğer adlarıyla Gladyo’yu ya da Ergenekon’u- temizlemeye çalışıyor. Bu temizlik harekatı elbette bu gizli örgütün en fazla yuvalandığı yerlerde yoğunlaşacak. Nereleridir bunlar: Ordu, yargı, üniversiteler, basın... Yargının, özellikle 28 Şubat’tan bu yana kendine biçtiği misyonu görmemek için kör olmak lazım: Gözü bağlı olması gereken yargı gözünü dört açmış, iddianamelerle, suç duyurularıyla, soruşturmalarla bu politik savaşa yön vermeye çalışıyor. Taraf tutuyor, fırsat kolluyor, atağa kalkıyor, tıpkı siyaset teknisyenleri gibi, politik stratejiler ve taktikler çerçevesinde tutum alıp davranışa geçiyor. Bazı yüksek yargı mensupları derin devletin 28 Şubat’tan beri niyetlendiği ama bir türlü başaramadığı “toplum mühendisliğiyle siyasi tabloyu yeniden dizayn etme” misyonunun militanlığına soyunmuş durumda. Sonuncusunu 28 Şubat’ta yaşadığımız “silahlı darbeler” döneminde, yargı Silahlı Kuvvetler’in emrinde, onun yardımcısı, yedek gücü olarak çalışırdı. Ordu indirir, yargı da yargılardı. Şimdi durum değişti. Silahlı Kuvvetler’in -iç ve dış birçok nedenden dolayı- darbeler döneminin kapanmasından itibaren, kimi yüksek yargı mensupları bu durumdan vazife çıkarmış durumda. Artık yargı darbeleri dönemindeyiz. Üstelik onların elinde sadece kıytırık bir İç Hizmet Yönetmeliği yok; çok daha büyük bir güç; Anayasa da dahil kütük gibi yasalar var. Ve doğrusu bu imkanlarını da sonuna kadar kullanıyorlar. Gazete kupürlerinden oluşan iddianamelerle iktidar partisi kapatmaya kalkışmaktan cumhurbaşkanı seçtirmemeye; türban sorununu tıkamaya kadar her yolu deneyerek köhnemiş rejimi korumaya, yaşanan “rejim değişikliğini” engellemeye çalışıyorlar. İşte bu durum, yargı kurumunda ciddi bir reformu, yeniden yapılanmayı gündemimizin baş sırasına oturtmamızı gerekli kılıyor. Yani mesele, yargı mensupları içindeki suçluları bulup çıkarmakla bitmiyor. Suça karışanların açığa çıkarılması meselenin sadece bir yanı. Bu elbette yapılacak. Ama bundan daha da zor olan yargı alanında yeniden yapılanmayı gerçekleştirebilmek; bunun için gereken temel yasa değişikliklerini yapabilmek ve yeni bir yargıç kültürü oluşturabilmek... Kendini devletin maaşlı memuru olarak gören, temel misyonunu da “devletin çıkarlarını korumak” sanan; ürkek, içtihat oluşturmakla cesaretsiz, dünyayı izlemekte ve çağını anlamakta yetersiz, hâlâ kapıkulu geleneğinin etkisi altında bir yargıçlar sınıfı ile vesayetsiz bir demokrasi yaratmak deveye hendek atlatmaktan zor. O yüzden herkesin “yargıya dokunulmasına” bir an önce alışmasında yarar var.
Gülay Göktürk Bugün, 15.11.2009 |
16.11.2009 |
Dağ fare doğurdu
HER ne kadar hükümet yalakaları “Buna da şükür!” diyerek “demokratik açılımın ilk adımlarının” atıldığını birbirlerine muştulasalar da cuma günü TBMM’de açılım falan yapılmamıştır. İçişleri Bakanı’nın o gün verdiği bilgilere göre şu ana dek yapılanlar: a) 18 yaş altındaki tüm çocukların Çocuk Mahkemeleri’nde yargılanmasını sağlamaya yönelik kanun tasarısı Meclis’e sunulmuş. b) Geçen hafta cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşmesine imkân sağlayan yönetmelik yürürlüğe girmiş. c) Vatandaşlarımızın kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde akademik araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konması gibi uygulamalara izin verilmiş. d) Özel televizyonların farklı dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına imkân verecek yönetmelik değişikliği bir gün önce Resmi Gazete’de yayınlanmış. *** Bakan’a göre bundan böyle yapılacak işler ise şunlar: a) Yaylalara çıkış yasağı kaldırılacak, b) Üç denetim mekanizması kurulacak: i) Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ii) Sivil bir İnsan Hakları Kurumu, iii) Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması, c) Yerleşim birimlerine yerel talep halinde eski isimlerinin verilebilmesine imkân sağlanacak, d) Siyasi propaganda hakkının önündeki bazı yasal engeller kaldırılacak, e) Siyasi partilerin seçim çalışmalarında vatandaşlarımızın kullandığı farklı dil ve lehçelerde seslenebilme imkânı verecek çalışmalar yapılacak. *** Bunlar yeni adımlar mı? Evet! Faydalı adımlar mı? Evet! Ancak, Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun ve şu soruya cevap verin: Altı aydır “Kürt açılımı” yapacağım diye tutturan, Meclis’te mutlak çoğunluğa sahip bir hükümetin eteğindeki taşlar bu kadarcık mı?
Cüneyt Ülsever Hürriyet, 15.11.2009 |
16.11.2009 |