Basından Seçmeler |
Dersim katliâmının emrini kim verdi? Atatürk mü, İnönü mü?
SAYIN Öymen. Ben şimdi sorsam; desem ki; “Dersim’de 1937-38’de olup biteni bilir misiniz?” Biliyorum, diyeceksiniz ki: “Cumhuriyet rejimine karşı bir başkaldırı yaşandı. Dönemin yöneticileri de o başkaldırıyı bastırmak için bir dizi operasyon yaptı!” Haklısınız efendim... Devlet bir türlü ele geçiremediği isyancı başı Seyit Rıza’yı yakalamak konusunda çaresiz kalmıştı ve maalesef bu çaresizlikle önce Dersim’in köylerini şuursuzca havadan bombalatmış, yetmeyince de dağlara çıkıp avladıkları masum sivilleri sorgu sual etmeden kıtır kıtır kesip, kanlarını da Munzur’a akıtmıştı! Peki ya sonra? Sonrası için ne diyeceksiniz efendim? Şeyden bahsediyorum... Hani şu küçücük yaşlarda, anasından, babasından, kardeşinden koparılıp, Elazığ’daki toplama kampında kafası kazıtılıp sonra da rütbeli askerlere evlatlık ya da besleme olarak pay edilen onlarca Dersimli çocuğa uygulanan zulümden... Biliyorum bunun için de diyeceksiniz ki: “Ee canım olabilir! Normaldir!” Demişsiniz de zaten... Akşam gazetesinden Özlem Çelik’e meramınızı anlatmak için konuşurken iyice çuvallamışsınız! Farkında mısınız bilmiyorum ama “Operasyonlarda ‘yan hasar’ dediğimiz bir durum vardır” açıklamasını yaparak aslında Dersim’de işlenen katliamı dibine kadar savunmuşsunuz yeniden! Kurnazlık yapıp, “Ey Aleviler... Şimdi ben Atatürk’ün Dersim’de yaptıklarını anlatırken size hakaret mi etmiş oluyorum? Onun yaptıklarını anlattığım ve övdüğüm için bana faşist diyorsunuz. O halde Atatürk’e ne diyorsunuz?” diye sormuşsunuz bir de... Hani, Atatürk deyince bütün Aleviler için akan sular durur ya! Haklısınız... Yedi göbek CHP’li ve Alevi bir ailenin evladı olarak cevap vereyim efendim size... Üzgünüm ama eğer bu katliama Atatürk yol verdiyse, ne yazık ki çok faşizan ve tarihi bir hataya imza atmıştır! Ama benim bildiğim kadarıyla öyle değil. Çünkü o dönemin tanıklarının ağzından defalarca yazılıp çizilenlere göre, Dersim’de katliamın olduğu tarihlerde Atatürk çok hastaydı ve ölüme karşı savaşıyordu. Katliam emrini o değil, İsmet İnönü vermiştir. Neyse... Her kim yaptıysa... Dersim’de izlenen yol kime aitse... Mühim değil.. Asıl mühim ve korkunç olan, 71 yıl evvel işlenmiş olan bu kafatasçı ve ırkçı katliamı, bugünün Türkiye’sinin en sosyal demokrat partisinin genel başkan yardımcısının millete referans olarak göstermesidir!
Sevilay Çalışır Sabah, 18.11.2009 |
19.11.2009 |
Hükümeti boykot ediyorum
SON Bakanlar Kurulu toplantısında, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) dört ayrı maddesinde değişiklik kararı alındı. Buna göre; TCK’nın 132, 133, 134 ve 285. maddelerindeki suçlar için öngörülen ceza miktarları arttırılacak. Kararı açıklayan hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, “Demek cezalar az ki bu tür ihlaller oluyor” dedi. Düz mantıkla, ihlali, cezanın azlığına bağladı. TCK’nın 132. maddesi “Haberleşmenin gizliliğini ihlal”, 133. maddesi “Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması”, 134. madde “Özel hayatın gizliliğini ihlal” ve 285. maddesi “Gizliliğin ihlali” suçlarına ilişkin yaptırım hükümlerini kapsıyor. Haberleşmenin gizliliğini ihlal halinde öngörülen ceza miktarı 6 ayla 2 yıl arasında değişiyor. İhlal, kayıt yoluyla olursa ceza miktarı 3 yıla kadar çıkarılabiliyor. Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması durumunda 2-6 ay arasında hapis cezası öngörülüyor. Bu eylemden dolayı yarar sağlanıyorsa, 2 yıla kadar ceza verilebiliyor. Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu işlenirse öngörülen hapis cezası miktarı, 1-3 yıl arasında değişiyor. Soruşturmanın gizliliğini ihlal halinde yargılama 1-3 yıl arasında hapis cezası talebiyle yapılıyor. Bu suç basın yoluyla işlenirse ceza oranı yüzde 50 arttırılıyor. Yani cezada alt sınır 1.5 yıl, üst sınır 4.5 yıla kadar çıkarılabiliyor. Şimdi hükümet, bu ceza miktarlarını arttırıyor. Mesela; gizliliğin ihlaline ilişkin öngörülen ceza miktarında alt sınır 1 yıldan 2 yıla, üst sınır 3 yıldan 5 yıla çıkarılıyor. Hapis cezasında alt sınır 2 yıl olunca; hükmün açıklanmasını geriye bırakma, erteleme veya paraya çevirme imkanı ortadan kalkıyor. Yani, cezayı alan doğru cezaevine... Basın özgürlüğüne indirilmiş büyük bir darbedir. Şu anda Ergenekon sürecinde sözkonusu maddelerden dolayı açılmış 3 bin civarında dava var. Gerçi, yeni düzenleme geriye işlemiyor. Ancak, bundan sonraki süreci ipotek altına alıyor. Artık, Ergenekon başta olmak üzere tüm soruşturmalar ve iddianamelerle ilgili olarak yazmak, neredeyse imkansız hale geliyor. Düşünün; Ergenekon iddianamesindeki bir belgeyi yazdığım için özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğim gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım. Sanki o görüşmeyi ben kayda almışım gibi... Kaldı ki, gizliliğin ihlalini düzenleyen TCK’nın 285. maddesi Anayasa’ya aykırıdır. Sözkonusu suçtan dolayı açılan bazı davalarda savcılar, bu maddenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gidilmesini bile istediler. Belki yakında bir mahkeme, bu yola başvurabilir. Hukuksuzluğun mağduru gazeteciler olarak, hükümetten bu maddenin kaldırılmasını ve basın affı çıkarılmasını beklerken, aksine faşist bir yaklaşımla cezayı arttırıyor. Peki, öyle olsun. Değişiklik çalışmalarına Albay Dursun Çiçek’i de davet eder misiniz bilmem ama ben sizleri boykot ediyorum.
Şamil Tayyar Star, 18.11.2009 |
19.11.2009 |
Gazeteci koğuşu büyük mü bari?
HÜKÜMET ilginç bir adım attı ve Türk Ceza Kanunu’ndaki 4 maddenin yeniden düzenlenmesine karar verdi.Bunlar TCK 132. 133.134 ve 285. maddeleri. Görünüşte rutin bir işlem. Hatta birçokları için bir anlam da ifade etmeyebilir. Ama kazın ayağı öyle değil. Bu rutin işlem sonuçları itibariyle Türkiye’de olayların seyrini bile değiştirebilir. Konu teknik ve karmaşık. En basit haliyle anlatmaya çalışalım... Malum olduğu üzere neredeyse iki haftadır ‘yargıda telekulak’ tartışmasının içindeyiz. İşin iç yüzünü bilenler, çıkan gürültüye hayret ediyorlar. Çünkü ortada mahkeme kararıyla yasal olarak dinlenen birkaç hakim ve savcı var. Ama hükümet kulağını dayamış tüm yüksek yargıyı dinliyor havası estiriliyor. En yetkili merciler ‘Yok öyle bir şey’ dese de yüksek yargı tartışmaya girdi ve iş krize döndü. Bir bakıma Ö. Faruk Eminağaoğlu ve Osman Kaçmaz bireysel hikâyelerini tüm yüksek yargıya mal etmeyi başardı. Tepkiler üzerine hükümet harekete geçti ve Ceza Kanunu’ndaki 4 maddede değişiklik yapmayı kabul etti. Bu dört madde de yasa dışı dinleme ve gizliliği ihlali kapsıyor. Yasa dışı dinleme düzenlemesi o işle ilgili olanların gündemi ama TCK 285 doğrudan gazetecileri ilgilendiriyor. Mevcut yasalarda ‘TCK 285’ diye kimsenin tanımlayamadığı bir madde var. “Gizliliği ihlal” olarak biliniyor. Ama hiçbir hukukçu ‘gizliliği ihlalin’ ne olduğu ve neleri kapsadığını tam olarak tarif edemiyor. Her hukukçunun yorumu farklı. Aynı haberle ilgili bir gazeteci beraat ederken bir başkası mahkum olabiliyor. Eğer bu madde uyarınca ‘gizliliği ihlal’ ettiğinize hükmedilirse 1 yıl ile 3 yıl arasında hapse çarptırılıyorsunuz. Fakat bu ceza denetimli serbestlik hükmünce 5 yıl erteleniyor. Ama eğer aynı suçu bir daha işlerseniz doğrudan cezaevine gidiyorsunuz. Bu şu demek ‘Bir gazeteci bu maddeden ceza alırsa takip eden 5 yıl süreyle netameli hiçbir konuya giremez.’ Çiçek böcek yazar. Böylece kesin olarak susturulmuş olur. Bu muğlâk madde yüzünden gazetecilerle ilgili 3 binden fazla soruşturma açıldı. Hatta eski Bakırköy Savcısı Ali Çakır bir ayda 1600 soruşturma açma başarısını gösterdi. Yarısı davaya dönüştü. Halen yüzlerce dava var. Hatta Şamil Tayyar örneğinde olduğu gibi ceza almış gazeteciler de var. Önümüzdeki günlerde onlarca gazeteci mahkûm olursa şaşırmamak lazım. Gazetecilerin beklentisi de bu muğlâk ifadenin düzeltilmesi, hatta kaldırılmasıydı. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde ‘gizliliği ihlal’ soruşturması gazeteciye açılmıyor. Haber doğru olduğu sürece gazeteci yargılanamaz. Ama burası Türkiye. Darbenin belgesine imza atan serbest kalır, onu haberleştiren gazeteciye dava üstüne dava açılır. Hükümet 4 maddeyi yeniden düzenliyor ve cezaları iki kat arttırıyor. Gizliliği ihlalin alt sınırı da 2 yıla çekiliyor. Böylece cezanın ertelenmesi yolu kapanıyor. Doğrudan hapse gidiyorsunuz. Aynı şekilde 132, 133 ve 134. maddelerde cezalar iki katına çıkıyor. Hükümet bu düzenlemeye neden ihtiyaç duydu bilmiyoruz ama Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ sıklıkla ‘gizliliği ihlal’den rahatsızlığını dile getirmişti. Eğer cezaların iki kat arttırılmasına yönelik düzenleme Meclis’ten geçerse ne olur? Hiçbir gazeteci Ergenekon başta olmak üzere faili meçhuller, çete ya da cunta soruşturmaları ile ilgili tek kelime yazamaz. Bir şekilde internet sitelerine düşmüş ses kayıtlarına yer veremez. O ses kayıtlarında skandal bilgiler olsa bile. Ya da ihbarcı subay yarın bir gün çok daha çarpıcı bilgilere yer verdiği bir mektup yollasa. Hatta darbe toplantısının sesli görüntülü kaydını yollasa bile kimse yayınlayamayacak. Zaten medyanın bir kısmına göre Ergenekon fasa fiso. İhbarcı bir subay ya da cunta oluşumu yok. Meseleye ciddiyetle yaklaşan öteki medya da hukuken susturulmuş olacak. Bugüne kadar iddianamede olan bölümleri yazdığımız için bile yargılanıyoruz. Bundan sonra ne olur kestirmek bile zor. Muhtemelen cezaevlerinin müdavimleri arasında çok sayıda gazeteci olur.
Adem Yavuz Arslan Bugün, 18.11.2009 |
19.11.2009 |
Atatürk bizzat yönetti
DERSİMLİLERİN üstüne uçaklarla ‘Teslim olmazsanız cumhuriyetin kahredici ordusu tarafından mahvedileceksiniz’ bildirileri atıldığı 4 Mayıs 1937 günü Dersim’in kaderini belirleyen Bakanlar Kurulu toplantısına Atatürk başkanlık etti. Atatürk bazı manevraları bizzat izledi. Operasyonu harita başından bizzat takip etti. Çatışmalarda devlete yardım eden kişileri tanıyacak kadar olan biten hakkında saat saat malumat sahibiydi. Atatürk o dönemde hasta yatağında da değildi. Seyit Rıza ve adamlarının asılmasının ardından hem de yanına Dersim’i bombaladığı için gazetelerin manşetlerinden inmeyen manevi kızı Sabiha Gökçen’i alarak Elazığ’a, Dersim’e gitti, köprü açtı. Ve başta Sabiha Gökçen olmak üzere Tunç Eli denilen operasyona katılan askerlere madalya taktı. ‘Atatürk’e ibadetten’ söz edecek kadar sıkı bir Atatürkçü olarak yaşamış ve ölmüş Celal Bayar’ın bir röportajında söylediği gibi Atatürk ‘Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i’ dedi ve Dersim vuruldu.
Yıldıray Oğur Taraf, 15.11.2009 |
19.11.2009 |
Hatasız kul olmaz; Mustafa Kemal dahil
İMAM-HATİP Lisesi’nde bize peygamberlerin “zelle” denilen küçük hatalar yapabildikleri öğretilmişti. CHP’li Onur Öymen, Dersim katliamıyla ilgili sözlerini eleştirenlere cevap verirken ‘Atatürk hata yapmaz!’ dediğine göre, Mustafa Kemal’i peygamberlerden bile üstün görüyor. Dogmatistlerle de tartışırız, ama dogmatizmin bu kadarına söylenecek tek şey “pes” olsa gerek. “Cesareti olan Atatürk’e itiraz etsin, Atatürk hata yaptı desin” diye meydan okuyor Onur Öymen… Tabii ki itiraz ederiz, tabii ki hata yaptı deriz, ne var ki bunda? Buyurun; Mustafa Kemal’in “asil kan” vurgusu, milleti zorla Batılılaştırma siyaseti, ayaklanmaları bastırma tarzı, ezanı Türkçeleştirmesi, Türk müziğinin radyolarda çalınmasını bir dönem yasaklaması, kendi heykelini diktirmesi (veya buna göz yumması), din hakkındaki mülahazalarını okullarda ders olarak okutturması, Kazım Karabekir’i dışlaması vs, vs, vs, yanlıştı diyorum. İsteyen aksini savunabilir, benim yanıldığımı ileri sürebilir, oturur tartışırız; ama “Atatürk’e hata yakıştırmak mı? Tövbe haşa!” diyen bir adamla neyi, nasıl tartışacaksın? “Bilimin rehberliği”ni öngördüğü ileri sürülen “Atatürkçülük” yahut “Kemalizm”in bir din gibi algılanıp dayatılması ve kutsal tanımayan “Aydınlanma Devrimi”nin Türkiye’deki bayraktarı olduğu ileri sürülen Mustafa Kemal’e kutsallık atfedilmesi -hatta ilah nazarıyla bakılması- ne büyük çelişki.
Hakan Albayrak Yeni Şafak, 18.11.2009 |
19.11.2009 |