M. Latif SALİHOĞLU |
|
Alternatif ihtiyacı |
Demokratik yönetimlerin olmazsa olmaz şartlarından biri de iktidara alternatif partilerin bulunmasıdır. Muhalefet partisiz veya alternatifsiz yapıların istikameti faşizme, dikta rejimine doğru gider. İktidar alternatifine geçit vermeyen bir sistemin ismi ve resmi ne olursa olsun, uygulamaları itibariyle demokrasinin dışına çıkar. Kendi içinde demokrasiyi geliştirmiş ve hiç darbeye maruz kalmamış ülkelerin durumuna bakın, hemen hepsinde muhalefetteki partinin nefesi iktidar kanadının ensesindedir. İngiltere ve özellikle Amerika'da iktidar partisinin oyu yüzde 50'nin çok az üzerinde ise, muhalefetin, bilhassa da anamuhalefetin oy oranı yüzde 50'nin çok az altındadır. İşte, böyle bir ülkede, hem iktidar, hem de muhalefet kanadı güçlü ve dinamik olur. Dolayısıyla, demokrasisi fevkalâde bir dinamizme kavuşmuş olur. Peki, acaba halihazırdaki Türkiye'de durum nasıl? Durum ortada aşikâr. Ülke, tam tamına yedi senedir alternatifsiz bir iktidar partisinin eliyle yönetilmeye çalışılıyor. Bizzat Başbakan'ın övünerek ve hatta gerinerek ifade ettiği gibi, "Anamuhalefet partisiyle ondan sonraki partinin toplam oyları bile iktidar partisinin oy seviyesine ulaşmıyor." Şimdi bu tabloya bakarak, demokrasi adına sevinmek mi lâzım? İktidara aday ikinci bir partinin bulunmadığı, yani iktidar alternatifinin olmadığı, ya da çeşitli entrikalarla alternatiflerin yok edilmeye çalışıldığı bir "demokratik yapı"yla kim, ne şekilde övünebilir? Acaba, böyle bir yapıyla övünenler, gerçek demokrat olabilirler mi? Hiç sanmıyoruz. Ama ne yazık ki, mevcut iktidarın alternatifsiz kalışından dolayı sevinen, memnun olan kimseler var. Üstelik, muhtemel alternatif arayışlarına en şiddetli tepkiyi gösterenler de bu tip kimselerdir. Bir alternatif ihtimalinin belirmesinden bile adeta delirme noktasına geliyorlar. Büyük bir hınç ve öfke ile saldırıya geçiyorlar. Farklı sesleri boğmak için birbiriyle yarışa tutuşuyorlar. Böyleleri hakikî demokrat olamazlar. Millete revâ gördükleri de, ancak "faşizan bir demokrasi" ile izah edilebilir. Milletin ekseriyeti bir yandan iktisadî, bir yandan da ahlâkî kriz darbeleri altında inim inim inleyecek... Piyasalar yangın yerine dönecek, esnaf, tüccar kan ağlayacak, işsizlik ordusuna hergün yeni bölükler katılacak... Belediyelerde "teberru, bağış, yardım..." adı altında rüşvet ve yolsuzluk diz boyu sürüp gidecek... Sadece belli, ya da belirli kimseler ihale imtiyazından yararlanacak... Sosyal adâlet dengesi tarümar olacak, sosyal tabakalar arasında uçurumlar meydana gelecek... Cezalandırmada "suçun şahsîliği" prensibi çiğnenerek, dehşet verici propagandalarla "toplu suçlama" saçmalığına prim verilecek... Gemideki yüz caninin arasına hasbelkader düşmüş bir mâsumun hukuku hiç nazara alınmadan, o gemi mahkemeden önce "tarafgir medya"nın da propaganda silâhıyla batırılmaya çalışılmasına prim verilecek... Hem dindar profiller nazara verilecek, hem de Kur'ân'ın"Lâteziru vâziretun vizra uhrâ" düstûruna hiç riayet edilmeyecek... Sonra da çıkıp şunlar söylenecek: "Bakın, memleket ne güzel idare ediliyor? Ne muhalefeti, ne alternatifi canım... Bundan âlâ yönetim, bundan iyi demokrasi mi olurmuş? CHP, MHP, DTP geleceğine, bunlar kalsın daha iyi değil mi?" Evet, ne yazık ki her tarafta söylenen bu ve benzeri şözlerdir. Ve maalesef, demokrasi anlayışı ve hatta tahammülü bu kadarlıkla sınırlıdır. Böylelikle, hiç alternatifi olmayan, olamayan ve belki de olmaması gerekenler örnek gösterilerek, başka alternatiflerin üzerine kalın bir perde çekilmeye çalışılıyor. Dahası, bunların dışında ve çok daha mâkul bir alternatif ihtimali belirdiğinde de, tek yönlü propagandacıların canı sıkılıyor ve derhal harekete geçerek, karşı tarafın habbesi kubbe, kubbesi habbe şeklinde gösterilmeye gayret ediliyor. Onlar, aynı istikamette dolu dizgin gitmeye devam etsinler. Zaten, kendilerini böyle bir iş yapmaya da adeta mahkûm etmişler. Kimi menfaati zedelenmesin, kimisi de fenâ halde yanıldığı ortaya çıkmasın diye, müştereken ve canhıraş şekilde aynı noktaya saldırıp, aynı cepheye tahşidat yapıyorlar. Onlar, geri dönülmez şekilde bu kulvarda at koşturmaya devam ededursun, millet ise, yaşadığı gerçek hayatın dayanılmaz acılarıyla kıvranıp duruyor. Ama, hiç şüphe edilmesin ki, bu fecî durum, böyle ilânihâye devam edip gitmeyecek. Millet, yediği narkozdan ve uğradığı siyasî hipnotizmanın tesirinden peyder pey kurtulmaya çalışıyor. Milletin hür iradesi, ortaya inanıyoruz ki ciddî alternatiflerin çıkması yönünde tecelli edecek. Bugün olduğu gibi, geçmişte de zaman zaman narkozlu, hipnotekli dönemler yaşandı. Ancak, o dönemlerin ömrü kısaydı, sınırlıydı; ümit ve temenni ediyoruz ki yine öyle olacak. 2010 senesi, hürriyet ve meşrûtiyet hakikatini anlatan Münâzarât'ın telif edildiğinin yüzüncü senesidir. Orada, meşrûtiyetin hakikî veçhesinin görüleceğine dair sevindirici bir müjde var. O müjdenin tevili, bütün vekillerini "merkezî yoklama" sistemiyle tayin eden ve ortaya bir iktidar alternatifinin çıkmasına tahammül dahi edemeyen bir anlayışa elbette ki isabet etmez. Zira, hakikat–meşrûtiyet böyle olmadığı gibi, görünen çehre de meşrûtiyetin ruhunu hiç, ama hiç yansıtmıyor. Demokrasinin/meşrûtiyetin hakikî cemâlinin görüleceği günler dileğiyle... 19.11.2009 E-Posta: [email protected] |