Faruk ÇAKIR |
|
Ne konuşulduğu da önemli değil mi? |
Telefonların dinlenmesiyle ilgili tartışma dün olduğu gibi bugün de var ve gidişâta bakılırsa yarın da devam edecek. Elbette bu, sadece ülkemizde değil, bütün dünyada devam eden bir tartışma. İnsanlar genellikle başkalarının ne konuştuğunu merak eder. Peki başkalarının bizim ne konuştuğumuzu bilmesini arzu eder miyiz? Bu soruya kolayca ‘evet’ demek mümkün değil. Bu bakımdan dinleme ile ilgili düzenlemeler her zaman tartışmalı olmuştur. Son günlerdeki tartışma, bazı yargı mensuplarının ‘kanuna uygun olarak’ dinlenmesi sonrasında başladı. Her zaman ‘dinlemeye’ alışanlar, bu defa kendilerinin dinlenmesine itiraz etti. Geçmişte de büyük bir gazetenin genel yayın müdürünün, bir bakanla yaptığı telefon görüşmesi medyaya yansımıştı. O günlerde büyük medya bir anlamda ‘tek kale maç’ yaptığı için telefonla ne konuşulduğu hiç gündeme gelmemişti. Herkes ‘Nasıl olur da bir telefon görüşmesi dinlenir, kamuoyuna açıklanır?’ noktasından hadiseye yaklaştı. Nihayetinde ‘dinleme bandı’nı kamuoyuna açıklayanlar mahkûm oldu ve hadise tarihe mal oldu. Böyle hadiselere sadece hukukî yönden yaklaşmak elbette yeterli olmaz. Çünkü hadisenin bir de insanî ve vicdanî yönü var. Kanunsuz dinlemelere ve belki de ‘kanuna uygun dinleme’lere de itiraz edilebilir. Fakat bir şekilde ortaya çıkan bu ses kayıtlarında ‘ne söylendiği’ de dikkate alınmalı değil midir? Bu dikkat, ‘ibret alınması ve benzer hataların tekrarlanmaması için’ şart olsa gerek. Adil bir hukuk sistemi olsa belki de kanun dışı yollarla bilgi edinmeye ihtiyaç bile kalmaz. Hukuk sitemi âdil olmadığı için herkes şikâyetçi. Üstelik kanun maddeleri yer ve zamana göre farklı uygulamalara âlet ediliyor. Yıllardan beri var olan ve hiç uygulanmayan bir kanun maddesi, ‘ihtiyaç duyulunca’ bir anda meşhur oluyor. Buna en güzel örnek geçmişteki TCK 163. madde ve son zamanlarda da TCK 301 ya da 312 gibi maddelerdir. Aynı şekilde ‘yargıyı etkileme’yi düzenleyen TCK maddeleri de çok farklı uygulamalara kaynaklık ediyor. Meselâ bir general, bakan ya da başbakanın sarf ettiği bir söz yargıyı etkilemiyor, ama bir köşe yazısı ya da başka bir beyânât yargıyı etkiliyor! Meşhur olduğu için hatırlatalım: Dönemin genel kurmay başkanı Şemdinli’deki kitabevi bombalanmasından sonra tutuklanan asker rütbeli kişiler için “İyi çocukturlar, tanırım” anlamında beyanda buluyor ve bu yargıyı etkilemiş olmuyor. Ama herhangi bir gazete bu konu ile ilgili bir yazı yazınca ‘yargıyı etkiledi’ iddiâsına muhatap olabiliyor. Bu temel yanlışlara son vermeden, sadece ‘dinlensin mi, dinlenmesin mi?’ tartışmasını yaparak bir yere varamayız. Konu ile ilgili olarak yapılmak istenen yeni kanunî düzenlemelerin çete mensuplarına ya da cuntacılara yarama ihtimali vardır. Böyle konularda çok daha dikkatli ve de aceleye getirilmeden düzenleme yapılabilir. Hele hele yapılmak istenen düzenleme basını susturmayı hedef alıyorsa çok yanlış olur. Unutmayalım ki çağımız şeffaflık çağıdır ve cuntacılar da şeffaflıktan hiç hoşlanmaz. Türkiye’yi idare edenler kaş yapacağım derken göz çıkarmasalar bari... 19.11.2009 E-Posta: [email protected] |